Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 02 Haziran 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Müslümanların din özgürlüğü sorunu yok mu?

Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın, Türkiye’de Müslümanların da din özgürlüğü ile ilgili sorunlarının bulunduğuna dair sözleri üzerinden başlatılan tartışma çok sağlıklı ve gerekli bir tartışmadır.

Yıllardır, Avrupa Birliği organlarının, özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Türkiye’de din özgürlüğü dendiği zaman, sadece Müslüman olmayanların dini özgürlüklerini anladığı, hazırlanan raporlarda Müslümanlara dair özgürlük konularına birkaç sözle de olsa yer verilmediği görülmektedir. Din denildiğinde Müslümanlığın da hatırlanması gerektiğinin Avrupa organları önünde hatırlatılması gerekmekteydi.

Babacan’ın oldukça masumane sözleri karşısında, birçok kesimden yükselen, herhangi bir mantıki temeli bulunmayan itirazları, genelde, anlayışla karşılamak gerekir. “Türkiye’de Müslümanların dinî özgürlüklerinde de sorun var” denildiği zaman, herkes kendi Müslümanlığını esas alarak konuya yaklaşmakta, eğer kendisi sorun yaşamıyorsa, ortada gerçekten bir sorun bulunmadığını düşünmektedir. Sıradan insanların konuya bu çerçeveden yaklaşması olağan karşılansa da, özellikle toplumun sorunlarına daha duyarlı olması ve meseleleri sadece kişisel intibaları üzerinden değerlendirmemesi gereken siyasetçi ve bilim adamlarının aynı sathilikle konuyu değerlendirmesini anlayışla karşılamak mümkün değildir. .

Din özgürlüğü, temelinde, bir dine inanma veya inanmama özgürlüğünü; inanıyorsa inandığı dine dilediği şekilde inanma özgürlüğünü; inanıp inanmaması veya dilediği şekilde inanması sebebiyle kınamaya maruz kalmama hakkını; inandığı dinin esaslarını öğrenme özgürlüğünü; öğretme, yayma ve kendisinden sonraki kuşaklara (çocuklarına, torunlarına) aktarma özgürlüğünü; ibadetlerini yapma özgürlüğünü; dinin diğer gereklerini yerine getirme özgürlüğünü içermektedir. Bu kapsamın içinde din özgürlüğünü değerlendirdiğimiz zaman, başka dinî inançlara mensup kişiler gibi İslam dinine inananlar bakımından da Türkiye’de ciddi sorunlar bulunduğunu ifade etmek bir gerçeğin tespiti olacaktır. Bir zamanlar, belki de halen, sayın Demirel’in, “ibadet özgürlüğü”nün varlığına, camilerin kapısının açık olduğunu delil olarak göstermesi gibi bir yaklaşım demagojiden başka bir şey değildir. Camilerin kapısının açık olması, ama insanların başka maniler sebebiyle içeriye girememesi de mümkündür.

Öncelikle, Türkiye’de dinî inançları sebebiyle, Müslümanlığa inanan bazı kişilerin, sürekli bir kınama ve adeta “aşağılama” altında bulunduğunu ifade etmek gerekir. Dinin temel kitabı Kur’an-ı Kerim’de yer alan bazı hususlarla ilgili olarak bile, inanç değerlerinin “gericilik”, “çağdışılık”, “irtica”, “yobazlık”, “geri kafalılık” diye kınandığını, inanan insanların da aşağılandığını sık sık görmekteyiz. Konuyla ilgili örnekler sınırsız bir şekilde çoğaltılabilir. Bu kınama ve “aşağılama”nın sadece medyada veya bazı “ilerici” vatandaşlar tarafından yapılmadığını, birçoğu kamu görevlisi olan, sivil asker bürokratlar, akademisyenler ve siyasetçiler tarafından da yapıldığını ifade etmek gerekir.

İnandığı dinin esaslarını öğrenme ve öğretme özgürlüğü de Türkiye’de tam manasıyla bulunmamaktadır. Hatta bu alan oldukça sorunlu bir alandır. Çok eskiden beri, Müslümanlığı öğrenme hakkı sıkı kayıt ve sınırlamalar altında tutulmaktadır. Yakın zamanlara kadar, kendi evlerinde bir araya gelerek dini içerikli kitaplar okudukları için polis veya jandarma tarafından toplanan ve gözaltına alınan, mahkemelere sevk edilen insanların sayısı az değildir. Yine, ebeveynler kendi çocuklarına, inandıkları dinin esaslarını aktarma ve öğretme özgürlüğüne sahip değillerdir. Anayasada, “isteğe bağlı din öğretimi” bir hak olarak düzenlenmiş ve küçüklerin kanuni temsilcilerinin talebine bağlı kılınmışsa da uygulamada, ilköğretimin bitirilmesinden, yani yaklaşık on beş yaşından, en azından on iki yaşından önce din öğretimi, hatta Kur’an öğretimi yasaklanmaktadır. Başka herhangi bir bilginin öğretilmesi yaş sınırlamasına tabi tutulmazken, dinin öğretilmesinin yaş sınırlamasına tabi tutulması konuyla ilgili ciddi bir sınırlama değil midir? Bu gerçeğe rağmen, hâlâ, din özgürlüğüne dair bir kısıtlama yoktur diyebilmek nasıl mümkün olabilir?

Dinin temel ibadetlerinin yapılması konusunda da, çoğu kimsenin zannettiğinin aksine, önemli sınırlamalar vardır. Mesela, Müslümanlığın en önemli ibadeti olan namaz konusunda bile mevcut sınırlamalar artık kanıksanmış durumdadır. Günlük beş vakit namaz ibadeti bir yana, haftada bir yerine getirilen cuma namazı konusunda özgürlükten söz edebilmek için, “camilerin kapısının açık olması” yeterli midir? Türkiye’de cuma namazı kılmak isteyen sayıları milyonlara varan öğrenciler, askerler, kamu görevlileri, işçiler bu ibadetlerini özgürce yerine getirebilmekte midir? Yönetici ve amirlerin müsamahası ile, onların tutumlarına bağlı olarak ibadet etmeye çalışanların “özgür” olduğundan söz edebilir miyiz?

Son olarak, başörtüsü çerçevesinde sürdürülen tartışmaları hatırlamak gerekir. Türkiye’deki Müslümanların büyük çoğunluğu başörtüsünün bir dinî gereklilik olduğuna inanmaktadır. Diyanet de başörtüsünün dinî bir gereklilik olduğunu çeşitli zamanlarda ifade etmiştir. Bu gerçek ortada iken, insanların başörtüsü, yani Müslümanlığın gereği olarak inandıkları bir davranışları sebebiyle kınanması, öğrenim ve çalışma dahil bazı haklarından mahrum bırakılması din özgürlüğü bakımından bir kısıtlama değil midir? Başörtüsünün dini bir gereklilik olmadığından tutun da din özgürlüğü ile alakası olmadığına, siyasî sebeplerle takıldığından laikliğe aykırılığına kadar bir yığın akla ziyan açıklamanın içinde, başörtüsünün dinî gereklilik olduğuna inanan bir insanın tercihi olduğu gerçeği silinmeye çalışılmaktadır.

Burada kısaca bazı değinmeler içinde anlatmaya çalıştığımız sorunlar çok büyük bir tablonun özetini vermektedir. Türkiye’de farklı dinlere inanan insanların sorunları gibi Müslümanlığa inanan insanların da din özgürlüğüne dair sorunları bulunmaktadır. Bu konularda sorun yaşamayanların beyanları değil, sorunlar içinde yaşayanların beyanları önem taşımaktadır.

Zaman, 1.6.2008

Doç. Dr. Mustafa Şentop

02.06.2008


 

Sizin çözmeniz gerekmiyor muydu?

Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın “Türkiye’de Müslüman çoğunluk da dini özgürlüklerle ilgili sorun yaşıyor” sözünde sorunlu bir yön yok mu? Var elbette. Bakanlık koltukları ‘sorun’ dillendirme yeri değildir; altıncı iktidar yılı içerisinde olan Ali Babacan’lı Ak Parti hükümeti o sorunların büyük bölümünü şimdiye kadar çoktan çözmeliydi.

Altıncı yılın sonunda sorunu hâlâ çözmedikleri için serzenişte bulunmak yerine, “Çoğunluğun da dini özgürlük sorunları var” dediği için, hükümetin bir bakanının hayatını Cehenneme çevirme derdindeler. Neymiş efendim, Türkiye’de kimsenin dini özgürlük sorunu yokmuş. Camiler açıkmış, isteyen hacca gidebiliyormuş.

Aynı mantıkla Türkiye’de hiçbir alanda bir sorun bulunmadığı da iddia edilebilir. Hangi alanda eksiklikten söz etseniz, aynı alanda var olan pek çok özgürlük veya uygulama karşı-kanıt olarak dile getirilebilir çünkü...

Avrupa Komisyonu ve Parlamentosu, ABD’nin ilgili birimleri, hak ve özgürlükler alanında çalışan uluslararası sivil toplum örgütleri, Türkiye ile ilgili raporlar yayınlıyorlar. Her yıl. O raporlardan herhangi birini açtığınızda ‘din özgürlüğü’ alanına giren pek çok eksiklikten ve yanlış uygulamadan söz edildiğini görüyorsunuz. Kimi dini azınlıkları ilgilendiriyor o sorunların: Ortodoks Hıristiyanların Heybeli’deki rahip okulunun kapalı olması gibi... Kimi ise Aleviler ile ilgili düzenlemelerin olmayışını dile doluyor. Son yıllarda her raporda başörtüsü ile okumak isteyen kızların üniversite kapılarından çevrilmesi de bir sorun olarak yer almaya başladı.

Bunlar Türkiye’de din özgürlüğü alanında başkalarının da bildiği yanlışlarımız... Bunların varlığını gazete köşelerinden Ali Babacan’ın kellesini isteyenlerin bilmesini, bilse de kabul etmesini ise kimse beklemiyor...

Beklemiyor, çünkü o tiplerin ne kadar önyargılı olabildiklerini son ‘telekulak’ olayına yaklaşımları sırasında yaşayarak bir kez daha öğrendik.

Beklemiyor, çünkü o tiplerin böyle bir sorunları da, o sorundan kaynaklanan özgürlük talepleri de yok. Kiliselerinde rahip eksikliğini Ortodoks Hıristiyanlar, cemevlerinin göz ardı edildiğini Alevi vatandaşlar, başörtülü öğrencilerin mağduriyetini evinde/çevresinde başörtülü genç kız bulunan aileler hissediyor.

“Türkiye’de çoğunluğun din özgürlüğü sorunu yok” iddiası sahiplerinin gerçekten bu alanda bir sorunları yok. Ezoterik inançlar, gizli ritüeller bile yapılabilen bir ülke burası; tabuta girilerek ve boğaza kılıç değdirilerek yapılan ‘üyeliğe giriş’ törenlerine kimse itiraz etmiyor.

Gecenin bir vaktinde locadan çıkarken cami cemaatinin de dağıldığını görüp “Hiç kimsenin dini özgürlük sorunu yok” diye düşünüyor olmalılar.

Oysa var. Yazdıkları gazetelerin birkaç aylık nüshaları bu gözle incelendiğinde görülecektir: İbadetini aksatmamak gibi bir derdi olan devlet memuruna sağlanmış mescit kolaylığına karşı çıkanlar var bu ülkede... Başörtülü de pekâla yürütebileceği doktorluk mesleğini buna izin verilmediği için perukla sürdüren kadın doktorların tacize uğraması gibi bir sorun da var. Burada okumasına izin verilmediği için yaban illere gitmek zorunda bırakılmış yüzlerce, üniversitelerde okuyamadığı için evde oturan binlerce genç kızın da sorunu var...

“Yok” diyen veya “Var” diyeni ayıplayan, gözünü kapatınca bütün dünyanın karardığını sanan şaşkından farksızdır.

Kendilerini ve çevrelerinde kimseyi ilgilendirmediği için bunları onlar ‘sorun’ saymayabilir, ancak bir tek kişi bile “Var” diyorsa, devlet adamına düşen, o sorunla da ilgilenmek ve çözümüne katkıda bulunmaktır.

Yeni Şafak, 1.6.2008

Fehmi Koru

02.06.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA
Download

Kutlu Doğum Haftası Pdf

Bütün haberler

© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır