11 Temmuz 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Dergilerimiz

Kültür-Sanat

Dedenin yalnızlığı

Gözleri gök mavisiydi. Yılların eskittiği, yaşlandırdığı bu bedenin tek genç yanı bu mavi gözlerdi.

Yanına serpiştirilmiş kırışıkların aksine yeni açmış bir çiçeğe benziyordu. Tam karşımdaki bankta oturuyordu. Burası hastane bahçesiydi. Yer yer değişen insan simalarıyla pekte aşina olmadığım bir yerdi. Göze fiş almış, sıranın bana gelmesini bekliyordum. Bu yaşlı adamda torunuyla beraber gelmişti. Mavi gözlerini doktora gösterecekti.

Ağaçtan bir yaprak düştü önüme. Çok uzaklardan, göremeyeceğim kadar ötelerden düşmüş gibiydi. Nedense içimde bir şeyler kıpırdadı. Kalın bir duvarın içine gizlenmiş geçmişimin kesik kesik anıları karşı koyamadığım bir gücün tahrik etmesiyle hatırıma gelmeye başladı. Dokuz yaşından sonra hiçbir zaman çevremde olmayan bir dedenin öksürükleri, duvara dayanmış beli, tablasında ağır kokulu tütünü kâğıda sarışı, ağzına getirip yapıştırması sonra dünya onun olmuş gibi içine çekmesi yansıdı aklıma. Hayal meyal bir hatırlama belki, ama sevgi denizine girip girip çıktım. Elimde olmadan kendimi kaptırmışım.

Yeterince sahip olamadığım bir güzellik bu torunun çevresinde dönüyordu. Genç kıza dedesinin yanında olduğu için şanslı olduğunu söyledim. Başka çaresi yokmuş gibi zoraki bir tebessümle karşılık verdi. Yarı memnun bir hali vardı. Sanırım bu güzellik olsa da olur olmasa da olurdu, onun için. Ama benim için olsaydı ne iyi olurdu.

Genç kızın telefonu çaldı. Karşıdakine “tamam” deyip ayağa kalktı. Dedesine “Ben gidiyorum. Sen beni burada bekle. Sakın yerinden ayrılma” dedi. Onların sırası öğleden sonraya kalacaktı. Buna güvenerek genç kız uzun süre gelmedi. Dede kendi dünyasında nefes alıyordu. Dışarıyla alâkası yoktu. Bir sürgündü kendi kabuğunda oluşu. Belki yıllardır bu haldeydi. Yaş ilerledikçe hem kendinden, hem de çevrenden bir şeyler eksiliyor; konuşacak, sohbet edecek insan sayısı azalıyordur. Bu da devasa yalnızlığın ekşi yüzüne bakma zorunda bırakıyordur.

Banktan kalkıp ağacın yanına gitti. Dizinin üzerine çöktü. Belini ağaca dayadı. Tablasını cebinden çıkartıp sigarasını hazırlamaya başladı. Daha önce defalarca seyrettiğim bir görüntüydü bu. Kaldım öylece. Geçmişimin zenginliği olan dedem bana bir selâm yolluyordu sanki. Başka bir adamın kılığında.

Şalvarında yamalar dikkatimi çekti. Gömleğinin üzerine geçirilmiş yeleğinde koyu renkler hakimdi. O da eskiydi. Beden ve kıyafetin eskiliği cem etmişti. İhtiyarlıkta yeni olan her şey yok olmuş, gençlerin suretinde kalmıştı. Yanımdaki bayan “Bizde böyle ihtiyar olacağız” dediğinde doğum ve ölüm arasında kalan bir ömrün, geçip giden saniyelerinde kaldım. Öyle ürkek öyle garipti ki, çevremde dolanan binlerce çığlıkların içinden sadece o duyuluyordu. Elimle kulağımı kapatsam bile bir yolunu bulup bana kendini hissettirecek kadar aşikârdı. “Ah dede” dedim. “Bir ömrü bitirmek üzeresin. Dedem bitirdi.” Dedem, net olmayan anılarda kaldı sadece. Ve amcamla çekilmiş eski solmuş bir resimde.

Birilerine muhtaç olmanın ezikliği beni hep öksürten tütün kokusu gibi yaktı. Genç kız gelemezse bu dedenin evini bulabileceğinden emin değildim. Okuma yazma bilmediği belli oluyordu. Başını kaldırıp bize baktı. Bir şeyler söyledi. Önce anlamadık. Tekrar etti. “Nan” dedi. Nan kelimesinin ekmek anlamına geldiğini biliyordum. Acıkmış olmalıydı. Torunu da yoktu yanında. Yanımdaki bayan hemen cüzdanından para çıkartıp kardeşimi simit almaya gönderdi. O sırada bayan “İnsan dedesini yalnız bırakır mı?” diye genç kıza sitem ediyordu. Ben susuyor, kocaman bir yalnızlığın ortasında kalmanın nasıl bir şey olduğunu dedenin yüzüne bakıp anlamaya çalışıyordum. Gözlerinin renginden uzak bir yalnızlık olsa gerek. O bütün menfilerden ayrı tutulacak kadar kendi halinde bir kalabalıktı. Dede simidini yerken, açlığını gidermenin memnuniyetine dalıp gitmişti. Bir ara sağ tarafımda bulunan ağaca baktım. Dalında bir kuş ötüyordu. Başımı yeniden çevirdiğimde dedenin yerine ağacın gövdesiyle göz göze geldim. Hemen etrafa aceleyle baktım. Yoktu. Bir an telâşa düştüm. Telâşım beni sarmadan dede çalılıkların arasından çıka geldi. Rahatlamıştım. Sanki kendimi onu gözeten biri olarak sayıyordum.

Sıra bana gelmişti. Hemen içeriye girdim. Aklımda dede kalmış olmalı ki, doktor gözlerimi muayene ederken bahçedeki yalnızlığına girmiştim. “Acaba torunu yanına geldi mi?” dedim kendi kendime. Doktor reçeteyi yazdıktan sonra bekleme yerine geçtim. Kardeşimin muayenesinin bitmesini beklerken biraz zaman geçmişti. O sırada aklımdan uçup gitmişti dede. Çünkü sabah erkenden kalkmanın yorgunluğuna yenik düşmüş, birkaç dakikalığına gözlerimi kapatmıştım. Kardeşimin omuzuma dokunmasıyla gözlerimi açtım. “Hadi gidelim” dedi. Yavaş yavaş dışarıya çıkarken dede yeniden aklıma geliverdi. Merdivenlerden inerken onun yanında torununu bulacağımı ümit ediyordum. Kapıdan çıktığımda ilk ona baktım. Ağacın yanından ayrılmış yeniden banka oturmuştu. Torunu daha gelmemişti. İşte o zaman, kocaman bir manzara oluverdi benim nazarımda. Oraya hangi sevinçleri ya da hangi hüzünleri koyacaktım. Karışıktı. Benim çok üstümde değişiveren binlerce his dolaşıyordu. Çoğu yabancıydı. Daha önce bende pek zuhur etmeyen bu gelgitler olanca kuvvetiyle darbesini vurmuştu. Bu kocaman manzaraya uzun süre bakamadım. Dedenin hikâyesi burada bitmişti. Hastane bahçesini terk ediyorduk. Arkamda sanki kendi dedemi bırakıyor olmanın can sıkıntısını yaşıyordum.

Hastanenin dış kapısından çıkmak üzereydik. Birden can sıkıntım gitti, manzaraya sevinci yerleştirdim; çünkü dedenin torunu yanımdan geçiverdi.

FADİME KAYA / [email protected]

11.07.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Bütün haberler

Başlıklar

  Sevgili torunum*

  Dedenin yalnızlığı

  Kırmızı Kalem / Terkibin İzi

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.