- Sayın pantolon, sizi tanıyabilir miyiz?
-Öncelikle belirtmeliyim ki, ben öyle her gazeteye kolay kolay mülâkat vermem. Hele, akredite olmayanlara hiç… Bakmayın şimdiki hâlime, eski vaziyetimde olsa idim, yanıma bile yaklaşamazdınız. Eski dedimse, şu bulunduğum eskimiş durumumu değil, yeni biçildiğim, kenarlarımdaki sırmalı çizgilerin bütün şa’şaasıyla parladığı, ütüsünün kılıç gibi keskin olduğu zamanları; palaska, meç, postal, üniforma ve asâ ile bütünleşmiş hâlimi anımsatmak istiyorum…
-Efendim, ism-i âlînizin kaynağını öğrenebilir miyiz?
-Tabiî… Şerefli ismimizin insanlık kadar eski târihi vardır. Atinalılar, Romalılar, Çinliler gibi o zamanların medenî kavimleri henüz birer kumaşa sarılıp, baldırı çıplak gezdikleri dönemlerde, bizler bozkıra daha dönmemiş ovalarımızda at sırtına rahatlıkla binmek için pantolonu îcad etmiş bir kavmin ahfâdıyız.
Her ne kadar bugün kullandığımız ünvan, İtalyan komedilerinin tipi olan pantalonenin uzun paçalı giyeceğinden Fransızca’ya pantalon olarak geçip yayılmış ve kullanıla kullanıla pantolon şekline dönmüş ise de, biz bu Avrupâî isimden çok memnunuz.
Tarihî seyir içinde şalvar, zıvga, potur gibi Asyalılık ve Ortadoğululuk kokan tarzlardan, Osmanlı padişahları arasında tek sevdiğim II. Mahmud devrinde, bugünkü medenî duruma kavuşturulmuş olması kıvanç vericidir. Sultan Mahmud’un bu takdîre şâyân hamlesi olmasa, ben hâlâ o gericiliği anımsatan kılıkta olacaktım! Düşünebiliyor musunuz, böyle bir görüntünün fecâatini?
-Sayın paşam, şeyy, afedersiniz, sayın pantolon, özür dilerim sizin yanınızda dilim dolanıyor ve yasal yasak olmasına rağmen ağzımdan kaçırıyorum..
-Önemi yok, önemi yok! Yasak da olsa o kelimeyi seviyorum, ne de olsa sevgili halkımız bu şekilde benimsemiş bulunmaktadır. Halkımızın bu tercihine saygılı olmak gerekir, değil mi? Bu bakımdan bana her zaman öyle hitâb edebilirsiniz…
-Efendim, acaba adınızın, Yunanca “tüm, bütün” anlamına gelen “pan” ön eki ile bir ilgisi var mı? Hani, pan-aziatizm, pan-teizm, pan-turanizm, pan-türkizm gibi…
-Ehee, ehh, lütfen konuyu dağıtmayın!
-Afedersiniz… Şu son günlerde zât-ı âlînizi kızdıran olaylara gelmek istiyordum..
-Bak, iyi ki o bahsi açtın. Gerçi ağzımı bozmak istemiyorum ama; canım bizi de rahat bırakmıyorlar ki… Şimdi çıkmış birileri, efendim bu pantolon eskimiş, tekaüd olmuş, o halde şunun paçalarını kesip kısaltalım diyormuş… Sen kimsin ulannn! Aman ne biçim konuşuyorsunuz? Böyle konuşuyorum. Önerinin değeri kadar cevap alırsın! Terzi Sirâcettin diyesiymiş bunu… Niyeti bizi kısa pantolon şekline sokup, ele âleme rezil etmek! O Sirâcettin’i sıkar yaa. Bu telefonu açar genel distribütör, “Bak bâyii, o terziye söyle ayaklarını keserim haa!” der, tak kapatır. Biz böyle yaptık. Buradan terziler salâvatla geçer. Ama distribütör bile adam değil. Yetiştirmez olsaydım bunları yaa!
-Aman efendim, kimin haddine düşmüş kısa pantolon..
-Yaparlar, yaparlar… Bunların eline makas geçti mi, keyiflerine göre keser, biçerler… Geçenlerde golf pantolonuna yapılan hakareti unutmadık. Memlekette sâha vardı da, biz golfa kapadık mı? Yok! Yok olunca ne yapılacak? Elbette, önce saha yapılacak. Yok, su kıtlığı varmış; yok, şu kadar dolar boşa harcanmış; yok, dağlara kar yağarken golf oynanır mıymış! Bahâne, hepsi bizi eskitip, paçalarımızı kesmek için bahâne…
-Efendim, külot pantolondan bahsediliyor; bir de blue-jeans’den..
-Hah, o yakışır. Fransızların “culotte” dedikleri, binicilerin giydiği, paçası dar, üstü geniş bu şekil bize çok yakışır. 60’lardan sonra pek giyilmez oldu ise de, o şâhâne baharda, Mayıs ayında bir giymiştik… Blucinin de kumaşı Amerikan oldu mu, fiyakasına doyulmazdı. O günleri hiç anımsatma, ne günlerdi, aslâ geri gelmeyecek…
-Gerçi şimdilerde o kelime iyice küçüldü de, affedersiniz..
-Öyle, öyle. Şu İstanbul bâyiinin terzisi Sirâcettin’in eline fırsat geçerse bizi minnâcık iç çamaşırına döndürecek. Pantolonların bir raconu var; hani karizması. Ne karizması yaa! Genel distribütörün kulağına diyorum ki, yaa kardeşim şunu şöyle yap diyorum. Böyle pısmırık bunlar, nasıl pısmırıklar yaa! Şerefsizim böyleler…
-Efendim, hiddetlenmeyiniz, renginiz attı. İnanıyorum ki, kimse sizin paçanızı kesip daraltamaz. Öyle bir sû-i kasta uğrayanları kotaya havâle ediverin. Orada gereği yapılır. Bu mülâkat için teşekkürler.
-Ben teşekkür ederim. Sayenizde biraz içimi döktüm, ferahladım.
|
Kartal, bu yılki teması ‘’Bilginin Yazgısı: Sanal Dünyaya Yolculuk’’ olarak belirlenen 45. Kütüphane Haftası’nın bugün başlayacağını hatırlattı.
Hafta kapsamında, ‘’Bilginin tarihsel süreçlerden geçerek günümüze ulaştığı hızlı dolaşımının vurgulanacağını, kütüphanecilik mesleğinin tanıtılacağını’’ belirten Kartal, şunları kaydetti:
‘’Çağdaş ve evrensel değerlerle donatılan ülkelerde, bilgi ve uzantıları baş tacı edilir. Doğal olarak, bu işle uğraşan kişi ve meslek grupları da bundan nasibini alır. Biz kütüphaneciler de bilgiyi içselleştirmemiş, toplumsallaştıramamış bir ülkenin bireyi olmanın sancıları içinde payımıza düşeni alırız. Bu durumun bilincinde olan bizler, elbette üzüntülüyüz ama üzüntümüzü daha da büyüten sebep, ülkemize düşen payın daha acımasız sonuçları doğurmasıdır. Özetle, bilgi üretme ve tüketme dengesini kuramamış ülkemizin giderek her bakımdan bağımlı olduğu, olmaya devam ettiği gerçeğini de yaşıyor olmamızdır.’’
Avrupa Birliği’ne odaklanan Türkiye için kütüphane sisteminin kaçınılmaz olduğunu ifade eden Kartal, ‘’Kütüphaneler konusunda toplumsal duyarlılığın günümüzde giderek zayıfladığını’’ kaydetti.
Kartal, açıklamasında, ‘’Türk kütüphaneciliği 45. Kütüphaneler Haftası’na çözüm bekleyen ciddi sorunlarla giriyor. Yasal dayanaktan yoksun halk kütüphanelerinin mevcut durumlarındaki belirsizlik, kütüphanecilerin çalışma şartları, özlük hakları ve Derleme Kanunu gibi sorunlar, gerçekte sadece kütüphaneciliğimizi değil, sosyal ve ekonomik hayata yaptığı olumsuz etkiler yüzünden tüm ülkeyi ilgilendirmektedir’’ ifadesini kullandı.
Ali Fuat Kartal, vatandaşın da kütüphanecilikteki eksiklikler konusunda yeterince duyarlı olmadığını öne sürdü.
|