Komuta heyeti de “doğru yerde” mi?
“Tartışma”, istisnalar dışında, “terörü başarılı göstermek” amacıyla yapılmaz.
“Tartışma”...
1. Gaflet, ihmal, umursamazlık, sorumsuzluk, görevi suiistimal varsa, bunu anlamak ve hesabının verilmesi için yapılır.
2. Kiminin taammüden ihmali, bir felaketten siyasi, ekonomik, askeri kazanç gibi hesabı olmuşsa, hesabının sorulması için yapılır.
3. Bir de, tutulmuş yollar hatalı ise başka ihtimallere kafa ve yürek yormak için yapılır.
“Akan kanın sorumluluğuna ortak olmak” ciddi suçlama.
Ancak, “akan kanın sorumluluğu”...
Kanın akmaması, böyle akmaması, çok akmaması, hiç akmaması, çare bulunması “sorumluluğu” esas olarak devletin; başta iktidar ve onun yönetiminde varsayılan güvenlik ve istihbarat güçlerinindir.
“Sorumluluk” sahipleri, asli sorumluluklarını “tartışma”nın üstüne yıkamaz.
Son söz olamaz
Elbette “doğru bilgiye dayanmayan eleştiriler” her ortamda sorun. Hele böyle “akan kan” varsa.
Elbette gazetecilik “sokuşturma haber” merkezi değil.
Elbette “öldürenler”in katilliğini, saldırısını, şiddetini unutan, unutturan her “tartışma”; kasıtlı olmadığında dahi, eksik, yanlış, ayıp ve sorunlu.
Ancak, Genelkurmay makamı, “Herkesi dikkatli olmaya ve doğru yerde bulunmaya davet” makamı değil. Topyekûn esas duruşa geçirme makamı değil.
Burası cumhuriyet; “Doğru” ve “doğru yer” in tanımı, tarifi, mutlak hükmü kimsenin tekelinde değil.
Burası demokrasi; “Tartışma” zaten “doğrular” arayabilmek, “doğru yer” zannedilenleri sorgulayabilmek için.
Burası hukuk devleti; “geçici” emanet makamlarda bulunan, Meclis’e ve millete hesap vermesi gerekenlerden, ne Başbakan’ın, ne Genelkurmay Başkanı’nın “son sözü” tehdit olabilir. Hele hele “Silahlı kuvvet cevabı” vurgusuyla!
Neden, niye ki
Tabii ki, mesleğini ve işini yürütürken herkes dikkatli, özenli olmalı.
Gazeteci de, siyasetçi de...
Ama “asker” de; “komuta” heyeti de “dikkatli olmak” zorunda.
Bir saldırı olmadan hemen önce, yetkilerin, yetkililerin, komuta kademelerinin, tedbirin, bilginin, silahın, araç gerecin, düşünce ve eylemin “doğru yerde” olup olmadığını da “tartışma”lı.
“Karakol taşınacaktı da taşınamadı, mali ödenek...” açıklaması mı tartışılmayacak?
“Hava Kuvvetleri Komutanı’nın şu kadar saat haberi olmadı da golf oynadı...” açıklaması mı tartışılmayacak?
“Altı lider konumundaki personelden biri şehit oldu, dördü yaralandı” açıklamasının aslında “Karakolda 21 yaşındaki erlerin komutanı 21 yaşındaki şehit astsubaydı” diyememek olduğu mu tartışılmayacak? “Astsubay Meslek Yüksek Okulu” nda bile, uç karakolda lider olup hayatta küme düşen astsubaylara bunu izah edemeyen bir gelenek niçin tartışılmayacak?
“Onca istihbarata, görüntüye, uyarıya rağmen” bir “intihar saldırısı” olmuş, 17 can almışsa, niye tartışılmayacak?
Bu astsubay, uzman ve erler “terör ve terörle mücadele” başladığında daha doğmamışsa, arkadaki kanlı çeyrek asır neden tartışılmayacak?
Meclis’e kaçıncı kez “terörle mücadele paketi” gelmişse, o Millet Meclisi’nin milleti paketleri nasıl tartışmayacak?
Tabii ki... “Hakikat” diyenlerin bir kısmı birkaç kuş peşine düşmüşse, bu da tartışılacak!
Sabah, 16.10.2008
|
Umur Talu
17.10.2008
|
|
Aktütün skandalı aydınlatılmalıdır
Genelkurmay’dan bir buçuk gündür beklenen resmi açıklama yerine Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un Balıkesir’deki sancak töreninde konuyla ilgili olarak yaptığı çok sert bir konuşmanın haberi geldi.
Konuşmanın içeriğini sert üslubundan ayrıştırdığınız zaman geriye iki somut çıkarım kalıyor. Birincisi; TSK, Aktütün’de ne olduğunu soruşturmaktadır ve bir sonuca ulaştığında bunu kamuoyuyla paylaşacaktır. İkincisi de yayımlanan belgeler ve İHA görüntüleri gerçektir. Orgeneral Başbuğ belgelerin gerçekliğini yalanlamamış, bilakis, “Bilgileri sızdıranlar hakkında adli işlemlere başlanmıştır” sözleriyle zımnen teyit etmiştir.
Orgeneral Başbuğ’un sert üslubu, Aktütün hadisesinin en kötü cinsinden bir skandal olduğu, 17 kurbanın yakınları için de artık korkunç bir trajediye dönüştüğü gerçeğinin üzerini örtemez.
Aktütün karakolunun saldırı tehdidi altında olduğunu gösteren istihbarat bulguları neden değerlendirilmemiştir?
Türkiye Cumhuriyeti bu sorunun cevabını en kısa zamanda bulmak, bunu kamuoyuna açıklamak ve Aktütün skandalının sorumlularını cezalandırmak mecburiyeti ile yüz yüzedir.
Aktütün skandalı aydınlatılmazsa Türkiye’nin terörle mücadelesi zaafa uğrar. 24 yıldır ülke için canını vermekten, sakat kalmaktan çekinmemiş insanlardan aynı fedakârlığı sürdürmelerini beklemek artık eskisi kadar kolay olmaz.
Skandal aydınlatılmazsa, PKK’nın bundan sonra vuku bulacak saldırılarının kanlı sonuçları hakkında kamuoyunun şüphe duyması önlenemez.
(...)
Her türlü çıkarın üstünde tutulması gereken ülke güvenliği komplo teorilerine kurban edilmek istenmiyorsa bu skandal kuşkuya yer vermeyecek şekilde aydınlatılmalıdır.
Başka bir endişe kaynağı da ülke güvenliğinden sorumlu olan bir kurumun gizlilik duvarlarının böylesine delik deşik olduğunu görmektir. Gizli istihbarat raporları ve görüntüleri Genelkurmay’dan nasıl çıkarılabilmektedir? Bugün bir skandalı gözler önüne seren belgeler çalınmakta veya sızdırılmaktayken yarın ülke güvenliğiyle ilgili en hassas bilgilerin başka ellere geçmeyeceğini bu şartlarda kim, nasıl garanti edebilir?
Milliyet, 16.10.2008
|
Kadri Gürsel
17.10.2008
|
|
AŞIRI TEPKİ
Orgeneral Başbuğ’dan dün bilgi içerikli bir açıklama bekliyorduk ama öyle olmadı.
Tepki içerikli bir ihtar çekti medyaya!
“Hizaya gel” türü bir komutu işittik.
Aktütün sınır karakolunda 17 askerimizin şehit olduğu saldırı öncesi Genelkurmay’a gönderilen istihbarat raporlarının Taraf Gazetesi’nce yayınlanması, evet tereddütler yaratmıştı.
Birçok vatandaşın kafasında “Acaba çocuklarımız ziyan mı oldu?” sorusu uyanmıştı.
Böyle soruları cevapsız bırakmayacağına beslediğimiz inançla Genelkurmay Başkanı’nın yapacağı önceden haber verilen açıklamasını merakla bekledik.
Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Hasan Iğsız bu şüphelerin yersizliğini ayrıntılarıyla medyaya on gün önce açıklamıştı zaten. Orgeneral Başbuğ yeteri kadar farkedilmemiş o bilgilerin altını çizerek beklenen cevapları verir “Daha ayrıntılı tespitleri, soruşturma tamamlanınca size aktarırım” diyebilirdi.
Çünkü Orgeneral Iğsız, alınan istihbarat bilgileri ışığında hazırlık yapıldığını ve o sayede karakolun baskına uğramadığını on gün öncesinden söylemişti.
En önemli iki sebep
O brifingi dikkatle izleyenler, saldırı hazırlığının tespitinden sonra harekete geçen birliklerimizin bölücü örgütü çatışmaya mecbur bıraktığını öğrenmişlerdi.
Nitekim Orgeneral Başbuğ da dün Aktütün karakolunun güvenliğini sağlayan Bayraktepe’ye yönelik saldırının terör örgütü açısından bir “intihar saldırısı” sonucu doğurduğunu belirtmiştir.
Fakat bunu niçin hedefi genişletilmiş bir suçlama eşliğinde ve asabi bir tonla söylemiştir anlamak zor.
Bir komutan, düşük yoğunluklu da olsa savaş içindeki ordusunun moralini her daim üst seviyede tutmak zorundadır.
Doğru ama adaletli davranmak da görevi değil mi?
Belli ki tepki iki sebebe dayanıyor.
1. Gizli istihbarat raporlarının Genelkurmay’dan sızması
2. Bu raporların halkta güvensizlik uyandıran abartılı sunuş biçimi ve yorumlar eşliğinde halka yansıtılması...
Önce mıntıka temizliği
Genelkurmay Başkanı, medyanın doğru olduğuna inandığı bilgiyi, yasal engel yoksa her yerde değerlendirdiğini, bizde de değerlendireceğini kabul etmelidir.
Bunu önlemenin yolu, o bilgileri kullananları “terör örgütünü başarılı gibi gösterme” yanlışına düşmüş kişiler olarak damgalamak ve “akan ve akacak olan her damla kanın sorumluluğuna ortak” olacaklarını söyleyerek baskı altına almaya çalışmak değil, gizli raporların sızmasına mani olmaktır.
Bilgiyi sızdıranı değil de yayanı baskılamak, yanlış hedefe ateş etmektir.
Orgeneral Başbuğ düşmanı dışarda değil içerde aramalı, gizli belgelerin giderek daha sıklıkla sızdığını görerek buna önlem almalıdır.
Bu gerçekleştiği zaman her şeyin yoluna gireceğini herkes görecektir.
Orgeneral Başbuğ dünkü açıklamasını şu sözlerle bitirdi:
“Herkesi dikkatli olmaya ve doğru yerde bulunmaya davet ediyorum!”
Demokratik bir ülkede herkes zaten “doğru” olduğuna inandığı yerde durur.
Kimse tedirginliğe itilmemelidir.
Böyle bir uyarıyı adresi belirtilmemiş bir çağrı olarak yapmak, askerine güvenmeyi gelenek haline getirmiş bu ulusa haksızlık olur katil sürüsüne de hiç hak etmedikleri bir övünme sebebi verir.
Komutanın hassasiyetlerine saygı gösteriyor fakat üslubuna itiraz ediyorum.
Vatan, 16.10.2008
|
Güngör Mengi
17.10.2008
|
|
Kusur kimde?
Sayın Başbuğ’un başında bulunduğu kurumu her koşulda savunması elbette hakkıdır, görevidir.
Yasaları çiğneyen yayınlar nedeniyle yargıyı tahrik etmesine de saygı ile bakılır. Ama nasıl sivil politikacılara, özellikle Başbakan Tayyip Erdoğan’a anımsatmak zorunda kalıyorsak, Sayın Başbuğ’a da söylemek zorundayız:
“Gazetecinin verdiği haber gerçek ise, gazeteciden davacı olmak çıkar yol değildir. Çıkar yollardan biri, sözü edilen gerçek -özellikle kötü bir gerçek ise- onun değişmesi, düzelmesi ve tüm çabanın bu yönde olmasıdır. İkinci yol da gazeteciye değil o bilgi gerçekten devlet sırrı türünden ise, bunu medyaya verene fatura çıkarmaktır.”
(...)
ABD hükümetinin Vietnam savaşı ile ilgili planlarını, izlediği ve izleyeceği politikaları içeren “Gizli” damgalı bir rapor 1971 yılında The New York Times Gazetesi tarafından yayınlanınca ABD’de kıyamet koptu. Başkan Richard Nixon’un emriyle gazete ve ilgili muhabir hakkında dava açıldı. Ama uzun süren hukuk kavgasını The New York Times kazandı. Böylece kusuru “gazetecide” değil, “kendi kurumunda” aramak gerektiği tartışmasız şekilde kabul edildi.
Hürriyet, 16.10.2008
|
Oktay Ekşi
17.10.2008
|
|
Kızgınlık yanlışlık kaynağıdır
Sayın Başbuğ’un açıklamasının kabul edilemez tarafı saklayamadığı, belki saklamak istemediği duygularıdır.
Genelkurmay Başkanımızın bu kadar kızmasını da, halkın izlediği bir sırada kızgın görünmesini de göreviyle bağdaştıramıyorum.
Ordumuzun herhangi bir harekâtının komutasında hata görenlerin, bu harekâtın karşısındakileri başarılı gördükleri söylenebilir. Aktütün baskınında, hata yapıldığını iddia edenler doğal olarak baskını yapanları o gün için başarılı tarafa koymuşlardır. Böyle düşünenleri, PKK’yı başarılı ve haklı bulduklarını kabul etmek ne büyük haksızlıktır. Oysa onlar, PKK’nın başarısını övmüyorlar, tam tersine, onun karşısında hata yapılmamasını istiyorlar.
Sayın Başbuğ, ‘Bölücü terör örgütünün yaptığı eylemleri başarılı gibi gösterenler, akan ve akacak olan her damla kanın sorumluluğuna ortak olurlar’ kanısındadır ve ‘Bunu herkesin iyi anlamasını istiyorum’ demektedir. Bunu anlayamadığımı açıkça yazıyorum; ordumuzun herhangi bir harekâtını kusurlu bulmanın, dökülen kanların sorumlusu olabileceklerini anlayamıyorum.
Ordunun yaptıkları doğrudur, eleştirilemez deniliyorsa onu tartışalım!
Radikal, 16.10.2008
|
Tarhan Erdem
17.10.2008
|
|
TSK SORGULANAMAZ!
Tanklar medya kurumlarına mı yönelecek?
Önce Aktütün saldırısı olduğunda, Hava Kuvvetleri Komutanı’nın golf oynaması... Sonra ‘insansız keşif uçakları’ndan alınan görüntülerle, telsiz konuşmalarıyla, saldırı hazırlığının tespit edildiğinin ortaya çıkması...
TSK, son zamanların en ağır eleştirileriyle karşı karşıya... Yalanlama da yok. Ancak yapıcı bir özeleştiri, tatmin edici bir açıklama yapmak yerine bu haberleri yayınlayanlar ‘terörist’ ilan ediliyor. ‘Tarafınızı seçin’ deniyor. Bu ne demek? Ya PKK’nın ya TSK’nın tarafındasın demek! Böyle bir anlayış hangi muasır medeniyette var?
Org. İlker Başbuğ’un sert sözleri üzerine soğukkanlılıkla düşünelim:
1. ‘Dağlıca’dan sonra Aktütün baskını da biliniyordu’ demenin, teröristleri başarılı ilan etmekle ne alakası var? Asıl bu bilgiyi saklamak ‘akan ve akacak olan kanın sorumluluğuna ortak olmak’ değil midir?
2. Bu ülkede radikal Kürt milliyetçileri dışında kimsenin PKK’yı başarılı gösterme derdi olamaz. Başarı-başarısızlık kriterinden bakacak olursak, 28 yıldır süren bu savaş, sonlanmadığı için başarısızlıktır.
3. Elbette Aktütün’de bir kahramanlık destanı yazılmıştır, Dağlıca’da da yazılmıştır, Şırnak’ta da, Hakkari’de de... Askerlerin kahramanlığını ve kendini güvenini -haşa!- sorgulayan yok. Ancak siyasi yahut askeri, yönetimde ve istihbaratta sorunlar varsa, bunların ortaya çıkarılmasını ve çözülmesini istiyoruz. Bu istek, bizi terörist mi yapıyor yani?
4. ‘Sınırları aşan eleştiriler’ nedir, eleştirinin dozunu TSK nasıl belirleyecek, en önemlisi bu eleştiriler ‘doğru bilgiye’ dayanmıyorsa, gerçek nedir? Bunun cevabını da alamadık.
5. Başbuğ, ‘sistemli saldırılar karşısında, her ordunun vereceği cevap bellidir’ dedi. Ordunun ‘yanıtı’ genelde silahlı olur, bu durumda tanklar medya kurumlarına mı yönelecek demek?
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak ne olup bittiğini öğrenme, sorgulama hakkımız olmalı. Ancak kol kırılır, yen içinde kalır hesabı, ‘söz konusu TSK olunca hiçbir şey sorgulanamaz’ deniyor. Nokta.
Doğrusu Org. Başbuğ’un göreve gelmesiyle, TSK’nın daha farklı, daha modern ve yenilikçi bir iletişim stratejisi yürüteceğini umuyorduk. Sadece şeklen değil, içerik olarak da. Olamadı...
Akşam, 16.10.2008
|
Mehveş Evin
17.10.2008
|