"Gerçekten" haber verir 15 Eylül 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Restleşmeye devam…

Erdoğan-Doğan kavgası Türkiye gündemini esir almaya devam ediyor. Başbakan, dün partisinin Beyoğlu ilçe kongresinde Doğan Grubu’na yönelik sert eleştirilerini sürdürdü:

Doğan medyasındaki aleyhte yayınları “Hortumları kesilince rahatsız oldular” diye izah etti. Doğan Grubu’nun yayıncılık faaliyetinin nasıl işlediğini ise şu cümlelerle anlattı:

“RTÜK’le çıkar çelişkiniz olacak, RTÜK Başkanı’nı hedef alacaksınız. SPK’da dosyanız olacak, SPK’yı vuracaksınız. Belediyede işiniz olacak, belediyeyi vuracaksınız. Hükümetle işiniz olacak, aleyhinde kampanya başlatacaksınız...”

Erdoğan daha önce “Önümüzdeki hafta sonuna kadar bekleyeceğim, siz açıklamazsanız ben açıklarım” diye konuşmuştu. Dün, Aydın Doğan’ın kendisine yazdığı mektupları açıkladı. “Yeri geldikçe birçok şey açıklanacak” diye de ekledi.

Erdoğan’ın “Medya’nın En Büyük Çürütücüsü” Doğan Grubu’na yönelttiği eleştirilerin içeriği ziyadesiyle haklı; buna mukabil Başbakan’ın yöntemi sorunlu…

Karşılıklı restleşmeye girmek yerine, Doğan Grubu’nun perde arkasında kalan bütün cinliklerini, falsolarını gün ışığına çıkarmak gerekirdi.

Doğan Grubu’na “Hükümet özgür medyaya baskı yapıyor” propagandası icra etme fırsatı doğdu; neticede Uluslararası Basın Enstitüsü çıktı “Erdoğan Doğan Medya Grubu’na ültimatomunu geri çeksin” açıklamasını yapıverdi. Yarın bir gün, Doğan Grubu’nun üzerine varsayalım bir şekilde gidilirse mesela herhangi bir konuda bir inceleme veya soruşturma açılırsa; o vakit, Aydın Doğan ve Adamları bu durumu Başbakan’la yaşadıkları çatışmaya bağlayacaktır!

* * *

Doğan Grubu, elindeki medya gücünü “iş bitirmek” üzere baskı aracı haline dönüştürmek çürütücülüğünü eskiden beri kendisine hak olarak görüyor. Kimse çıkıp da buna “gazetecilik” faaliyeti falan demesin. Aydın Doğan’ın “Ne var bunda?” diye andığı ‘Hilton Numarası’ devede kulaktır.

“Kaybeden Statüko”nun yıllanmış amiral gemisi olan grubun son dönemdeki en büyük özelliği darbeci Ergenekon örgütüne toz kondurmamasıydı. Bu konunun Doğan Grubu’nun karnını fena halde ağrıtmasının nedeni ne olabilir acaba?

Bir başka husus daha var: Hürriyet’in kaptanı, patronunun başbakanla girdiği restleşmenin sonunda ağzındaki baklayı bakınız hangi manidar soruyla çıkardı:

“Türkiye’nin Avrupa Birliği standartlarındaki yeni anayasasını bu insan mı hazırlayacak?”

Demek ki “sivil anayasa” da “bir başka karın ağrısı” imiş!

Doğan Grubu, beş yıl önce tezkerenin reddedilmesi üzerine depresyona girmişti. Grup, geçen yıl da Gül’ün Cumhurbaşkanı olamaması için çok çaba sarf etmiş ancak engelleyememişti. Son olarak “AKP’nin kapatılması” için giriştikleri mücadeleden netice alamadılar.

Yani? Artık “racon” kesemiyorlar!

Ergenekon gerçeğini itina ile hasıraltı etmeye, her fırsatta gündemden düşürmeye devam ediyorlar; nihayetinde “Sivil Anayasa’nın hayata geçirilmemesi”ni kendilerine misyon olarak biçtikleri anlaşılıyor.

* * *

Deniz Feneri iddianamesinin dünyanın her yerinde haber niteliği taşıdığına zerre kadar kuşku yok. Bu haberlere hiçbir gazete kayıtsız kalamaz, kalmamalı…

Almanya’da beşinci duruşması yarın yapılacak Deniz Feneri davasının haberlerine yer veren Hürriyet’in yöneticileri yazarları –hatırlayınız- Ergenekon soruşturması hakkında “Konu yargıda” gerekçesiyle tek kelime etmemişlerdi. Deniz Feneri olayını öne çıkarmak doğru, gayet güzel; peki ikincisini hala cansiperane savunmak ne iş?

Başbakan’ın, Deniz Feneri haberlerinin -kendisiyle irtibatlıymış gibi gösterilmesinden yola çıkarak- doğru yansıtılıp yansıtılmadığı hususunu eksen almak suretiyle Doğan Grubu’nu eleştirdiğini de unutmayalım.

* * *

Doğan Grubu’nun bütün çürütücü misyonu ve son dönem tezviratı bir kenara; Başbakan Erdoğan’ın takip etmesi gereken yol, gündemdeki yolsuzluk iddialarına karşı net ve kararlı bir duruş sergilemesidir.

Doğan Grubu’nun ne yaptığına bakmaksızın, Deniz Feneri olayının üzerine gitmektir. Deniz Feneri Dosyası Türkiye’ye gönderildiği taktirde (haberler bu yönde) suçlamaya maruz kalanların yargı önüne çıkarılmasına yardımcı olmaktır.

Fakir fukaraya yardım yapılan bir organizasyonda suçlanan kimseler şahsi menfaat sağlanmışlarsa, bunun hesabı mutlaka sorulmalıdır.

TBMM eski başkanı Bülent Arınç, “Türkiye hukuk devletidir. Her suç ve iddia mutlak araştırılmalıdır” diyerek hadisenin üzerine gidilmesi yönünde tavır koymuş; doğru olanı yapmıştır.

Yeni Şafak, 14.9.2008

Tamer Korkmaz

15.09.2008


 

Türkiye’de iki Başbakan var

Sevgili okuyucular, yazının başlığını okuyup da sakın ‘Oruç başına vurmuş galiba!’ demeyiniz. Gerçekten de 27 Mayıs’ta ‘Darbeler Dönemi’nin başlangıcından bu yana daima iki başbakan olmuştur. Birisi, seçim yoluyla gelen ‘Sivil Başbakan’, diğeri ise atama yoluyla gelen ‘Asker Başbakan’...

Geçen gün Bosna Hersek’in üç Cumhurbaşkanı, Gül’ün yanında poz verirken aklıma geldi. Bizde de Başbakan Erdoğan ile Başbuğ Paşa birlikte podyuma çıkmalıdırlar.

Yarım asırlık uygulama

Efendim, bizdeki ‘Çifte Başbakanlık Sistemi’ne 27 Mayıs 1960 Darbesi’yle geçilmiştir. Bu tarihte başlayan Darbe Dönemi’nde, seçilmiş (bazen atanmış) sivil başbakanların yanında, parlamenter sistemle aslâ bağdaşmayan yetkilerle donatılmış asker cumhurbaşkanları, âdeta ikinci bir başbakan olarak fonksiyon sahibi olmuşlardır. Sivil cumhurbaşkanları seçilince, bu defa da Genelkurmay Başkanları ‘İkinci Başbakan’ olarak ‘görev’ almışlardır.

Sistemin temelinde şu düşünce vardır: Merkez sağ popülist politikacılar gerici halka verdikleri tavizlerle lâiklik ilkesini zedelerler ve ülkenin bütünlüğünü tehlikeye sokarlar. Onun için, Türkiye’nin yönetimi ‘tencereyi pisleten’ politikacılara verilmeyecek kadar ciddî bir iştir. İpin ucunu elimizde tutmalıyız.

Bu maksatla, bir yandan 1961 ve 1982 Anayasaları’na yasamanın yetkisini sınırlayan ve yürütmenin önünü kesen mekanizmalar yerleştirilmiş; bir yandan da ‘İkinci Başbakan’ın gayriresmî ve fiilî kontrolu kurulmuştur.

‘Bir dalda iki kiraz’

Efendim, Çifte Başbakanlık Sistemi, kendisini evvelâ Millî Güvenlik Kurulu’nda (MGK) hissettirmiştir. Kurul toplantısında Cumhurbaşkanı’nın sağ tarafında Başbakan (Sivil Başbakan) ve bakanlar yer almış; sol tarafında da Genelkurmay Başkanı (Asker Başbakan) ve kuvvet komutanları (asker bakanlar), aynı sayıda sıralanmıştır. 1960-1989 arasındaki otuz senelik dönemde hep asker cumhurbaşkanları bulunduğu için de, MGK askerî ağırlıklı olmuştur.

Nasıl ki ‘Millî Güvenlik Siyaset Belgesi’, uzun bir dönem boyunca Anayasa’dan daha üstün bir belge olarak görülmüşse, ‘Asker Başbakan’ın başbakanlık teşkilâtı görevini de Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği üstlenmiştir. Bu teşkilât, devletin diğer birimleri üzerinde her türlü icra ve denetim yetkisine sahip kılınmıştır (2003’te bu yetkiler budandı).

Genelkurmay Başkanları, kendilerini şeklen Başbakan’a bağlı görmüşler fakat uygulamada Başbakan’a paralel bir hüviyet içinde bulunmuşlardır. Bu noktada bir hatıramı nakledeyim: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yüksek Kurulu’nun ilk toplantıları Ulusu Hükûmeti zamanında yapılmış. Özal Başbakan olduktan sonra yapılacak ilk toplantıyı da ben düzenledim. Başbakanlık Toplantı Salonu’ndaki Başkanlık masasında iki sandalye vardı. Meğer daha önce Başbakan ile Genelkurmay Başkanı burada birlikte oturuyorlarmış. Bunun üzerine, Genelkurmay Başkanı’nın isimliğini kaldırıp soldaki ilk masaya koydum. Karşısına da Başbakanlık Müsteşarı isimliğini yerleştirdim. Toplantı başlamadan biraz önce gelen Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ Paşa, doğruca başkanlık masasına geldi. İsmini bulamayınca şaşırdı. Ben de yanına gidip ‘Buyurun Paşam, yeriniz burası’ diyerek yer gösterdim. Üruğ Paşa çok bozuldu ve bir daha Kurul toplantılarına katılmadı.

İyi ama siz Başbakan değilsiniz ki...

Efendim, bizim Genelkurmay Başkanlarımız ve Kuvvet Komutanlarımız diğer demokratik ülkelerinkine benzemezler. Son derece bilgili ve kabiliyetlidirler. Her konuda görüşleri vardır ve bu görüşlerini halkın istifadesine sunmakta hiç de cimri davranmazlar. Bol bol beyanat verirler, konuşurlar, eleştirirler, velhâsıl lâflarını hiç esirgemezler. Meselâ bendeniz geçtiğimiz temmuz ayında yayınlanan Genelkurmay açıklamalarının hesabını şaşırdım.

Göreve gelmeleri âdeta bir cülûs töreni, veda etmeleri ise millete verilen tarihî dersler niteliğindedir. Her Genelkurmay Başkanı’nın göreve gelirken okuduğu bir ‘Hükümet Programı’ vardır. Bizim Asker Başbakanlarımız, yoldan çıkan Sivil Başbakanlarımızın kulaklarını çekmeyi hiç ihmal etmezler. Meselâ; TBMM’de meslek okulları konusunda kanun tasarısı mı var; Genelkurmay bildiriyi yayınlayıverir. Ne ilginiz var diye sorarsanız, cevap hazırdır: Bizim de okullarımız var derler.

Dış politikaya bayılırlar. Sözgelimi Kıbrıs Davası, aslında Sivil Başbakan’ın değil, Asker Başbakan’ın işi gibidir. Arada sırada AB’nin haddini bildirmekten de geri durmazlar... Öyle ya, onlara göre siviller bu işleri bilmezler...

Başbuğ Paşa’nın yeni icraat dönemindeki uygulamalarını takip ediyorum. Evvelâ, harika bir konuşma yaptı; gerçekten çok beğendik. Arkasından, çeteci paşalara sahip çıktı; yadırgadık ama insanlık hâli dedik. Son olarak da Güneydoğu gezisini ve halkla kucaklaşmasını hayranlıkla seyrettik. Hele, terörle mücadele konusundaki haklı tespitlerini memnuniyetle alkışladık...

İyi ama tatlı paşam, siz Başbakan değilsiniz ki!..

Radikal, 14.9.2008

Hasan Celal Güzel

15.09.2008


 

Siyasetin çelik korsesi...

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, üç gün önce iki gerekçeli kararın da ekimin ilk haftasına yetiştirileceğini açıkladı.

Bunların ne olduğunu sıralarsak...

İlki, Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği üniversitelerde türban düzenlemesine ilişkin Anayasa’nın 10 ve 42’nci maddelerindeki değişiklik...

İkincisi de AK Parti hakkındaki kapatma davası...

Anlaşılıyor ki, gerekçeli kararların yayınlanmasıyla birlikte, üç hafta sonra Türk siyaseti yeni bir döneme girecek.

Daha ilerisi iki gerekçeli kararla Türk siyaseti çelik korsenin içine sıkışacak.

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin de bir süre önce basın toplantısında vurguladığı gibi “Siyasetin hareket alanında önemli bir daralma ve sıkışıklık” olacak.

Hele ki daha parlamento yeni yasama dönemine başlamadan ortaya çıkan bugünkü gerilimli ortam buna eklendiğinde, daralmanın etkisi daha fazla hissedilecek.

Siyasetin bu tablodan kurtulmasının iki yolu var: Ya sorunlar parlamento bünyesinde çözüme kavuşturulacak veya erken genel seçim sandığında çözüm aranacak.

Sabah, 14.9.2008

Muharrem Sarıkaya

15.09.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün haberler

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır