Fıtrat dilini çözmek
İNSAN olarak her şeyi en ince detayına kadar öğrenmek isteriz. Bu bizim meraklı oluşumuzun gereğidir. Neleri merak etmedik ve neleri istemedik ki şimdiye kadar? Kuşları merak ettik ve uçmak istedik. Nihayetinde uçtuk ve de uçmaya devam ediyoruz.
Bütün hayvanları ve bitkileri merak ediyor, onları kendimize râm edebilmek için elimizden geleni yapıyoruz. Onlara gösterdiğimiz şefkat, sevgi ve ilgimizin asıl nedeni, fıtratlarını anlayabilmek ve kendimize fayda olarak dönmesini sağlayabilmek içindir.
Ağzı, dili, birçok duygu ve mahareti olan insanın fıtrat dili ya da dilleri, henüz tam olarak çözülebilmiş değildir. Tamamen çözülebilmesi de mümkün görünmemektedir. Makamları sabit olan varlıkları anlamak ve çözmek belki kolay olacaktır ama sürekli değişen ve gelişen, yerinde sabit kalamayan insanı anlamak ve çözmek elbette çok zor olacaktır. Çünkü insan çözülmesi çok müşkül olan bir muammâdır ve bir sırlar hazinesidir.
Tatlı dilin yılanı bile deliğinden çıkarabilecek ve çoğu nebâtâtı capcanlı tutabilecek esrarlı gücü, insanın fıtrat dilini de çözebilecek maharete sahiptir. İnsanlar arasındaki yakınlaşmayı sağlayan iletişim, birbirlerini anlamaya gayret sarf etme, ortak değerler, samimi duygular, sabır, tahammül ve alçakgönüllülük gibi unsurlar, mânevî değerlerle beslenerek büyüdükçe gerek fıtrat dilinin, gerekse toplumsal problemlerin çözümü olaylaşacaktır.
İnsan, saadeti için çaba sarf eder. Bu, başkalarını da içine alan bir genişlikte olursa güzel neticeler verir. Benmerkezci yaklaşım, düşmanlığı ve bir sürü pişmanlığı besleyecektir. Bu nedenle ortak değerlere sımsıkı sarılmak ve onları işler bir halde tutmak çok önem arz etmektedir.
Kişilerde olduğu gibi kabilelerde, gruplarda, kurumlarda, toplumlarda ve milletlerde de çözülmesi gereken fıtrat dilleri vardır. Din, felsefe ve fen bilimleri bu fıtrat dillerinin çözümünde birer ölçek vazifesi görmektedir.
İnsanların inançları, düşünce yapıları ve hayat felsefeleri, fıtrata uygunluğu nispetinde yükselecek ve kaliteli bir hayat standardını yakalamalarına vesile olacaktır. Fıtratın düşmanı olan adaletsizlik, hürriyetsizlik, eşitsizlik gibi hususlar, huzursuzluğun kaynağı haline gelecekler ve zulüm kusacaklardır.
Yapılan araştırma ve incelemeler, anketler ve sair çabalar, dolaylı ya da doğrudan doğruya insanın fıtrat dilini çözme yolunda atılan büyük adımlardır. Bu adımların sıklaştırılarak her alanda yapılması insandaki merak, ihtiyaç ve isteklerin karşılık bulmasına da yardımcı olacaktır.
İnsandaki şiddetli ihtiyaç ve fakirliğin çalışmayı kamçıladığı, bu nedenle de medeniyetlerin kurulmasına vesile olduğu bir gerçektir. İnsandaki isteklerin sonu olmadığına göre, gelişimin ve hayata zamanın şartlarına göre hazır olmanın da sonu gelmeyecektir. Bu nedenle fıtrat dilini çözme, hayata hazır olmanın ve saadete kavuşmanın en önemli unsurlarından birisidir.
İnsanlar kendilerini ne kadar çok baskı ve tehdit altında hissederlerse savunma mekanizmaları da o derece gelişir, insaniyetin gerektirdiği fıtrî davranış biçimlerinden uzaklaşırlar. Ne nefsine, ne de başkasına zarar vermeden diledikleri gibi özgürce yaşayamayan ve düşünemeyen insanlar, fıtrîlikten ziyade sun’îliklere yönelecekler, ya içlerine kapanık ya da saldırgan bir hal alarak çözümsüzlüğün kaynağı durumuna düşeceklerdir.
Fıtrat dışılık herkese zarar verecektir. Olması gereken ne ise onun yapılması, fıtrî ve medenî olmanın gereğidir. Fıtrat dilinden iyi anlayıp, farklılıkları bir zenginlik olarak görüp hoşgörülü davranan, mânevî ve insânî değerlere bağlı kalan ve insanca yaşamayı hiçbir ayrım gözetmeksizin herkese lâyık gören fertlere çok ihtiyaç vardır. Halden anlamak, hale uygun hareket etmek, hoşgörülü ve âdil davranmak, fıtratları yücelmiş pak ruhlu insanlarda ve toplumlarda görülür.
|
Kadir AYTAR
12.07.2008
|
|
Şehit polislerimize duâ
Bugünlerde iç huzursuzlukla birlikte dış etkilerle daha bir ağır olduk. Öyle bir hale geldik ki, artık yüreklerimiz yerinden kalkamayacak kadar kilo aldı. Hantallaştı, içimize sığmıyor.
Gencecik bedenlerin, yüreklerin daha ha-yatın kendi rengiyle tanışamadan yitip gitmesi, neden gittiğinin ifade edilememesi, geriye bıraktıkları… Gölgemizden korkar halde yaşamaya çalışmamız… Ne oluyor bile diyemeden ayakta kalmaya çabalamamız…
Bir haller oldu yine. Gökyüzü yeryüzüne yaklaştığında yaşanan acı tabloyu hissederek ayakta kalmanın yorgunluğu mudur nedir? Birilerinin küçük oyuncular üzerinde yaptıkları büyük tezgâhları bilerek ama “bilmeden” yaşamaya çalışmanın ağırlığı da ardında… Ağırız çok ağır.
Yüreklerin kendi hüznü bir tarafa bir de başka yüreklerin hüznünü yaşamaya çalışmanın ağırlığı bu. Bu öyle bir ağırlık ki, hiçbir şey yapamadan bakabilmenin bile ağır geldiği bir durum.
Kuşlar, böcekler, çiçekler derken belki de unuttuğumuz başka hayatların ağırlığı çöktü yine. Hem de hepimizin üzerine. Hiç kalkmayacakmış gibi derinlerden… İtiyoruz gitmiyor, tıpkı kâbus dolu rüyaların diş gıcırdattıran gerilimi gibi.
Ölüm acıdır, herkes için acı. Kimsenin ölümü kimseyi sevindirmez. Bunu bilirim. Ama bazı ölümlerin acısını bile anlatamayız. Nedensiz, gerekçesiz… Ne kendimize ne yakınlarına.
Ağır yürekler daha da ağırlaşırken bir de hayatın kendi içindeki rutin ağırlıklar bazen çekilmez gibi geliyor insana. Ama, çekiliyor. Her başa gelen, her yaşanan, her yürek acısı çekiliyor.
Biraz üzülerek, biraz sevinerek, biraz ağırlaşarak, biraz hafifleyerek yine de yaşamak güzel. Ağır yüreklerle yaşamaya çalışmak yine de inatla ayakta kalabilmek güzel. Gencecik bedenlerin arkasından huzur duâları edebilmek güzel. Duâ edebilmeye şükretmek daha da güzel.
Geriye kalan hüzünle birlikte acının getirdiği sıkıntı olsa da, daha da ağırlaşan yüreklerle hafiflemiş gibi çabalamak güzel. Her isimsiz kahramanın ardından duâ ederek yaşayabilmek onların yüreklerine ölümden sonra bile konabilmenin tadını alabilmek güzel.
Terör mağduru gençlere bir duâ da buradan gitsin. Nur içinde yatsınlar.
|
Reyhan GAZEL
12.07.2008
|