Geçen günlerde Kafkas üniversitesinin düzenlediği II. Uluslararası Kafkas tarihi konulu sempozyuma iştirak etmek için serhat şehrimiz Kars’ta idik.
Ülkemizin dört bir yanından gelen yerli akademisyenlerle birlikte Kafkaslardan gelen ‘emekdar elm xadimleri’ tebliğlerini sundu. Tartışmalar, sorular cevaplar arasında üç günlük bir sempozyum maratonu daha sona erdi.
Son gün yapılan değerlendirme oturumunun ardından Anı harabelerine yapılan gezi ve ertesi gün Nahcivan seferi “işte bu” dedirtti katılımcılara. Otobüsümüz Anı yolunda ilerlerken hayalim yüzyıllar öncesine götürdü beni.
Hz. Ömer’in ordusunda kızgın çölleri geçerek kale duvarları önünde çarpışan yiğit süvarilere gıpta ettim önceleri. Daha sonra Bizans’ın bu uç kalesini alarak Anadolu’nun kuzey kapılarını İslâm ordularına açan Sultan Alpaslan’ın ordusunda çarpışan bir ecdadın ahfadı olmanın gururunu yaşadım yeniden. Hayalim Moğollara karşı korkusuzca çarpışan Celâleddin Harzemşah’ın askerlerinin arasına daldı bir anda.
Yıkımların, kırımların çözülüşlerin ardından gelen ard arda zaferlerde, Karakoyunlu, Akkoyunlu dedelerimin ordusunda at sürdüm hayal sahrasında. Yüzyıllar kaydı gitti muhayyilemden. Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın fakirhanesinde çekilişleri, yağmaları, Moskofun zulmünü yaşadım. Canhıraş haykırışlar kulaklarımı tırmalarken, yayan yapıldak göç yollarına düştüm.
Konya’ya, Cihanbeyli’ye Kulu’ya düştü yolum. Anadolum kucakladı beni.
Bağrına bastı yeniden. 1921 yılında bir kahraman çıktı Konya’mın bağrından.
Kara Bekir’in oğlu Kâzım Paşa’ydı bu kahraman. Yeniden aldı Moskof’un elinden Anı’yı. Ben de ordaydım. Onun ordusunda. Dedemle birlikte omuz omuza savaştım. Veremezdim Anı’yı. Camilerinde mescidlerinde anılarım vardı.
Neden mi vermezdim? Eski çağlarda Hurrilerin Urartuların Kimmerlerin hakimiyetinde kalan şehir, ortaçağda bizim hakimiyetimize geçmiş, önce Saka Türkleri eski Oğuz Boylarından Arsaklıların Kamsarakan soyundan Karampartın idaresinde kalmıştı da ondan. 430-646 yılları Sasanilerin hakimiyetinde geçiren şehir. Hz Ömer’in hilâfetinde İslâm orduları tarafından fethedilip İslâmla müşerref olmuştu da ondandı veremediğim...
1045 yılında Bizans’ın eline geçse de Alparslan’ın 1064 yılındaki ‘’İlk Rum Seferi” ile alınan yerler bir daha Bizanslılar’ın eline geçmemişti de ondan işte. Rumlar buralardan atılıp, merkezi Ani’de olan ve Selçuklulara bağlı Ani Şeddadlılar hükümeti kurulmuştur ki bugün antik şehri gezenlerde uyanan ‘burası bir İslâm ülkesi imiş’ hissini uyandıran mimarî eserlerin öncüleri olan ecdad tembihlemişti verme diye.
Daha sonra sırasıyla Gürcü Atabeylerin, Harzemşahın hakimiyeti altına giren şehir, 1235 yılında Moğol istilâsına uğrayarak tahrip edilse de 1339-1344 yılları arasında Müslüman olan İlhanlılar egemenliğine geçmişti ya ondan işte. 1406’da yeniden Türk hakimiyetine giren şehir, 1534 yılında Osmanlıların hakimiyetine girene kadar gene önce Karakoyunluların daha sonra da Akkoyunluların hakimiyeti altında kalmıştı da ondandı vazgeçemediğim.
93 harbinde Rusların eline geçen Anı, 40 yıllık bir esaretin ardından 1921 yılında İstiklâl harbimiz sırasında Ruslardan geri alınmış ve şanlı bayrağımız gönderine çekilmişti işte.
Yukarıda adını saydığım uygarlıkların her biri şehrin gelişimine tarifi mümkün olmayan katkılar sağlasa da, Müslüman fatihlerin bıraktıkları eserler antik duyguların sığlığında kaybolmaktan kurtarıyor Türk çocuğunu…
Anı’dan anılarla ayrılırken dilimden gayr-ı ihtiyarî şu kelimeler dökülüyordu: İla’yı kelimetullah için bir Anı’ya binler başını feda eden bu kadar şanlı bir ecdadın ahfadı olarak dünyaya gönderdiğin için Allah’ım sana şükürler olsun…
|