Hürriyet’in (4 Temmuz 2008 Cuma) manşetiydi: “İddianame fısıltıları”.
Devamla:
“2 bin 500 sayfadan fazla tutan iddianamede Türk Silahlı Kuvvetleri’nin itibarını zedeleyeceği gerekçesiyle kullanılan dile özen gösterildi ve ‘TSK-Ergenekon ilişkisi’ yerine ‘Sözde TSK içindeki terör örgütü’ ifadesi kullanıldı.”
Manşete dair sorum: Gazetenin (memnuniyetle verdiği) haber gerçeği yansıtıyor ise, “sözde” ekinin son derece münasebetsiz yeni bir kullanımı ile daha karşı karşıya değil miyiz? Şu formüle dikkat buyurun lütfen: “Sözde TSK içindeki terör örgütü”!
* * *
Arkadaşımız (çok da beğendiğim) Yasin Aktay’ın “Ergenekon’dan denklik oyunlarıyla çıkmak” başlıklı yazısından:
“Belki birilerinin böyle bir beklentisi olabilir, ama unutmamak lazım ki, darbe çok nadiren TSK’nın oybirliği ile kalkıştığı bir iş olmuştur. Kesinlikle aşağılık bir organize suç olan darbeyi askere mal etmek çok yanlıştır.”
Alıntıya dair sorum: Bu tespiti “Sözde TSK içindeki darbe teşebbüsleri” olarak tercüme edebilir miyiz? (Değerli arkadaşım ile ilk karşılaşmamda sorumun devamını da dile getireceğim.)
* * *
Zaman’dan (04.07.2008) Bülent Korucu:
“Tartışılmaz olan polisle sağ arasındaki ilişkinin, askerle sol arasında kurulduğu. Polisin gösterdiği ‘içimizdeki çürük elmalar ayıklansın’ yaklaşımını bugün orda da kurumsal olarak gösteriyor. ‘Askeri lojmanlardan nasıl alırlar?’ şaşkınlık kılıflı eleştiriler bu tavrı değiştirmeyecek. Genelkurmay’ın bildirisi duruşu çok net ortaya koydu.”
Alıntıya dair sorum: Demek ki etrafında bunca gürültü çıkarılan mesele bundan ibaretmiş! Bütün mesele Özuygur ve Tolon adında iki generalin darbe hayal etmeyi âdet haline getirmeleriymiş. Genelkurmay –nihayet- duruşunu “çok net” biçimde ortaya koymuş. Demek ki, (yazarın belirttiği gibi) Susurluk sonrasında sağ ve polis arasındaki kirli ilişkilerin son bulması gibi, Ergenekon davası ile de sol ve asker arasında hüküm süren benzer ilişkilerin sonuna gelinmiş bulunuyor.
İsterseniz bu zamansız iyimser yorumu bir de, 27 Nisan tarihli muhtıranın –yazarın mutlaka ezberinde olan- şu final cümlesiyle birlikte değerlendirin:
“Özetle, Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün, ‘Ne mutlu Türküm diyene!’ anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır.”
* * *
Radikal’den (8 Temmuz 2008 Salı) Murat Yetkin, “...Eruygur’a ait olduğu söylenen bir müdahale planı daha yayımlandı dün Taraf gazetesinde. Anlaşılan daha öncekiler gibi bu ‘plan’ da komuta kademelerinde taraftar ve uygulama alanı bulmamış.”
Alıntıya dair sorum:
Söyleyin şimdi: Bir demokraside benzer bir yorumla karşılaşılabilir mi? Ülkenin darbe planları yapmayı itiyat haline getirmiş Jandarma Genel Komutanı (Biliyorsunuz, İçişleri’ne bağlı ama MGK’da onun da koltuğu var.) bir taslak daha çiziyor, ama ülkenin zor beğenen “komuta kademeleri” önceki iki çizim gibi buna da taraftar olmuyor.
Bir kere benim anlamadığım ilk husus darbe planları kuran komutanın “komuta kademesi” içinde sayılıp sayılmayacağı ya da (Yetkin’in yorumuyla) niçin sayılmadığı. Koskoca Jandarma Genel Komutanı da bu “kademe”nin içinde yer almıyor mu? “Komuta kademesi”nin önüne (ya da kulağına) gelen “planlar”a ilişkin tepkisi sadece “Bu da olmamış!” şeklinde mi şekilleniyor?
Oysa bakın aynı Yetkin, aynı yazıda hangi bilgiyi de veriyor:
“Eğer 2002 Ağustos’unda emekliliği gelen Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu, (Hatırlıyorsunuzdur; bu generalin Genelkurmay Başkanı olması da “diğerlerine benzemez, demokrat bir kişiliğe sahiptir” diye karşılanmıştı. K.B.) sırası gelen Başer yerine emekli olmak için odasını dahi toplamış olan Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman’ı Kara Kuvvetleri Komutanı ve yine emekliliği gelen Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Şener Eruygur’u Jandarma Komutanı yapmamış (daha doğrusu sallantıdaki hükümete onaylatmamış) olsaydı, yakın tarih gerçekten de başka türlü akardı. Buna Irak Krizi’nden Kıbrıs sürecine ve anti-demokratik yaklaşımlara dek pek çok şey dahildir. Bugün kriz nedeni olan bütün o ‘planlar’, o döneme aittir.”
Alıntı uzun kaçtı (ne yapabilirim; komutanlar hiçbir zaman adlarıyla değil, her seferinde rütbeleri ve makamlarıyla anılıyor!) biliyorum ama değer doğrusu.
Demek ki, “bütün o planlar”ın müellifi olan komutanlar dönemin hükümetinin de zaafından yararlanılarak, dönemin Genelkurmay Başkanı tarafından seçilmiş, atanmış daha doğrusu empoze edilmişlerdir. O zaman belki de (bu benim fikrim değil, Yetkin’in fikri) yakın tarihin “bütün o planlar” ve “anti-demokratik yaklaşımlar”a doğru “akmasına” çaba sarf edenlerin başında Hüseyin Kıvrıkoğlu geliyor...
O halde?
Yeni Şafak, 9.7.2008
|