Kültür-Sanat |
Sevgili torunum* |
Soğuk bir kış günündeyiz, ağaçlar karlı, her taraf beyaz. Her canlı kendine bir ev, bir sığınak bulmuş. Kuşlar, arılar, böcekler, kelebekler yuvalarına çekilmişler gelecek baharı ve bahardaki çiçekleri, sıcaklığı, güzelliği özleyip gözlüyorlar... Bütün kâinat ve içindekiler geleceğe yönelmişler; doğacak güneşi, gelecek günleri, zamanları özlemle, hasretle bekliyorlar. Bilmiyorum belki de benim duygularım, düşüncelerim, hasretim, özlemim, beklentim öyle... Baharı bekleyen ağaçlar, kuşlar, çiçekler gibi ben de bekliyorum... Benim ruhumun, kalbimin, duygularımın baharı sensin. Ben seni bekliyorum uzaklardan, ufuklardan, derinliklerden, Rabbim’den... Bilmediğin, tanımadığın, hiç gelmediğin, görmediğin bu dünyaya seni bekliyorum... Ben, şu anda bir huzurevinde idareciyim. Geçmişten gelen ıssız yollarda kimsesiz kalmış yorgun ve torunlarına hasret kalan insanların duygularına ortak olduğum ve paylaştığım sorumluluklarımı taşımaya çalışıyorum... Onların özlemleri ve hasretleri geride kalmış; benim ümitlerim, duygularım hasretim ileride, gelecekte. Onlarla aramızdaki fark bu zaten. Ulaşılamayan duygulara hasret denir. Sen benim hasretimsin, seni bekliyorum özlemle, ümitle, sevinçle. Bu gün kimsesiz doğan bir kız çocuğuna armağanlar, hediyeler, giysiler gönderdim doğum hastanesine... Ve sen vardın aklımda, senin sevgin, özlemin, hasretin vardı içimde. Bu gün sabah namazında camide, ellerimi açınca da sen vardın aklımda, her zaman olduğu gibi. Sen gelecekte benim ev arkadaşım olacaksın bir gonca gül gibi, ben de seni geleceğe, hayata hazırlayan tecrübeli arkadaş ve eğitimci... Zaman akıp gidiyor hızlıca. Bizler de onun içinde gidiyoruz geleceğe, ebediyet ülkesine doğru. Bu mektubu okuyacak yaşa geldiğinde belki de ben bu geçici hayatta olmayabilirim, şimdi ben sana duâlar gönderdiğim gibi, o zaman da sen bana selâm, sevgi ve duâlarını gönderirsin. Ben duyarım seni ebed memleketinden... Berzah âleminin sonsuzluklarından... Her mevsim güzeldir, her mevsim anlamlıdır. Ben de ömrümün sonbaharında, hazan mevsiminde yaşayıp giderken Cenâb-ı Allah seni bana gönderdi, ruhlar âleminden. Yoktan, hiçten var etti seni hikmetiyle, rahmetiyle, bereketiyle... Karanlıklardan bir ışık doğmuş, güneş çıkmış mor yamaçlara, ıssız dağlara, derelere sanki. Yendim seninle yalnızlığımı ve kimsesizliğimi. Sen bana en büyük ümit ve moral oldun. O, küçük bir damla varlığın benim ruhumda dağlar kadar mücevherlerden daha çok ve kıymetlisin... Ben dedeyim, hem de senin hasretinle, bekleyen birisiyim. Nasipse el ele tutuşup parka, bahçeye gezmeye gideceğimiz günleri bekleyen birisiyim... Bu yaşımdan sonra hayatımın akışı, hedefi, yönü değişti... Artık sen varsın gönlümde, ruhumda, aklımda, duâlarımda. Senin sevgin bana umut, duygularıma tercüman oldu. Sonsuzluk âlemine yaptığımız yolculuk içerisinde bu fani, geçici ömür dakikaları bize gelecekte ebedî bir memleketin kazandırılması için ibadetle, çalışmayla geçirdiğimiz yorgun yılların sonunda sen bir güneş, bir mutluluk ağacı gibi doğuverdin ruhumun derinliklerindeki hasret tepelerine. Sen Allah’ın bizlere bir lütfusun bir armağanısın verirse eğer. Çünkü O’dur takdir eden ve veren hazinesinden. Hayırlara, iyiliklere, güzelliklere, emirlere ve itaatlere vesile olmak üzere.. O’nun sevgili peygamberine ve yüce dinine vesile olmak dileğiyle. Seni bütün ruhumla ve manevî varlığımla, duâlarımla Yüce Allah’a emanet ediyorum. Hasretle, özlemle, aşkla, sevgiyle yolunu bekliyorum... Allah’a emanet ol...
*Bu mektup iki sene önce yazıldı... Elanur şu anda bir buçuk yaşında; koşup, oynuyor.
|
MUZAFFER KARAHİSAR 11.07.2009 |