Ömür, hizmet yolunda anlamlıdır. Hizmetler insanın içindeki uyuyan kabiliyetleri uyandırıyor.
35 senelik Yeni Asya okuyucusuyum. Bugüne kadar gazeteye yazı yazmayı hiç düşünmemiştim. Ta ki iki senedir Almanya’ya gidene kadar. Almanya’ya her gidişimde, hizmetlerin içinde öyle güzel olaylar yaşadım ki, içimden bir ses, Yeni Asya okuyucusuyla bu hizmetleri paylaş diyordu. Ben de kalemi alıp elime, yazmaya başladım.
Hizmetler insanın içindeki uyuyan kabiliyetleri uyandırıyor. Yine sizinle paylaşmak istediklerim var. 2008’in 4. ayında yine Almanya yolu görünmüştü. Bizi de Mainz, Gustavsburg’ta kermes yapmak üzere çağırdılar.
Burada ilk kez kermes yapılacaktı. Haliyle arkadaşlarda hem ilk kez kermes yapacak olmanın tedirginliği vardı, hem de başarabilir miyiz düşüncesi vardı. Urfa’dan epey bir hazırlıkla, dört beş valizle yola çıktım. Ankara’dan beni Almanya uçağına bindiren oğlum, “Anne, herkes bir valizle gidiyor, sen dört beş valizle gidiyorsun” demişti. Ama onun bilmediği bir şey vardı, bu valizler benim şahsî eşyalarım değildi.
Tek başına ilk defa uçağa biniyor olduğumdan biraz tedirginlik vardı. Ama Almanya’ya indiğimizde beni karşılayan kardeşler bütün yorgunluğumu almıştı. Zaman kaybetmeden kermes hazırlıklarına başlamıştık. Bir hizmet mahallinden başka bir hizmet mahalline gitmek, oldukça güzel ve anlamlı bir duygu idi.
Bu arada eşim Şemseddin Çakır’ı Kutlu Doğum haftası faaliyetleri çerçevesinde Fransa Paris’ten konferansa dâvet ettiler. Eşimle birlikte buraya gittik. Kalabalık bir cemaat topluluğu beklerken, bu konferansı 3-4 ailenin organize ettiğini öğreniyoruz. Bir yıl içerisinde çocuklarına Kur’ân okuma öğretmişler, sohbetler yapmışlar, bunun sonucunda da Can Kardeş (dergisi) Çocuk Şenliği gerçekleştirmişler. Bu program içerisinde kermes ve konferans da yapıyorlar.
Fransa’nın başşehri Paris’e ulaştığımızda, bizi bir sevgi halesi karşılamıştı. Dikkatimizi çeken noktalardan birisi, Fransa’da Fransızlarla birlikte, Türkler ve Arapların belirgin şekilde mahallerdeki varlığı idi. İnsanların burada renkleri birbirine karışmıştı. Adeta insanlık ailesinin çeşitliliği için Fransa bir örneklik teşkil ediyordu. Bu durum aynen ertesi günkü konferansa yansımıştı. Risâle-i Nur buradaki renkleri, ırkları farklı insanlar için bir birleşme noktası olmuştu. Arap, Türk ve Fransız asıllı vatandaşların Müslüman çocukları birlikte söyledikleri ilâhilerle programa renk katmışlardı.
Program konuşmasında eğitimci Şemseddin Çakır, ilk iltifat ve teşekkürünü çocuklara yaptı. Ve konuşmasında onlara seslendi: “Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (asm) insanlık bugün her devirdekinden daha çok muhtaçtır. Bu asırda bilhassa 1850’den itibaren insanlığın başına musallat olan materyalist felsefe insanları daha zelil, yetim ve hırçın etmiş, tarihte emsali görülmemiş anarşilere insanlık şahit olmuş ve olmaktadır. İnsanlık huzur ve saadet arayışını sürdürüyor. Kur’ân-ı Kerim, insanlığın bu arayışına cevap veriyor.”
Konuşmada dikkat çekilen bir başka husus ise, insan eğer insan olmazsa, imanla süslenmezse canavar bir hayvana inkılâp eder denilmekteydi.
Sonrasında Can Kardeş Çocuk Şenliği başladı. Nur yüzlü kız çocukları adeta birer ders veriyorlardı. Özellikle de içlerinden birisi zenci olarak simsiyah yüzün üstüne bembeyaz bir başörtüsü alarak oldukça dikkat çekiyordu. Burada renklerin dayanışması kendini gösteriyordu.
Çocuk, önce kendi diliyle ‘Bütün Müslümanlar kardeştir’ dedi. Sonra Türkçe, Almanca, aynı sözleri söyledi. Çocuğun yaşı küçüktü, ama çok büyük mesaj veriyordu.
Can Kardeş Çocuk Şenliğinden sonra kermes açıldı ve dolu dolu bir gün geçti.
Bunu da yapan dört aile idi. Demek çokluk önemli değildi, ihlâsla yapmak önemliydi. Ve gerçekten onlara imrendim. Tebrik ettim ve duâ ettim.
Gözlerine baktığım zaman hizmet fışkırıyordu. Hepsinin hedefinde Paris’e bir dershane açmak vardı. Duâlarımız onlarla.
Paris’e gidince, Eyfel Kulesine çıkmadan olmazdı. Hakikaten bir san'at harikasıydı. Ama onun tepesine çıkmak için epey bir zaman gerekiyordu.
Sıraydı, biletti derken iki saat geçiyordu. Biz de bir gece kalacağımız için çıkmak zorundaydık. Tam Eyfel Kulesinin tepesine çıktık. Akşam namazı geçiyordu. Erkeklerin ceplerinde naylon seccadeler olduğu için, hemen serdiler ve namazı kıldılar. Ama inanın hiç kimse rahatsız olmadı. Herkes saygıyla karşılayıp geçtiler. Burada inanca ancak saygı duyuyorlardı. Bu davranış bir yadırgama, bir sansasyonel haber konusu olmuyordu. İnsanlardaki anlayışa, demokrasiye hayran kaldım. Sanki onlar her gün karşılaştıkları olaymış gibi karşıladılar. Her yerde, her mekânda seccadeni ser, namazını kıl, kimse rahatsız olmuyordu. Bu duygularla Paris’teki kardeşlerle vedalaşıp ayrıldık.
Gustavsburg’a döndük. Faaliyette rahmet var düşüncesiyle kardeşler, okuma programı yapmaya karar verdiler. Ve bizim tavsiyemizle S. Bahattin ve Yasemin Yaşar’ı Almanya’ya dâvet ettik. Program oldukça güzel oldu.
Erkeklerin okuma programı dolu dolu ve çok istifadeli geçti. S. Bahattin kardeşin hazırladığı programla, sabah namazıyla başlayıp, yatsı namazıyla biten programlar yaptılar.
Hafta sonu kermesin açılışını yaptık. Hiç unutamayacağımız hizmet dolu güzel günler yaşadık. Bütün Müslümanlar kermese akın akın geldiler. Sohbet köşesi, döner köşesi, giriş bölümü çok güzel organizasyon yapılmıştı. Nitekim tatlılardan yok yoktu.
Üç gün Almanya’nın ortasında bayram yaşadık. Müslümanların panayırı gibi oldu. Kardeşlerin uyum içinde birbirlerine sevgi ve saygı duyarak, muhabbetle koşuşturmaları, üç gün boyunca sabah erkenden tatlı uğraşları, her gelen Alman’a Almanca’ya çevrilmiş risâle hediye etmeleri, kermesin çevresinde Yeni Asya, Can Kardeş, Bizim Aile ve Köprü reklâmları, Üstadın resmi, bir bölümde Yeni Asya Neşriyatın kitap reyonu. Böyle durumda madde akla gelir miydi? Ama son gün kermes toplanırken çok hüzünlendik.
Burada sizinle paylaşmak istediğim bir olay var. Kermes bitti, artanları eve taşıyoruz. Evin mülk sa hibi biri bize zorluk çıkarıyor. Tartışma sonrası ev sahibi polis çağırdı. Ve polisin verdiği cevap oldukça dikkat çekiciydi. Tam bir adaletli davranış şekliydi. Mülk sahibine, “eğer sen burayı kiraya vermişsen; burada oturana, girene çıkana karışamazsın. Onun kararını burayı idare edenler verir. Burası demokrasi ülkesidir. Çan sesinden rahatsız olan evini kiliseden uzağa taşır ve karışamaz. Kesinlikle bunlara müdahale edemezsin” diye uyardı.
Kermesten sonra güzel bir bayramın hazırlığına başladık. Bir büyük otobüsü doldurarak, Gustavsburg’tan yola çıktık. Otobüsün önünde Türk bayrağı, bayrağın yanlarında Üstadın resmi, yan taraflarda ise Mainz-Gustavsburg Nur Cemaati diye büyük bir yazı bulunuyordu. Köln’e girerken yıllardır tadını, lezzetini unutamadığım Ankara ‘Kocatepe Mevlidi’ni hatırladım.
Programa giderken Ahlen’den iki otobüsle ekibe katıldı. Otobüslerin önünde Gonca Gençlik Grubu yazıyordu. Bir Hıristiyan memleketinde bu durumu yaşamak bambaşka bir olaydı. İnanın duygularımı yazıya dökmekte zorluk çekiyorum. Bu mutluluk içerisinde peş peşe otobüslerle konferansa gittik. Otobüsten inen kardeşlerin nasıl muhabbetle kucaklaştıklarını görmek, görülmeye değerdi. Herkesin yüzünde tebessüm, bir köşeye çekilip seyrettim. Herkes mutluydu. O gün bütün dertlerini, sıkıntılarını atmışlardı. Allah rızası için koşuşturan insanlar vardı.
Derken Şükrü Bulut kardeşin sesi yükseldi: ‘Arkadaşlar, konferans salonuna geçelim’ diyordu. Bütün satış reyonlarının üstü kapatıldı. Satışlar durdu.
Ve konferans salonuna geçildi. Kur’ân-ı Kerim’le açılış yapıldı.
Yeni Asya’nın imtiyaz sahibi Mehmet Kutlular Ağabey, aile konulu panelin açılış konuşmasında şunları söyledi: ‘Aslında biz Müslümanlar olarak pratikte aile problemlerimiz yoktur. Ancak dünyayı kafasına göre şekillendirmek isteyen Marksist ve sapık ideolojiler bizim aile huzurumuzu kıskandı. Bizi dıştan rahatsız ederek huzurumuzu kaçırmaya çalışmaktadırlar.
Aslında dünyanın da en mühim problemi budur.’ dedi.
İkinci konuşmacı Prof. Dr. Ali Bakkal ise, ailenin bir ihtiyaç olduğunu, zevç kelimesinin mütemmim cüz mânâsını ifade ettiğini, yani birbirini tamamlayan iki şey olduğunu izahla, evliliğin hayata merkez ittihaz etmek olduğunu, evliliğin dinin yarısı olduğunu nakletti.
Sonra üçüncü konuşmacı Tübingen Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Albert Biesinger idi. Onun itiraf ve istekleri dikkat çekiciydi: ‘Bizde artık aile çökmüş bulunuyor. Bunun sebepleri materyalist yaklaşımdır. Materyalizm ilâhî dinlere sürekli sataşıyor ve karşı duruyor. Her hastalığın çaresi olduğu gibi, bu hastalığın da çaresinin olduğunu ve bunun ilâcının da yine ilâhî dinlerde bulunduğuna inanıyorum. Onun için son dinin mensupları olan Müslümanlarla iş birliği yapmak gerekliliğine inanıyorum. Aileyi yeniden diriltme konusunda işbirliği yapmamızın gerekliliği kaçınılmazdır. Din, ancak huzurlu bir ailede yaşanır. Mutlaka çocuklarınıza İslâmı öğretin. Biz de öğretelim ve müşterek platformlarda görüşelim. Bir de sizden isteğim bilinçli, kültürlü ve itikadı sağlam din adamları gönderin ki, onlar bizim çocuklarımızı burada eğitsinler.”
Son konuşmacı olan Şükrü Bulut; ailede, yuvayı dişi kuşun yapacağını bilen zındıka komiteleri, Allah’ı inkâr pahasına bütün meşrû otoriteleri kaldırarak, insanlığı inkâr ve sefahatte boğmaya çalışarak, insanlığın inancını, dinini, namus ve şerefini yasa dışı tahassüngâh ile kale olarak aileyi görüp yıkmaya çalıştığını izah etti.
Programın sonunda Türkiye’den gelen müzik grubuyla ilâhiler, marşlar söylendi. Bütün saff-ı evvel ağabeyleri sahneye alıp, ‘Annem beni yetiştirdi’ ve ‘Çamdağından esen yeller’ şiirini hep beraber okudular. Avrupa’nın ortasında salon inliyordu. İnsanın böyle sahnelerde duygulanmaması mümkün değildi. Üstad’ın müjdeleri bir bir gerçekleşiyordu.
“Ben acele etti kışta geldim, sizler cennetasa bir baharda geleceksiniz” diyordu Üstad. Şimdi bu ve benzer salonlardaki programlar da cennetasa baharı gösteriyordu.
Böyle muhteşem toplantılardan sonra eve dönerken ben san'at-ı İlâhî olan tabiatın o muhteşem manzaralarını tefekkür ediyorum. Program dönüşü olduğu için içimdeki sevinci çiçekli ağaçlar adeta benimle paylaşıyorlar. İnsanın kendi dünyası nasılsa, âlemi de öyle görür gereği, ben de sevinçli olduğum için bütün tefekkür ettiğim varlıklar benim sevincimi paylaşıyorlardı. Bu duygular içerisinde kardeşlerimizle Gustavsburg’a dönerek helâlleşip evlerimize ayrılıyorduk. Bir programı daha huzur ve sükûn içerisinde yapmış olmanın hazzı içerisinde idik.
Avrupa’da çok güzel gelişmeler var. Belçika ve Hollanda gezilerinde de çok güzel hizmetlere şahitlik ettik. Bir Avrupa ülkesinde İslâm Üniversitesi görmek mümkün oldu. Biz daha oradayken Malezya’dan bir bilim heyeti gelmişti. Bu heyetin sayısı 25 kişi kadardı. Amaçları, Avrupa’daki üniversitelerle iş birliği yapmaktı. Özellikle de İslâm Üniversitesini merak etmişler ve onlarla değişik alanlarda işbirliği yapmak istiyorlarmış.
Rektör Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, oldukça güzel çalışmalara imzalar atmış.
Bizimle de görüştü. Karşılıklı fikir alış verişleri oldu. Sonra Hollanda’dan ayrıldık. Başarılı üniversite profili bizi gururlandırdı.
Çok güzel hizmetlerin kardeşlerimizle birlikte içinde olmak bizleri mutlu etmişti. Gönül huzuru içerisinde ülkemize dönüyorduk. Herkesle helâlleştik. Şimdilik, “çok şükür”le kapatıyorduk Avrupa sayfamızı.
|