Mûsibet, cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddemesidir
Tekrar biri sordu: “Mûsibet, cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddemesidir. Hangi fiilinizle kadere fetva verdirdiniz ki, şu mûsibetle hükmetti?
Mûsibet-i âmme ekseriyetin hatâsına terettüp eder. Hazırda mükâfatınız nedir?”
Dedim: “Mukaddemesi üç mühim erkân-ı İslâmiyedeki ihmalimizdir: salât, savm, zekât.
“Zira, yirmi dört saatten yalnız bir saati, beş namaz için Hâlık Teâlâ bizden istedi. Tembellik ettik; beş sene yirmi dört saat talim, meşakkat, tahrikle bir nev'î namaz kıldırdı. Hem senede yalnız bir ay oruç için nefsimizden istedi. Nefsimize acıdık; kefâreten beş sene oruç tutturdu. Ondan, kırktan yalnız biri, ihsan ettiği maldan zekât istedi. Buhl ettik, zulmettik, O da bizden müterakim zekâtı aldı. “Amelin karşılığı kendi türünden birşeyle verilir.”
“Mükâfat-ı hâzıramız ise: Fâsık, günahkâr bir milletten, humsu olan dört milyonu velâyet derecesine çıkardı; gazilik, şehadetlik verdi. Müşterek hatâdan neş’et eden müşterek mûsibet, mâzi günahını sildi.”
Yine biri dedi: “Bir âmir, hatayla felâkete atmışsa?”
Dedim: “Mûsibetzede mükâfat ister. Ya âmir-i hatâdarın hasenatı verilecektir; o ise hiç hükmünde. Veya hazine-i gayp verecektir. Hazine-i gaybda böyle işlerdeki mükâfatı ise, derece-i şehadet ve gaziliktir.”
Baktım, meclis istihsan etti. Heyecanımdan uyandım. Terli, elpençe yatakta oturmuş, kendimi buldum. O gece böyle geçti.
Sünûhat, s. 62, (yeni tanzim, s. 154)
***
(beşerde insan sûretinde şeytanın vekili olan ruh-u gaddar, fitnekârane siyasetiyle cihanın her tarafına kundak sokan el-hannas) der veya dedirir: “Siz kendiniz de dersiniz ki: Mûsibete müstehak oldunuz. Kader zalim değil, adalet eder. Öyleyse, size karşı muâmeleme razı olunuz.”
Şu vesveseye karşı demeliyiz: Kader-i İlâhî isyanımız için mûsibet verir. Ona rızâdâde olmak, o günahtan tevbe demektir. Sen ey mel’un! Günahımız için değil, İslâmiyetimiz için zulmettin ve ediyorsun. Ona rıza veya ihtiyarla inkıyad etmek—neûzü billâh—İslâmiyetten nedamet ve yüz çevirmek demektir.
Evet aynı şeyi—hem mûsibettir—Allah verir, adalet eder. Çünkü günahımıza, şerrimize zecren ondan vazgeçirmek için verir. O şeyi aynı zamanda beşer verir, zulmeder. Çünkü, başka sebebe binaen ceza verir. Nasıl ki düşman-ı İslâm, aynı şeyi bize icra ediyor. Çünkü Müslümanız.
Sünûhat, s. 98, (yeni tanzim, s. 235)
***
..suâl: Bâzı eşhâsın hatâsından gelen bu mûsîbet, bir derece memlekette umumi şekle girmesinin sebebi nedir?
Elcevap: Umumî mûsîbet, ekseriyetin hatâsından ileri gelmesi cihetiyle, ekser nâsın o zâlim eşhâsın harekâtına fiilen veya iltizâmen veya iltihâken taraftar olmasıyla, mânen iştirak eder, mûsîbet-i âmmeye sebebiyet verir.
Sözler, s. 158, (yeni tanzim, s. 279)
Lügatçe:
terettüp: Sıralanma, sonuç olarak çıkma.
mukaddeme: Öncü kuvvet.
mûsibet-i âmme: Umumî mûsibet.
ekseriyet: Çoğunluk.
erkân-ı İslâmiye: İslâmın rükûnları, şartları.
salât: Namaz.
savm: Oruç.
Hâlık Teâlâ: Yüce Yaratıcı.
müterakim: Teraküm etmiş, birikmiş.
buhl: Cimrilik, pintilik, el sıkılığı.
mükâfat-ı hâzıra: Hazır olan, mevcut olan mü- kâfat.
hums: Beşte bir.
velâyet: Velilik.
şehadetlik: Şehitlik.
neş’et: Doğma.
âmir-i hatâdar: Hatalı idareci.
hasenat: Güzellikler, iyilikler.
hazine-i gayp: Gayb hazinesi, var olan fakat görünmeyen hazine.
derece-i şehadet: Şehitlik derecesi.
fitnekârane: Fitne çıkararak.
el-hannas: Şeytan.
iltizâmen: İltizam yoluyla. Gerekli bularak, gerekli görerek.
|