|
|
|
Filistinlilerin feryadı |
Bir âyete göre “Allah, bütün varlık alemlerinde zerre kadar zulme razı değildir (3/108). Müslümanların misyonu, yeryüzünden zulmü kaldırmak, adaleti hakim kılmaktır. Cihadın da nihai amacı budur.
İsrail’in Filistin’de yaptığı hukuk, ahlak ve vicdana sığmayan faaliyetlerini tasvip edebilmek için insanın, insanlıktan çıkması gerekir.
Dünyanın bütün ülkeleri ve halkları, içlerinde Filistin halkının da bulunduğu bütün mazlum halkların yanında yer alıp zulme son vermedikçe olup bitenden sorumludurlar.
İşte size Filistin’den bir mektup daha:
“…Gazze’deki durum bu sefer daha vahim ve daha tehlikeli. Geçen sefer insanlar öldürme ile tehdit ediliyordu bu sefer insanlar öldürülüyor, insanlık öldürülüyor, çocuklar yanıp kül oluyor. 10 günlük bir çocuk babasının uzun zamandır beklediği ilk erkek çocuğu… Hatta camideki cemaate tatlı dağıtmış ve eve dönmüş, döner dönmez eve 3 tane dinsiz, gâvur füze inmiş ve evi yerle bir etti. İçindeki adam, çocuğu, 2 tane ablası şehit yükseldi (düşmedi) ...
Hayrettin Abi, o kadar vahşi bir durum ki, anlatılamaz ... Bu mektubumu yazmadan hemen öncesi bir cami bombalandı, içinden 6 şehit ve 16 yaralı çıktı. Onlarca ev yıkıldı ve yerle bir oldu. Ambulanslara ateş açıldı, içindeki acil yardım ekibinden birisi şehit oldu. Şehitler çoooook, ama çoook. 18 saat içerisinde 62 şehit verdik ve 150 yaralımız var.
Bize diyorlar ki siz füze atıyorsunuz onun için sizi öldürüyorlar. Ben diyorum ki, biz bugün ya da dün başlamadık bu eziyyeti çekmeye, bu zulmü görmeye, biz 1948 işgalinden bu yana her zaman ve her gün bu zulmü gördük ve özellikle son 5 yılda beş bine yakın şehit verdik ..ve bunun için biz şerefli ve izzetli bir halk olarak elimizden geleni yaptık ve kendimizi savunmaya çalıştık ve ben eminim siz sevdiğim Türk halkı olarak bizim gördüklerimizi görseydiniz aynısının yapacaktınız. Hatta ABD başı olan zalim BUSH bile dedi ki “Benim topraklarım işgal altında olursa ben de silahı alıp direnirim”.
Sevgili Hayrettin bey, biz sevgili Türk halkından yanımızda olmasını temenni ediyoruz; bu halk her zaman nerede mazlum bir Müslüman gördüyse onun yanında olmuştur. Çeçenistan, Bosna ve Hersek, Afganistan, Doğu Türkistan ve hatta Filistin… Ve bugün sizi çağırıyorum, lütfen bizim feryadımızı duydunuz mu? Bu kadar ölüm yetiyor mu? Yoksa bu kadar daha ölmesi lazim ki duyabilmeniz için… Biz dünyanın en acımasız ve merhametsiz işgalinin ateşi altında kaldık. Gazze’nin nüfusu 1.5 milyon ve alanı 365 Km. kare ve dünyanın askeri yönden 5. devletin işgali altında kalmış.
Onun için lütfen sesimizi dünyaya ulaştırın ve Türkiye İsrail ile olan ilişkisini kullanarak bize karşı uygulanan bu soykırıma dur desin, yoksa bu ilişkiyi kessin …
Saygılarla”
Eng. Moin Naim
Head Of Resource Development Unit
Community College of Applied Science & Technology (CCAST)
www.ccast.edu.ps
P.O. Box 1415 Gaza, Palestine
Tel: +(970) 8 2868999 ext. 385
personal Mobile: +(970) 599 99 37 25
Yeni Şafak, 6.3.2008
|
Hayreddin KARAMAN
07.03.2008
|
|
|
Ey İsrail, senden büyük Allah var! |
Ne yazık ki haftaya Filistinli kardeşlerimizin kanlı gözyaşlarıyla başladık. O, gözünden yaralanan kundaktaki fışkıran kanları, çenesi artık bağlanmış minicik çocuğu görünce hangimizin yüreği parçalanmadı?
Bir kadın bağırıyordu: Biz size ne yaptık? Öyle ya, dağdan gelip bağdakileri kovuyor, insanları topraklarından çıkarmaya çalıyor, minicik bebekleri öldürüyor, işkence çektiriyorlardı Filistinliler’e. Hz. Musa bunu mu emretmişti Yahudiler’e? Bu muydu Yahudilik?
Kendilerine Hitler’in yaptığı zulmü, kendi çektiklerini ne çabuk unuttu bu insanlar? Şimdi yaptıkları katliam, zalimlik değildir de nedir?
Bebeklere nasıl kıyarsınız siz? Hiç vicdanınız yok mu? Hani kendimize yapılmasını istemediğimiz davranışı başkasına yapmayacaktık? Hani eşekten düşenin halinden eşekten düşer anlardı? Yazıklar olsun size! Ama en güzel cevabı yine Filistinli, evladını öldürdüğünüz bir anne verdi haykırarak! Ey İsrail, senden büyük Allah var!
Bugün, 6.3.2008
|
İkbal GÜRPINAR
07.03.2008
|
|
|
Türk militarizminin iç krizi |
Baykal ve Bahçeli’nin Org. Büyükanıt’a verdikleri yanıt üzerine Genelkurmay Başkanlığı yenilir yutulur bir tarafı olmayan, demokratik düzende kabul edilemez bir bildiri yayınladı.
Baykal ve Bahçeli’nin sözlerini “Türk Silahlı Kuvvetlerini hedef alan haksız ve seviyesiz saldırılar” olarak değerlendiriyordu Genelkurmay Başkanlığı…
“Bu saldırılar”ın “Türk Silahlı Kuvvetlerinin terörle mücadele azmine, ‘hainlerden daha fazla zarar vermekte’…” olduğunu söylüyordu…
Nasıl olabilir bu?
Bir ülkenin silahlı kuvvetleri, ülkesinin önde gelen siyasi partilerine ve parti liderlerine “hain” deme cesaretini, rahatlığını nasıl bulabilir?
Bu rahatlığa ve bu cesarete sahipse bu ülkenin düzeni demokratik bir düzen olarak nasıl nitelendirilebilir?
CHP ve MHP’nin tavrına katılır ya da katılmazsınız, bizim gibi, hatta daha dün yazdığımız gibi bu tavrı askercil de bulabilirsiniz, ancak hiçbir şekilde ve hiçbir koşulda bir Genelkurmay Başkanı’nın ülkenin siyasetçilerine had bildirmesini, siyasi partilerine hain demesini kabul edemezsiniz.
Siyasete soyunan eleştiriye açıktır, asker de siyasete soyunduğu için eleştiri topluyor. Kendisini hükümetin yerine koyarak, onun yapması gereken açıklamaları yaptığı için iş bu hale geliyor…
Baykal ve Bahçeli’nin bu bildiriden sonra askere dönüp, “sen kışlanda kal bizim muhatabımız iktidardır” demeleri doğru bir tavırdır.
Yine de unutmamak gerekir ki, bu iki siyasi parti daha ilk gün Genelkurmay Başkanı’nın açıklamalarını veri alıp orduyla doğrudan tartışmaya girmeseydi, askeri kışlasında kalmaya daha o gün davet edebilseydi, “hükümetin operasyonun bittiğinden haberi yoktu” iddiaları üzerinden politika yapmasaydı, bugün durum çok daha farklı olurdu.
Aslında CHP son yıllarda askerle birlikte hareket ederek vesayet rejimini pekiştirme işlevine soyunmasaydı, belki de bu ülke bugünkü bu tartışmayı hiç yaşamazdı, asker kışlasında olurdu.
Nitekim CHP’nin askeri otoriteye demokratik düzendeki yerini hatırlatan bu çıkışının, başka zaman ve konularda da, okların CHP’yi hedeflemediği dönemlerde de devam etmesinin bir ham hayal olduğu açıktır.
Kaldı ki CHP ve MHP’nin düştükleri “haklı ve mağdur durum”, onların askerle askercilik konusunda yarıştıkları gerçeğini ve bunun içerdiği sıkıntıları ortadan kaldırmıyor. Şekli olarak “demokratik yerde durmak ile demokratik değerleri savunmak arasındaki devasa fark”ı iyi ortaya koyuyor bu durum.
Bu açıdan bakıldığında yaşanan son gelişmenin önemi ve ciddiyeti, CHP ve MHP’nin askere had bildiren yanıtlarından kaynaklanmıyor.
Tersine askerin, vesayet çıtasını kendisini icracı güç yerine koyduğu oranda muhalefet partileriyle bile çatışmaya girecek düzeye indirmesinden ileri geliyor.
O zaman tanı şudur:
Yaşanan sıkıntı, “Türk militarizminin iç krizi”yle ilgilidir.
Askerin son bir yılda içindeki rasyonalitesini kaybeden, etkisi iyi hesaplanmamış, askerin otoriter zihniyetini ortaya koymaktan başka işlev görmeyen çıkış ve bildirilerini iyi değerlendirmek gerekir…
Siyasi kararlar, etki, zemin oluşturma ve ulusal ve uluslararası meşruiyet açısından askeri vesayet anlayışının kimi siyasi partileri de kuşatan bildik mekanizması tıkanmıştır.
Bu anlayış kendisine yeni bir dil ve mekanizma arayışındadır…
Kritik bir geçiş dönemi yaşıyoruz…
Yeni Şafak, 6.3.2008
|
Ali BAYRAMOĞLU
07.03.2008
|
|
|
Devran dönerken |
Burası Türkiye, burada hakikaten çıkış yok. Israrla yazdığımız Şemdinli, Dolmabahçe ve Washington mutabakatlarının sonunda roller nasıl değişti.
Hükümet Genelkurmay’a, Genelkurmay hükümete sahip çıkıyor. İyi. CHP ile MHP, daha ziyade hükümete vursalar da “asker”i eleştiriyor. “Asker” ise CHP ve MHP’nin sözlerinin “orduya hainlerden çok zarar verdiğini” belirtiyor.
1. Burası bir demokrasi ise, hakikaten bir cumhuriyet ise, hiçbir kurum eleştiriden, tartışmadan, sorgulamadan, hukuktan muaf değildir.
2. Ama bu bir ilke ise, siz değil başkası eleştirdiğinde de aynı ilke geçerlidir.
3. Genelkurmay’ın (seçilmiş) muhalefet, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, iki siyasi parti için yaptığı “Bu saldırılar TSK’nın terörle mücadele azmine hainlerden daha fazla zarar vermektedir” açıklaması kabul edilemez. Buna, hakikaten demokrat ise, iktidar partisi de tavır almalıdır. Her eleştiride “hain, hainden beter” diye suçlayıp susturmanın demokrasi, hukuk devleti ve hakiki cumhuriyet ile ilgisi yoktur. Anayasa ihlalidir.
4. Muhalefet partileri, başka eleştiri sahiplerine de aynı şekilde “hainden beter” denip yaratılan manevi, maddi, psikolojik baskı ile susturma çabası karşısında da, bugüne kadar almadıkları tavrın utancını yaşamalıdır.
5. İktidar ile TSK, elbette Millet Meclisi’ne ve millete, hesap vermek zorundadır. Burası ne hanedanlıktır, ne padişahlık, ne cunta ülkesi, muz cumhuriyeti.
6. Muhalefet, eleştiri, sorgulama yanında, “daha çok can, daha çok kan” istiyorsa bunu izah edebilmeli; hükümet ile Genelkurmay bu açıdan bir hassasiyet taşımışlarsa, bunu açıklayabilmeli ve ona göre yeni politikalar üretebilmelidir.
7. Başta iktidar ile Genelkurmay (sonra da muhalefet), her eleştiriye “saldırı” demekten vazgeçmelidir. Demokrasi kültürü edinilmelidir.
AMA BUNLARI HANGİ BASININ İÇİNDEN KİME DİYORUZ. “ÇİZGİ” İNSANI TAN ORAL, 30 YILIN ARDINDAN, BAŞÖRTÜSÜ İLE BAŞ EĞMEME ARASINDA BAĞ KURDUĞU İÇİN CUMHURİYET’TEN ÇIKARILDI. ÇİZGİ İLE ÇİZİKTİRME ARASINDAKİ FARK BU. BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ İLE ÖZGÜRLÜĞE BASMA FARKI. HER YANDA!
Sabah, 6.3.2008
|
Umur TALU
07.03.2008
|
|
|
AKP’lileştirmek Kürt sorununu çözer mi? |
Herhalde, aklı başında hiç kimse PKK’ya karşı yapılan sınır ötesi harekátların ‘Kürt Sorunu’nun çözümüne katkı yapacağını düşünmüyordur. Çünkü, daha önce defalarca yazılıp çizildiği gibi, Kürt sorununun nedeni PKK’nın varlığı değildir; tam aksine, PKK bu sorunun sadece bir yansımasıdır.
Kürt sorunu, Türkiye’nin, derin tarihsel kökleri olan karmaşık bir sorunudur. Siyasî, kültürel ve ekonomik boyutlarıyla büyük bir sorundur bu. Sorunun özünde de Türkiye Kürtleri arasında son yıllarda iyice güçlenen kimlik bilinci ve ona bağlı olarak kendi kimliklerine saygı gösterilmesi talebi yatmaktadır. Kimlik sorunları ise ne şiddet yoluyla çözülebilir ne de -AKP’nin düşünür göründüğü gibi- partizan ‘bütünleştirme’ politikalarıyla...
Gerçekten de son zamanlarda hükümetin bu sorunu Kürtleri AKP’lileştirerek ‘çözmek’ istediğine dair kimi işaretler belirmiştir. AKP liderliği Temmuz 2007 genel seçimlerindeki başarısını önümüzdeki yerel yönetim seçimlerinde Kürtlerin ağırlıkta olduğu yörelerde daha da güçlü bir şekilde tekrarlayarak Kürtleri önce kendi partisine, sonra da bu yolla sisteme entegre etme arayışı içinde görünmektedir.
AKP’nin gerçekten de böyle bir ‘partilileştirmek yoluyla asimilasyon’ hesabı varsa, belirtmeliyim ki bu yol çıkmazdır. Dahası, bu aslında Kemalist zihniyetin muhafazakár bir versiyonundan başka birşey değildir. Bu hesap AKP’lilerin de meselenin özünde yatan kimlik sorununu görmezden geldiklerini veya bunun farkında bile olmadıklarını gösterir.
(...) Ortaya çıkaran sebepler ne olursa olsun, ‘Türk milliyetçiliği’ne karşı bir hissiyat ve psikoloji Kürtler arasında artık kökleşmiş durumdadır. Bu da, her şeyden önce, ‘milliyetçi’ devlet siyasetinin terk edilmesini gerektirmektedir.
Vaktiyle Kemalistler de benzer bir yanılgıya düşmüşlerdi. Kemalist Cumhuriyet kamusal moralitenin geleneksel dinî ekseninin çökmesinin yarattığı boşluğu cumhuriyetçi moraliteyle (‘sivil din’) doldurabileceğini ummuştu. Bunda bir ölçüde başarılı da olabilirdi, ama yaptığı iki büyük hata yüzünden olamadı. Birincisi, Kemalist rejim kısa zaman sonra cumhuriyetçiliği ‘milliyetçilik’in (Türk milliyetçiliğinin) emrine verdi. Kürtler arasında ayrı bir kimlik bilincinin doğup gelişmesini tetikleyen ana dinamik, ona eşlik eden baskı politikasıyla birlikte, işte bu bölücü ideoloji olmuştur.
Kemalist Cumhuriyet’in ikinci büyük hatası, ‘dinin devrini doldurduğu’na çok erken karar vermesi ve buna bağlı olarak da láikliği sivil hayat alanını da kuşatacak bir felsefeye dönüştürmesiydi. Bu siyaset ise milliyetçiliğin yarattığı tahribatı daha da derinleştirdi.
Onun için, bugün halá Kürt sorununun bir çözümü varsa, bunu milliyetçiliği bir devlet politikası ve kamusal söylemin kurucu unsuru olmaktan çıkarmadan sağlayamayız. Kürtleri AKP’lileştirmek bu partiyi belki biraz daha güçlendirebilir, ama Kürt sorununun çözümüne katkı yapamaz.
Star, 6.3.2008
|
Mustafa ERDOĞAN
07.03.2008
|
|
|
Kurumsal hassasiyet |
Başbakan, Salı günü “askeri rahatsız edecek eleştirileri” göğüsledi. Askerin incinebileceği söylemlerin sahiplerine “sert çıktı.”
Ama yine de aynı akşam asker “yüksek perdeden” konuştu.
Hem de “ağır bir üslupla.”
Eğer Salı öğle saatlerinde Başbakan konuşmamış olsaydı...
Denilecekti ki:
- Başbakan konuşmayınca, Başbakan askere sahip çıkmayınca, Başbakan askeri üzenlere yanıt vermeyince, asker de durumdan vazife çıkardı... Kendini savundu. Ama Başbakan’ın “TV’ lerin canlı yayınladığı grup toplantısında” askeri aslanlar gibi savunmasına rağmen...
Asker neden “rahatlamadı?”
Neden “sertleşti?”
Bazı “kurumsal hassasiyetler” olduğu gün gibi ortada.
Eskiden bu hassasiyetin “iktidar ile asker arasında olduğu” sanılıyordu. “İktidar karşıtı pek çok kişi, çevre ve kurum” da bundan memnunluk duyuyordu.
Ama Salı akşamı görüldü ki:
“Kazın ayağı” hiç de öyle değil.
Kurumsal hassasiyet “hayli geniş bir siyaset alanını” kapsıyor.
Sabah, 6.3.2008
|
Yavuz DONAT
07.03.2008
|
|
|
|