Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 20 Şubat 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Başörtülüler "herkes için özgürlük” isteyince...

Başörtülü kadınlar geçtiğimiz günlerde bir basın bildirisi yayınladılar: “Söz konusu özgürlükse hiçbir şey teferruat değildir, henüz özgür olmadık” diyerek altı yüzün üzerinde imzaya ulaştılar.

“Üniversite kapısı sert bir şekilde yüzümüze kapatıldığı günden bu yana yaşadığımız acılar bize bir şey öğretti. Başını örttüğü için ayrımcılığa uğrayan kadınlar olarak tüm samimiyetimizle açıklıyoruz ki; üniversitelere başımızı örterek girmekle mutlu olmayacağız. Ta ki: Kürtlerin ve ötekileştirilenlerin kendilerini bu ülkenin asli unsuru hissetmesi için gereken hukukî ve psikolojik ortam oluşturulmadan. Acımasızca işlenen cinayetlerin gerçek sorumlularına ulaşılmadan. 301 davalarını bitirecek düzenleme yapılmadan. Azınlık vakıflarının üzerinde pişkince oturanların rahatı bozulmadan. Alevilerin ibadetini kültürel aktivite, ibadet evlerini de kültür merkezi olarak görmekte ısrar etmekten vazgeçilmeden. Üniversitelerden sudan sebeplerle atılan arkadaşlarımız geri dönmeden. Yasakçı zihniyet bize ne zaman, nerelerde ve nasıl örtüneceğimizi dayatmaktan vazgeçmeden. Üniversitelerin bilimsel özgürlüğünün önündeki en büyük engel YÖK kaldırılmadan (...)

Birimizin diğerimiz için tehlike olduğu korkusunu yayıp bizi birbirimize düşürerek bu adaletsiz düzenini devam ettiren yasakçı zihniyet tamamen ortadan kalkmadan hiçbir özgürlük tam özgürlük değildir. Özgürlüklerin kısıtlanmasının ne demek olduğunu bilen insanlar olarak, bundan sonra da her türlü ayrımcılığın, hak ihlalinin, baskının, dayatmanın karşısında olacağız.”

Böylesine bütüncül, kuşatıcı, hak ve adaleti tesis etmeye yönelik, vicdanlı bir bildirinin bu ülkenin irtica geliyor diye korku salan merkez gazetelerinde sevinçle karşılanması ve okuyucularına manşetlerden duyurulması gerekmez miydi? Ama hayır. Onlar kendi okuyucusu yola çıkıp ötekilerle buluşmasın, daima pencereden dışarı bakmakla yetinsin istiyor olmalılar. Herhangi orta önemdeki bir haberden bir farkı olmasın bu bildirinin istiyorlar. Yoksa okuyucu korkmaktan vazgeçer ve artık bu gazetelere itibar etmez diye mi düşünüyorlar?..

Maalesef bu bildirideki hak ihlali tespitlerinin yelpazesinin geniş tutulmasından rahatsız olanlar sadece merkez medyada değil, her yerde var. Tıpkı başörtüsüyle eğitim hakkı kazanılırsa irtica geleceğinden korkanlar olduğu gibi, vakıf yasası düzenlenirse ülkemizin ‘yabancılara satılacağından’ korkanlar da var. 301 kaldırılırsa barış isteyenlerin bu ülkeyi böleceğinden korkanlar da var. Adalet ve özgürlük mücadelesi söz konusu olduğunda mutlaka birtakım kişi ve grupların korkularının bugüne dek daima karşı bir ideolojiye tahvil edilmesinden habire nemalananlar var çünkü.

İnsan özgürlüğünü ortadan kaldıran her şey bir çeşit bağımlılık yaratır. Zaafların, tutkunun, korku ve hassasiyetlerin ideolojiye dönüştürülmesi giderek kolaylaşır. Hukukun üstünlüğü herkes için esas kabul edilmişse eğer, egemenlik belli bir zümreye ait olamaz. Yani herhangi bir kimliğe dayalı bir imayla kendinizi ötekine karşı imtiyazlı hale getiremezsiniz. İdeolojinize uymadığı için bazı kişi veya grupların varlığından hoşlanmayabilirsiniz elbette. Ama anayasal vatandaşlık ile korunma altına alınmış olması gereken özgürlükler adına onların maruz kaldığı adaletsizliklere karşı mücadele etmeyi yine de sürdürebilirsiniz.

Yoksa başkaları sırf sizin dünya görüşünüze uygun düşmüyor diye, hak ve adalet onlar için uygulanmasa da olur demeye başlarsınız. Bugün bazı siyasetçilerin yaptığı gibi. Böylece siz kendinizi en yüksek adalet mercii, en yetkili hak dağıtıcısı olarak görmeye başlamışsınız demektir. Böylesi bir gizli kibrin nasıl kontrolden çıktığını bilmeyen var mı? Sizinle çelişsin çelişmesin, hakkı yenen kişi ve grupların mağduriyetini gidermek için mücadele etmeye değer bir anlam bulamaz hale mi geldiniz? Zaaflarınızın esiri olmuşsunuz demektir çoktan ve bilin ki başkalarının hakkı için kılını kıpırdatmamak sadece bir pasiflik değil, adaletsizliği çoğaltma ve hak gaspına teşvik anlamına da gelmiş demektir çoktan.

Zaman, 19.2.2008

Leyla İpekçi

20.02.2008


 

Pulitzer ödüllü gazeteci Seymour Hersh: TSK biliyor, hükümet bilmiyor

*Geçen gün New Yorker Dergisi’nde İsrail’in Suriye’yi bombalaması ile ilgili yeni bir makaleniz yayınlandı. Geçtiğimiz eylülde Suriye sınırına bomba düşmüş ama Şam’dan ses çıkmamıştı. Bu sessizliği nasıl açıklıyorsunuz?

2006’da Hizbullah 2 İsrailli askeri kaçırdı, 34 gün süren savaşa yol açtı, biliyorsunuz. Oysa İsrail Suriye’yi bombaladığında ilgili taraf hiçbir şey olmamış gibi davranıyor. Bu işte bir gariplik var.

*Sessizliğin nedeni ne sizce?

Beşar Esad’a yakın birisi bana, kime nasıl tepki gösterecektik, Bush’a mı diye sordu? Suriye tepki gösterirse bir savaş başlayacağından endişe ediyor. Tüm Ortadoğu’da savaş başlayabilirdi. Ortada Ortadoğu’nun bir zafiyeti var ve bu açıklanacak bir şey değil.

*ABD’nin tutumu ne?

Bush yönetimi açısından baktığımızda Suriye’nin tepki göstermemesi çok manidar. ABD devamlı olarak Suriye’de gizli operasyonlar düzenliyor. Suriye ne yapabiliyor ki? ABD İsrail’in operasyonunu biliyordu, Suriye’nin sessiz kalacağını da.

*Yani başında olanlara karşı Türkiye’nin tutumu neydi?

Bence Suriye’de olanların detaylarını TSK biliyor ama hükümetiniz bilmiyor.

*Bu sonuca nasıl varıyorsunuz?

Türkiye hem ABD hem de İsrail için çok önemli. Washington ve Tel Aviv TSK ile çok yakın koordinasyon içinde. Türk askerine özel bir önem veriliyor. ABD’nin Türkiye’de mevcudiyeti resmen açıklanmamış üsleri var. Bir takım gizli anlaşmalar çerçevesinde istihbarat paylaşılıyor ve Amerikan özel kuvvetlerinin operasyonlarına olanak sağlanıyor.

*Bahsettiğiniz üsler nerede?

Sınırlarınıza yakın. Irak sınırına, Suriye sınırına yakın yerlerdeler.

*Ne zamandan beri varlar?

Soğuk savaş zamanında kurulmuş olanları var. Uzun zamandan beri iki ülke arasında tam detayları açıklanmayan askeri işbirliği var.

*Türk-ABD ilişkileri Irak savaşının başından itibaren aşağı doğru bir ivme sergiliyordu. Son dönemde ise tekrar flört başladı gibi yansıtılıyor. Sizin söylediğiniz yakın işbirliği bu iniş-çıkıştan bağımsız mı?

Tabii politik düzeyde olanlar ayrı. O işin görünen kısmı. Ne olursa olsun çok yakın askeri işbirliği hep devam ediyor.

*ABD, PKK ile savaş konusunda samimi mi?

ABD yönetimi hâlâ PEJAK ve PKK ile ‘oyunlar’ oynuyor çünkü ikisinden de beklentileri var. ABD ve İsrail’in geçmişte PEJAK’la ilişki içinde olduğunu biliyoruz.

Akşam, 18.2.2008

Konuşan: Nagehan Alçı

20.02.2008


 

‘Kosova’ya özgürlük’ mü?

Sözde, yakın coğrafyamız ile yeniden yakın ilişkiler kurma dönemine girdik. Artık, Balkanlar’da, Kafkasya’da, Ortadoğu’da olanlarla yakından ilgiliyiz. Dahası, bu alanlarda yeni roller üstlenme iddiası söz konusu. Bu çerçevede, bu bölgelerle, tarihi bağlarımız, Osmanlı nüfuz alanı gibi kavramlar tedavüle giriyor, üstelik bu kavramlar, nedense uluslararası arenada da tedavüle giriyor. Ancak, ‘Bu ortam nasıl oluştu, ne zamandan beri, neden ve nasıl?’ diye sormadan, havaya girip, bu gelişmeleri Türkiye’nin dış politikasının yeni tercihleri ve başarısı olarak algılamak kadar ahmakça bir şey olamaz.

Ne oldu da bugünkü ortam oluştu? Cevabı basit, özellikle Kafkasya ve Balkanlar’da mevcut durum doğrudan Sovyetler’in çözülüşü sonucu ortaya çıktı. Peki, Sovyetler’in bu bölgelerde geri çekilişiyle, ucu açık bir iktidar boşluğu mu oluştu? Tabii ki hayır. Bu bölgelerde (ve de diğerlerinde) Sovyetler’in çekildiği alanlar ABD nüfuz alanına geçiş yaptı, daha doğrusu halen bu geçişin sancılarının yaşandığı bir ortam oluştu. Bu sancılı ortamın koşullarını dikkate almadan, bu bölgelerde ‘Osmanlı geçmişi’ üzerinden rol üstlenmenin ABD’nin nüfuz etme, nüfuzunu pekiştirme siyasetinde figüranlık yapmak dışında anlamı yok.

Dahası, Balkanlar, Yugoslavya’nın çözülüşü süreci, ABD’nin, BM ile olsun olmasın, askeri müdahalelere meşruiyet alanı açtığı ilk adım oldu.

Bu süreci sorgulamadan, Irak işgalini sorgulamak bile zor. Nitekim, Irak işgali politikasının mimarları, sıkıştıkları yerde, Bosna örneğine gönderme yapıp, haklı çıkma yolunu buluyorlar.

Dünya bir gül bahçesi değil, dünyanın yeniden paylaşımı savaşlarının kıyasıya devam ettiği bir ortamda, durduk yerde, kimsenin kimsenin bağımsızlığını, özgürlüğünü tanıyacağı falan yok. Kosova’nın pazar günü ilan ettiği bağımsızlığı da bu türden bir ‘özgürleşme’. Nitekim, bağımsızlığını ilan edenler, eski Yugoslavya’dan, Sırbistan’dan ve Rusya’nın nüfuz alanından özgürleşmenin, anlamını bildikleri için ABD bayrakları ile kutlama yapıp, yeni efendilerine bağımlılıklarını ilan ediyorlar. İş bayraklarla bitmiyor. Tıpkı, Sovyetler’den özgürleşen Doğu Avrupa ülkelerinin ABD üslerine ev sahipliği etmesi gibi, eski Yugoslavya topraklarında parçalanma sonucu açılan alanda, mesela büyük bir askeri üs olan Bondsteel Kampı’nın kurulması gibi yeni yerleşmelerden bahseden yok. Avrupa Konseyi’nin ‘insan hakları elçisi’ Alvaro Gil-Robles, bu kamp içindeki gözaltı merkezi için, ‘Guantanamo’nun küçük bir versiyonu’ demişti. ABD’nin, Guantanamo benzeri dünya karakollarını barındırma karşılığında ‘özgürlük’ nasıl bir özgürlüktür. ‘Kimin, kime karşı hakkını, kim ne karşılığında koruyor?’, ‘Bu ödenebilir bir bedel midir?’ diye sormadan, olayı ‘Kosova artık özgür’ başlığı ile müjdelemenin iki nedeni olabilir; gönüllü ABD dış politika propagandasına soyunmak ya da tüm bunlardan türmüyle habersiz olup, olayı ‘Osmanlı bekası yeniden tarih sahnesine çıkıyor’ zannedecek kadar ahmak olmak.

Radikal, 19.2.2008

Nuray Mert

20.02.2008


 

Bağımsız Kosova, Murad Hüdavendigâr’ın ruhunu şad etmiştir!

Bosna-Hersek, Makedonya, Slovenya, Hırvatistan, Karadağ ve son olarak Kosova. Josip Broz Tito’nun Büyük Yugoslavya’sının son halkası da koptu.

1943 yılında Yugoslavya’yı kuran Tito, bu ülkenin eşit halklardan meydana gelen federal bir topluluk olduğunu ilan etmişti.

Tito’nun demir yumruğu, yıllarca Yugoslavya’nın birçok probleminin göz ardı edilmesini sağladı. Halı altına süpürülen problemler, Tito ölünce yeniden ortaya çıktı.

Bir bakıma Kosova’nın bağımsızlığını ilan etmesi, 1980 yılında ölen Tito’nun ve hatta soğuk savaşın gerçek anlamda ölümünü temsil ediyor.

Birbirinden kopuk ve zaman zaman birbirine düşman etnik kimlikleri zorla bir arada tutma çabası böylece tarih oldu. Kosova bağımsızlığını kazandı. Ama Kosova örneği şimdiden dünyayı ikiye böldü.

Çünkü dünyanın farklı coğrafyalarında Kosova’nın durumundan olumlu ya da olumsuz etkilenecek birçok ülke var. Mesela Türkiye açısından Kosova; KKTC’nin bağımsızlığı için güzel bir örnek olabilir.

Ama başta Çeçenistan olmak üzere bağımsızlıkla yatıp kalkan birçok devletçiği içinde barındıran Rusya için aynı şeyleri söylemek mümkün değil.

Hatta daha uzaklardan da Kosova için itiraz sesleri geldi. Mesela Sri Lanka... Ne alaka dediğinizi duyar gibiyim.

Sri Lanka 25 yıldır ayrılıkçı Tamil Kaplanlarıyla mücadele ediyor. Onlar, bu durumun kendi aleyhlerine olacağını düşünüyor.

Aslında bütün bu lehte ve aleyhte görüşler, Kosova’nın bağımsızlık ilanını daha önemli kılıyor. Çünkü birçok devlet ve o devletler içindeki federal ya da konfedere yapılar, bundan sonraki süreçlerini Kosova’ya göre belirleyecek. Kosova’nın başarılı olması bu yüzden çok önemli.

Kosova’nın bizim için ayrı bir önemi var. Çünkü Murat Hüdavendigar’ın türbesi, Priştine sırtlarındaki bir tepede bulunuyor. Sırplar, onu şehit eden Miloş Obiliç’i ulusal kahramanları olarak görüyorlar. Türbenin hemen yakınlarındaki Kosova ovasında Obiliç için dikilen bir anıt bile var. Bu anıtı ise BM askerleri koruyor.

Sırpların, Müslümanlardan kalan eserlere çok fazla özen göstermedikleri biliniyor. Murat Hüdavendigar’ın harabe halindeki türbesi, Türkiye’nin katkılarıyla restore edildi.

Mesela Belgrad’da bugün Osmanlı’dan kalan sadece tek bir cami var. Onun dışındaki bütün Osmanlı eserleri yerle bir edilmiş durumda.

Kosova’nın bağımsızlığı, bu anlamda Murat Hüdavendigar’ın ruhunu da şad etti, bundan eminim.

Bugün, 19.2.2008

Nuh Gönültaş

20.02.2008


 

Kosova, AB ve biz

Pazar gününden beri Avrupa’da yurttaşlarının önemli bir bölümü müslüman olan yeni bir devlet var.

Bu yeni devlet ileride Arnavutluk’la birleşir mi birleşmez mi bilemiyorum ama yeni devletin kuruluş sürecinde, belki biraz da Sırbistan ve Rusya antipatisinin dürtmesi sonucu, bu Balkan halkının AB süreci yönünde güçlü irade beyanı beni heyecanlandırıyor.

Bugün (18 Şubat) itibariyle AB başkentlerinin, muhtemelen Yunanistan ve Kıbrıs dışında, Kosova’nın bağımsızlığını, Washington’la beraber tanıması bekleniyor.

Çoğunluğu Arnavutça konuşan ve Müslüman Kosovalılar’ın önümüzdeki dönemde AB müzakere sürecini başlatabilmek ve en kısa zamanda tam üye olabilmek için ellerinden geleni yapacaklarını düşünüyorum.

Ve bildiğim bir şey de, toplumun ve devletin çok güçlü destek verdiği bir AB sürecinin mutlaka ‘mutlu sona’ ulaşacağı; böylece bizdeki AB karşıtlarının ‘AB’ye müslümanları almazlar’ safsatası da böylece sona erecek.

Bugünden gördüğüm bir manzara, daha doğrusu güçlü bir ihtimal, Kosova’nın AB’ye bizden önce tam üyeliğinin gerçekleşeceği ihtimali.

Tarihsel yakınlığımız da olan bu halkı şimdiden kutluyorum.

***

Kosova’nın bizden bile önce AB’ye tam üye olma ihtimalinin altında, birileri, AB başkentlerinin Rusya’ya yönelik stratejilerinin yattığını söyleyebilir, bu iddiada azımsanmayacak bir doğruluk payı da vardır ama belirleyici olan halkın ve devletin kendi geleceğini, özgürlük, refah ve güvenliğini AB şemsiyesi altında görmesi ve bunun gereklerini eksiksiz yapmasıdır.

Konuyla ilgilenenlerin önümüzdeki dönemde Kosova-Brüksel ilişkilerini yakından izlemesini ve özellikle bizim AB karşıtlarının AB sürecinin nasıl işlemesi gerektiğini görmesini öneriyorum.

Birilerinin bu süreçte Türkiye Kosova değildir diyeceklerini adım gibi biliyorum ama bu argümanı da doğrusu çok komik buluyorum, doğrudur, Türkiye Kosova değildir ama Polonya da Portekiz değildir, Malta Kıbrıs değildir, Bulgaristan Fransa değildir, Senegal de Cezayir değildir.

***

Bu yazıyı yazdığım esnada önümde Taraf gazetesi ve bu gazetede Neşe Düzel’in MHP milletvekili Deniz Bölükbaşı ile yaptığı bir söyleşi duruyor ve bu söyleşide Sayın Bölükbaşı’nın TCK 301 ile ilgili düşüncelerini okuyorum ve ürperiyorum.

Ürpermemin nedeni bir MHP milletvekilinin konuya ilişkin görüşleri değil, buna pek şaşmayabilirim ama Sayın Bölükbaşı’nın çok yakın bir tarihe kadar Hariciye teşkilatı içinde cok önemli ve belirleyici görevlerde bulunmuş olması, bugün de devlet erki içinde bu ürpertici görüşlerin, maalesef başta Yargıtay olmak üzere büyük çapta kabul görüyor olması Kosova’nın muhtemelen bizden önce AB üyesi olma ihtimalinin en büyük açıklayıcıları.

Cemal Paşa’nın torunu Hasan Cemal 301 nedeniyle yani Türklüğe hakaretten yargıç önüne çıkıyorsa ve bu madde hala değişmiyorsa Kosova’nın bizden önce AB üyesi olma ihtimalini lütfen Sarkozy’de ve Merkel’de aramayalım, bu açıkça kendimizi aldatmak olur.

Star, 19.2.2008

Eser Karakaş

20.02.2008


 

Düzeltme

Cuma günü, “Sınır ötesine katılan hava üssünde bomba var, askere şubat ortasında kömür yok” diye yazmıştım.

Bir “düzeltme” geldi:

“Umur Bey, büyük keyif alarak okudum. Başlık mükemmel. Cuk oturmuş. Ben de 8’inci üs personeliyim.

Aslında kömür gönderildi. Ama nitelikli, uygun kaloride değilmiş, geri gitti. Tekrar ihale açıldı. Yine aynı firma kazandı. Tekrar aynı kömür. Yine iade edildi. Kış bitecek, ihale hâlâ askıda. Bir anlaşmazlık var demek ki.

Daire başına düşen miktar 450 YTL kadar. Maaşımızdan 4 taksit kesiliyor.

Şu an içimizi soğutan bir lojman tadilatı da var. Bu da epeyce para.”

İsim de var ama yazmam tabii. Şunu merak ediyorlar:

Kömür işinin sorumlusu Albay şu an hangi sıcak bölgede?

Sabah, 19.2.2008

Umur Talu

20.02.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri