"Gerçekten" haber verir 16 Nisan 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Haberler

Ordu Peygamber ocağı ise başörtülüler niye dışlanıyor?

MAZLUMDER Genel Başkanı Ömer Faruk Gergerlioğlu, Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ’un önceki gün yaptığı konuşmadaki sözlerini eleştirerek, “Dine karşı olunmayacaksa, dinin açık bir emri olan başörtüsüne olan bu alerji neden? Peygamber ocağı olan bir yere başörtülü bayanların girememesi ne ile izah edilebilecek? O halde eşi başörtülü olduğu, namaz kıldığı için ordudan atılan muvazzaflarla ilgili nasıl bir izah getireceksiniz?” diye sordu.

www.omerfarukgergerlioglu.blogcu.com

Genelkurmay Başkan İlker Başbuğ’un Harp Akademilerindeki konuşmasından alıntılar yaparak ona bazı soru ve tavsiyelerde bulunacağız.

“Alınan tedbirleri bir asimilasyon politikası olarak değerlendiremeyiz. Bu tedbirler ulus devlet inşası sürecinde gerekli görülen birtakım uygulamalardır. Fakat bu yapılanmalarda homojen, etnik bir yapı inşa etmek amaçlanmamıştır.”

Diyor, ama Kara Kuvvetleri eski Komutanı Aytaç Yalman, Miliyet gazetesine verdiği bir röportajda, “Bu açıdan baktığımızda, o aşamada sorunun ‘kendini ifade’ olarak tarif edildiğini görüyoruz. Dilini konuşmak, şarkısını, türküsünü dinlemek istiyor, kültürünü yaşamak istiyor. Oysa, bizler o dönemde, ‘Kürt yoktur’ diye eğitilmişiz. Kürtleri, Türklerin kolu olarak görüyoruz. Ortalıkta işte dağlarda gezerken, karda yürürken kart-kurt sesleri çıktığı için Kürt denilmiştir, gibi tarifler dolaşıyor. O dönemde sosyal istekleri bile biz ‘yıkıcı faaliyetler’ kapsamında görüyoruz.” Genelkurmay başkanının sözlerine bir başka emekli orgeneralin cevabı da bu işte. Artık bize bir şey söylemek düşmüyor.

“(Kürt sorununun olmadığı yönündeki görüşüne dayanak olarak) 1938 ile 84 yılları arasındaki huzur ve barış ortamını nasıl izah edeceğiz?”

Diyor, ama 1984’den beri durdurulamayan huzursuzluk ortamının niçin bitirilemediğini izah edemiyor. Ülkede önemli bir sorun vardı. Etnik ayrımcılık vardı ve bu büyük bir rahatsızlık olarak yaşanıyordu ve silâhlı çatışmaya dönebileceği sinyalleri veriyordu. Aslında PKK öncesi dönemde de bir çok sol Marksist örgüt Güneydoğu’da aynı sorunu gündeme getiriyor ve geniş bir taban bulabiliyorlardı. 1938 ve 1984 arası ne zaman huzur ve barış ortamı oldu ki? Açık oy, gizli sayım yapılan seçimleri, 1960 darbesini, 12 Mart muhtırasını, 12 Eylül öncesi olayları ve darbesini hatırlıyoruz ve ülkedeki sorunların çözülme safhasında değil, katmerleşme safhasında olduğunu iyi biliyoruz.

‘’Kim ne derse desin, Türk milletinin ordusu halktır, halktandır, halk içindir’’ dedi.

O halde başörtülü analar niye oğullarının yemin törenine alınmıyor, 2008 yılı içinde olduğu gibi tel örgüler arkasından törenlerini izleyebiliyorlar? Ayvalık’ta atletizm yarışmasında 2. olmuş başörtülü kıza ödül vermeyi reddeden Garnizon komutanı albayı ne yapacağız? Bu albay hakkında yapılan şikâyetler için herhangi bir idarî işlem yapmadığınıza göre, bu sözler de neyin nesi?

‘’Demokratlık kisvesi altında TSK’yı yıpratmak amacıyla TSK’ya karşı sistematik muhalefet yapılması her şeyden önce demokrasimizi geliştirmeyecektir. Bu, çoğulculukla ifade edilebilecek ya da açıklanabilecek bir husus değildir. Silâhlı kuvvetleri demokrasinin gelişmesinde, çoğulculuğun toplumsal boyut kazanmasında engelleyici bir kurum olarak göstermek de yanlıştır.”

O halde, olur olmaz her konuda ya adı verilmeden medyaya yansıyan üst düzey bir komutanın siyasete müdahale niyetindeki ifadelerini ne yapacağız? TSK demokrasinin gelişmesinde engelleyici bir kurum olmayacaksa, o halde 657’ye tabi olduğunu unutmamasını temenni ediyor ve bunun takipçisi olacağımızı ifade ediyoruz.

‘’Günümüzdeki sorunların yalnız, tek başına askerî güçle tam olarak ortadan kaldırılamayacağını anlamalısınız.’’

O halde, siyasete karışmayın da aslî vazifenizi yapınız. Askerî güç gerektiği zaman onu da hukuk içinde kullanmak gerektiğini de hiç kimse unutmamalıdır.

‘’Yapılanmalar ve kuruluşlarda ayrışma yaşandığını öne sürmek de büyük bir haksızlık. Ne Osmanlı döneminde, ne Cumhuriyet döneminde hiçbir kurumumuz etnik temelde yapılandırılmamıştır. Keşke bunu iddia edenler örnek gösterse...’’

Binlerce örnek gösterilebilir. Değiştirilmesinin insan hakları sorunlarının çözümüne hizmet edeceğine büyük bir kesim tarafından inanılan anayasanın başlangıç ifadelerinde “hiçbir faaliyetin Türk millî menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihî ve manevî değerlerinin,..” diye ifade edilerek başlanması kurulmak istenen binanın etnik temelli olduğunu gösterir. Kürtçe müziğin yasak olduğu ve ancak 1990’larda serbest kalabildiği ve Kürt ırkının bir Türk boyu olduğu efsanesinin resmî ders kitaplarında okutulduğu yıllar, şimdi terk edilse de çok uzak değildir. TRT Şeş’i kuran devletin, Kürtçe broşür, yazışma v.b. belgelere vebalı muamelesi yapması halen devam eden örneklerdir.

‘’Sivil örgütler ise, giriş ve çıkışın özgür iradeye bağlı olduğu, gönüllülük temelinde işleyen açık örgütlerdir. Dinsel cemaatler ise kapalı ve içe dönüktür. Cemaate giriş ve çıkış çok farklı dinamiklere bağlıdır. Bu koşullar altında, dinsel cemaatlerin, hele çıkar çevresinde örgütlenmişse, sivil toplum hareketi olduğunu öne sürmek çok güçtür.”

Dinî cemaatlerden bu rahatsızlık niye? Bu ülkede isteseniz de, istemeseniz de cemaatler vardır. Kimi Sünnî, kimi Alevî cemaatleşmeler olmuştur ve son derece doğaldır. Doğallığı kendinize rakip olarak görürseniz işiniz zordur ve önlenemez bir yönelişle çaresiz mücadele içinde kalırsınız.

“Ayrıca, halkımızın arasında ordunun en yaygın adlarından birinin de ‘Peygamber Ocağı’ olduğunu bilmekteyiz. Açıkça söyleyebiliriz ki, Silâhlı Kuvvetler hiçbir dönemde dine karşı olmamıştır. Bizim karşı olduğumuz husus siyasi ve kişisel amaç ve çıkarlar için dinin ve dinî duyguların alet edilmesidir, araç olarak kullanılmasıdır.”

Dine karşı olunmayacaksa, dinin açık bir emri olan başörtüsüne olan bu alerji neden? Peygamber ocağı olan bir yere başörtülü bayanların girememesi ne ile izah edilebilecek? O halde eşi başörtülü olduğu için, namaz kıldığı için ordudan atılan muvazzaflar için nasıl bir izah getireceksiniz? Birçok ilde resmî bayramlarda protokolde başörtülü bayan oturuyor diye töreni protesto eden askerî erkân hakkında herhangi bir işlem yapıp yapmadığınızı soruyoruz? Emekli orgeneral Kenan Evren’in “Allah kadınların saçının görünmesini istemeseydi onları kel yaratırdı” gibi fantastik ifadeleri sizce nasıl değerlendirilmeli?

‘’Zaten bu maddeye (Anayasa-24) rağmen, bu konularda hürriyetlerin tahdit edildiğini ileri süren iddiaları da anlamak mümkün değildir.”

Hürriyetler tahdit edilmiyorsa bu ülkede yıllardır niye büyük insan hakları ihlalleri olduğunu yerli ve yabancı tüm insan hakları kuruluşları iddia ediyor? Türkiye niye büyük karışıklıklar yaşıyor?

“‘Askerler konuyla ilgili tekliflerini yaparlar ve görevleri burada biter.’ Bu görüş pek doğru değildir. 2003’teki İkinci Irak Savaşı süresince ABD’de yaşanan sivil-asker ilişkileri bu konuda son derece öğreticidir. Askerlerin profesyonel öneri ve kaygılarının sivil otorite tarafından dikkate alınmaması halinde yaşanabilecek olumsuzluklar Irak Savaşı ve sonrasında görülmüştür.”

Ya askerî tedbirlerle Kürt sorununun çözümünün sağlanamayacağı ve temel hak ve özgürlüklerin genişlemesi ile bu sorunun çözülebileceğini reddedenlere ne diyeceksiniz? 1984 sonrası süreç içinde kirli ve karanlık ilişkilerin, çeteleşmelerin ortaya çıkmasına neden olanlardan ve asit kuyularına insan atanlar ile ilgili işlem yapılması önerilerini yıllardır sümenaltı yapanlara ne diyeceksiniz?

‘’Genelkurmay Başkanının, üç temel sorumluluğunu yerine getirmesini ve sivil-asker ilişkilerini yürütmesini, politik ve siyasal hareketler olarak değerlendirmek doğru değildir. Tersine bu bir zorunluluktur ve işin özüne tartışmasız bir biçimde de uygundur. Bu faaliyetler bütün ülkelerdeki en üst askerî makamlar tarafından da yapıla gelmektedir. Genelkurmay Başkanı bu görev ve sorumluluğunu, ilgili makamlara yapacağı görüşmeler ve toplantılar vasıtasıyla yerine getirir. Gerekli hallerde de silâhlı kuvvetlerin görüşlerini de kamuoyu ile paylaşır.”

Bu açıklama 27 Nisan muhtırası için de geçerli midir? Bu muhtıranın politik ve siyasal bir müdahale olmadığını mı söylüyorsunuz?

“Yapılanmalarda ve kuruluşlarda ayrımcılık yapıldığını ileri sürmek de yine büyük bir haksızlık olur. Ne Osmanlı İmparatorluğu döneminde, ne de Cumhuriyet döneminde hiçbir kurumumuz etnik temelde yapılandırılmamıştır.’’

T.C. tarihinde dinî ve etnik ayrımcılık had safhadadır. Bu birçok bilimsel araştırma ile ortaya konmuştur. O halde son yıllarda etnik ayrımcılık alanında bazı şekli değişiklikler yapılma ihtiyacı neden duyulmuştur?

“Atatürk’ün, Türk milletini ‘Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran, Türkiye halkına, Türk milleti denir’ şeklinde tanımlamıştır. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kimdir? Cevap, Türkiye halkıdır. Görüldüğü gibi, buradaki halk ifadesi, sınırları çizilen bir coğrafyada-ki burası Türkiye’dir-yaşayan halkın bütününü, yani hiçbir dinî ve etnik ayrım yapılmaksızın, Türkiye halkını işaret etmektedir. Aynı ülkü etrafında toplanmış ve Türkiye sınırları içinde yaşayan Türkiye halkının, siyasal ve sosyolojik bir olgu etrafında kendi rızası ile birleşmesiyle bir milletin oluşacağı ve bu millete ise Türk milleti denileceği, Atatürk’ün ’Türk milleti’ tanımında açıkça yer almaktadır”.

Niye bu kıvranma? Hani ayrımcılık yoktu? Madem Türkiye halkı tabiri kullanılması uygundu? O halde niye hep Türk milleti ifadesi kullanıldı? Türkiye halkı tabiri kullanılmasının daha uygun olacağını mahçup bir ifade ile dillendirmeye mi çalışıyorsunuz?

“Toplumun inanan-inanmayan, dindar-dindar olmayan ayrımı yapanlara soruyorum; inanan-inanmayan, dindar-dindar olmayan ayrımını yaparken insanların iman ve dinî inançlarını siz hangi hakla değerlendiriyorsunuz? Bu hakkı size kimse vermiyor ki, Allah ile kul arasındaki bir konuyu siz nasıl değerlendirerek bu kişiyi inanan-inanmayan diye ayırabilirsiniz? Bu aslında dininize karşı en büyük saldırıdır.”

Toplumda dindar ve inanmayan kesimlerin olması son derece doğaldır. İsteyen istediği inancı ile yaşasın. Bu normaldir. Normal olmayan farklı dinî grupları tektipci bir anlayışla dizayn etmeye çalışmaktır. Dindara dini eksik ve biçimlendirilmiş bir halde ve dine inanmayana veya farklı dine inanana zorlama ile dinî eğitim vermektir.

ÖMER FARUK GERGERLİOĞLU

16.04.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

Başlıklar

  ŞEHİRLERDEKİ ORAN YÜZDE 17.2

  “İhtilâlciyim Allah’a şükür”

  Esnaf da destek paketi bekliyor

  CENAZE TÖRENİNDE VİZE, YEMİN TÖRENİNDE YASAK

  Ordu Peygamber ocağı ise başörtülüler niye dışlanıyor?

  HAK-İŞ:İşçi çıkaran firmalar denetlensin

  “KIRK SATIR MI, KIRK KATIR MI” SEKTÖRÜ

  Adıyaman medyasında gündem Bediüzzaman

  “Namaz resimleri sergisi”ne büyük ilgi

  Sanayicinin cirosu yüzde 15,5 azaldı

  Gözler Merkez Bankası’nda

  Ekonomiye dönün çağrısı

  İşsizlik fonu bütçeye kaynak oldu

  Toptan: Terör örgütüyle ilgili ek düzenlemeye gerek yok

  DP ambleminin değişmesi gündemde

  Savcı Murat Gök’e yetkileri geri verildi

  Sendikaların Taksim inadı

  Şahin’den Baykal’a sert tepki

  YÖK bugün toplanacak

  Önyargılarla bilimsel araştırma bir arada olmaz

  E-kayıt başvuruları 1 Haziran’da başlıyor

  Google, Mimar Sinan’ı unutmadı

  Binalar, depreme karşı “güç”leniyor

  İstanbullu çocuklar denizle buluşacak

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır

Kurumsal Linkler:
Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl

Reklam Linkleri:
Risale Yorum- Risale Çocuk- Oktay Usta - Euro Nur - Fıkıh İnfo- Ahmet Maranki- Cevşen - Yeni Asya Barla - Makdis