|
|
|
Anayasa ve başörtüsü |
-Evrensel Hukuk ilkelerinde ve sadece maddi ilkelerde de değil temel şeklî ilkelerde anlaşıp uzlaşmaksızın yerimizde saydığımızı zannedip geriye gitmekten kurtulamayacağız ey Azizan!
-Ülen doğru konuş! Bir def'a ben aziz değilim, Sayınım! Yerinde saydıklarını zannedip geriye gidenler de devrimlerin sorumluluğunu omuzlarında taşıyanlar, yani bizler değil, göbeklerini kaşıyanlar, yani sizlersiniz! Bizim sizlere karşı bu uyarıyı yapmamız ulusal ödevimiz, sizin bize karşı bunu söylemeniz ise tam (301)lik bir haddini bilmezliktir!
-İllallah artık mîrim! İttihad ve Terakkî kafasından ne zaman kurtulacaksınız? Bende kabahat ki "sizinkiler"e uzun süre ümit bağladım, son olarak da 28 Şubat'dan sonra "Çok Hukukluluk aslanları" Çil yavrusu gibi dağılmış iken, Edebalî makamından terennüme başlamanıza kapılır gibi olup kısa bir süre için yine "sizinkilerden acaba bir hayır gelir mi?" diye düşündüm. Yazık ki ümîdimi nihaî olarak yok ettiniz. (301)'i filân bırak da bir lâhza hiç değilse sus ve otur! İstersen "Muharrem iftarı"na hücum ederken, aşure kazanına kepçe ol da ben sözümü söyleyebileyim! Tamam mı Sayın Yerindesayan ve Geriyekayan?
İmdi ey Azizan! Temel ve Evrensel Tabii Hukuk ilkeleri üzerinde uzlaşmadıkça yerinde saymaktan ve bir tarafdan da geriye kaymaktan aslâ kurtulamayacağız. Kûy-i Yâr'den uzaklaşıyoruz. Gören sanır ki safâdan sema'-i râh ederim / Döner döner bakarım kûy-i yâre, âh ederim!
1) Anayasa'nın "Başlangıç" bölümünü Anayasa'dan çıkarmadıkça, Anayasa'ya istersek "sadece anneannemizin değil, süt, ebe, üvey, kadın... her türlü annemizin başörtüsü özgür= hür= serbest= azad= Frei= Libre= Free'dir" maddesini koyalım, yine bu derman kâr eylemez ve bu ferman dinlenmez! Anayasa'nın Başlangıcında "Hiçbir faaliyetin Türk milli menfaatlerinin... Karşısında koruma göremeyeceği" "eşsiz bir dürüstlük"le dobra dobra haykırılmış değil mi? Elimizde kapı gibi bir Başlangıç varken, bu gibi "alışılmadık yamalar" silip süpürülüp atılmaz mı sanırsınız? Profesör Özbudun da bir tarafdan Frankfurter Allgemeine'ye yazı verip "yeni Anayasa'nın Alaman Anayasası'ndan esinlendiğini" söylerken, bir tarafdan da kaygıya kapılıp "aman, Anayasa'ya inkılap kanunlarına aykırı olmadıkça böşörtüsü serbesttir" gibi bir kural konmasını öğütlediği rivayet olunuyor. Eh, bu da yapılırsa: "gitti yasak / geldi yasak/ sarımsaklasak da mı saklasak?" Yahut Azeri deyişiyle "aldım koz/sattım koz/ mene de kaldı şıkkaşık!" "Devrim kanunlarına aykırı olmadıkça başörtüsü serbesttir" gibi bir kuralın yararı olsaydı, YÖK.Ek-17'nin yararı olurdu! -Yasâğ-ı Yâr'e değme Molla, dursun! Kurulsun sadr-ı Düstur'da otursun! -Anayasa'da böyle bir yasak yok ki efendim? -Efendin kalem odasında! Anayasa'yı sürekli olarak her somut olayda askıya alma imkânını bize veren Başlangıç bölümünü niçin görmezsin bre? Üstelik biz bu Başlangıç bölümünü Anayasa'ya "kaynak" yaptık. İkinci Madde'yi de görmez misin bre? Bizim Anayasamız'ın örneği sadece bizde vardır. Temel ilkeler; Başlangıç bölümündedir. (m.2) Metne koyacağınız ilkeler kaale alınmaz! Farkında değilken Aldıkaçtı / Âtı alan Üsküdar'a kaçtı? -Vay benim köse sakalım! /İmdi, bu vartadan nasıl çıkalım?
Ey Azizan, bu Fakıry'in sözünü dinlemek ne şân-ı vezârete, ne de mehâbet-i Devlet'e yakışır. Ne var ki ben de doğru bildiğimi söylemek zorundayım.
2) Biz maalesef daha Anayasa'nın anlamını kavrayabilmiş değiliz. Batı'da buna Constitution (Verfassung) denir. Biz de Kanun-i Esasî dedik. Yirminci yüzyılda, Teşkilât-ı Esasiyye Kanunu deyip sonra da "yasak kökünden gelen bir terimle "Anayasa" dedik. Bilinç altımıza "yasaklılık ilke, hürriyet istisnadır" anlayışı işledi. Oysa "asl olan ibahedir". "Özgürlük kanunla verilmedikçe, yok demektir" değil, "kişi özgürlüğü; Anayasa'nın sınırlama gerekçelerine uygun olarak çıkarılan bir özel kanun ile sınırlanmış olmadıkça, ilkedir" dememiz gerekir. Başörtüsünü yasaklayan hiçbir kanun kuralı yoktur. Şu halde YÖK Ek.17. maddeyi çıkarmak ve daha önce de YÖK. ek.(16)yı çıkarmak hatalı bir davranış idi. Serbestî için değil yasaklama için kanun çıkarılır. Serbesti için çıkaılan ilk kanun kuralının iptali de Anayasa Yargısının hatası olmuştur.
3) Şu halde yapmamız gereken; Anayasa'ya "anneannem, babaannem, ebeannem, sütannem ve bilcümle analarımın örtünme biçimine karışılamaz" türünden, kutsal Başlangıç Bölümü'ne aykırı olduğu için bâtıl sayılacak bir kural koymak değil, Tabii Hukuk'un temel ilkeleri üzerinde uzlaşmaktır. Ardından da bu Başlangıç bölümünden Anayasa'yı kurtarmaktır. Haydi âzat-buzat! Beni cennet kapısında gözet!
Yeni Şafak, 28.1.2008
|
Hüseyin Hatemi
29.01.2008
|
|
|
Ergenekon |
Fehmi Koru ("Taha Kıvanç" adıyla) şu satırları yazdı önceki gün: "'Ergenekon' örgütünün varlığından kamuoyunu haberdar etme onuru bana ait değil. Onu Can Dündar ile Celal Kazdağlı yıllar önce 'Ergenekon' kitabıyla yapmışlardı."
O kitabın iç kapağına bakıyorum.
Yayın tarihi 1997...
11 yıl önce yazmışız "Ergenekon"u...
Ve "Devlet içinde Devlet" alt başlığıyla kitabımıza isim yapmışız.
* * *
Bu ismi ilk kez 12 Mart'ta ihtilalci deniz subayı Erol Mütercimler, Tümgeneral Memduh Ünlütürk'ten duymuştu.
Ünlütürk, 1971 rejiminde solcuların işkence gördüğü Ziverbey Köşkü'nün komutanıydı.
Şöyle demişti Mütercimler'e:
"Ergenekon, hükümetlerin de Genelkurmay'ın da bürokrasinin de üzerinde bir örgüttür. 27 Mayıs'tan sonra CIA, Pentagon tarafından kurdurulmuştur. Özellikle Amerika'da kontrgerilla eğitimi almış, kurslardan geçmiş generallerin bir bölümü, 'Vatanı kurtarıyoruz' düşüncesiyle bu örgütte yer alırlar."
Mütercimler de demişti ki bize:
"Bunun üzerine ben Ergenekon'u araştırdım. Gördüm ki içinde subaylar, emniyetçiler, profesörler, gazeteciler, işadamları, sıradan insanlar var. Bugün 'çeteler' dediğimiz küçük birimler, 'Ergenekon' denilen üst örgüt tarafından kullanılan tetikçiler..."
* * *
Soğuk Savaş döneminde Amerikalılar, komünizmin yayılmasını önlemek için çeşitli Avrupa ülkelerinde, NATO bünyesinde, CIA desteğiyle paramiliter örgütler kurmuşlardı.
"Gladio" adı taşıyan bu örgütlenmenin kadroları, savaş sonrası işsiz kalan faşistlerle mafyaya bulaşmış güvenlikçilerden kurulmuştu.
"Artakalanlar" denilen bu Nazi artıkları, şimdi solculara karşı tetikçilik yapacak, faili meçhul cinayetler, bombalı sabotajlar düzenleyerek halkın komünizme düşman olmasını, rejime bağlanmasını sağlayacaklardı.
Bu faaliyet, Avrupa'da komünizmin en güçlü olduğu İtalya'da başladı ve 40 yıl sonra yine İtalya'da ortaya çıkarıldı.
Nasıl?
Cesur bir savcının, jandarmaların ölümüne yol açan patlayıcıları, İtalyan Gizli Servisi'nin depolarında bulmasıyla...
Gerisi çorap söküğü gibi geldi.
Avrupa, "Gladio"yu ortaya çıkarıp temizledi.
Bir tek Türkiye dışında...
* * *
Aslında Ecevit bunun "Özel Harp Dairesi" içinde örgütlendiğini saptamış, ama üstüne gitmeye siyasi ömrü yetmemişti.
Özal da kendisine suikast düzenleyenleri araştırırken bu örgütün izine ulaşmış, ancak korkup geri çekilmişti.
"Susurluk-1997"de çete, "kazara" kendini ele verdi.
Ama Başbakan Erbakan "Fasa fiso" dedi. Başbakan Yardımcısı Çiller, "Devletin çete ilan edilmesi Türkiye'nin savunma refleksini zayıflatıyor" diyerek Susurluk'u sahiplendi.
Bu yaklaşım, Türkiye'ye 10 yıla, sayısız faili meçhul suikasta, bombalı sabotaja, kanlı saldırıya mal oldu.
Çete hepten cesaretlenmişti.
O kadar ki faili meçhul cinayetlerin merkezi kabul edilen Kocaeli'nin Jandarma Alay Komutanı Veli Küçük, emekli olduktan sonra, Sedat Peker'in internet sitesinin açılışında, başında olduğu söylenen örgütün adını verdi:
"Asil Türk milletinin yolu, Ergenekon'dan geçecek."
* * *
Bunun yerine, Ergenekon'un yolu Türk adliyesinden geçti.
Milliyet, 28.1.2008
|
Can Dündar
29.01.2008
|
|
|
Darbe planı için neden 2009 seçildi? |
Soruşturmayı yürüten İstanbul Savcılığı'nın 'Terör örgütü' olarak tanımlayıp üyelerini cezaevine postaladığı 'Ergenekon' yapılanmasının, 2009 yılında darbe planladığı iddiası medyaya yansıdı.
Aslında bu plan, doğrudan darbe yapmak değil muhtemel bir darbenin alt yapısını oluşturma projesinden ibarettir. Herkesin bildiği gibi bu kesimde ' darbe' fikri, yeni bir proje değildir. Yeni olan tarafı, projenin uygulanma takvimiydi.
Soru şu: Neden 2009 yılı?
Bu soruya cevap vermeden önce hafızalarımızı yeniden kontrol edelim. Fotoğrafın bütününü görebilmek için pazılın parçalarını yerli yerine oturtmak gerekir.
AK Partili günlere hazırlık
Yakın tarihte komuta kademesindeki köklü değişiklik, AK Parti'nin iktidara geldiği 3 Kasım 2002 seçimlerinden önceki Ağustos Şurası'nda yapıldı. Şuranın yapıldığı günlerde (Temmuz 2002), erken seçim kararı alınmış ve ufukta AK Parti iktidarı gözüküyordu.
O tarihte Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu idi. Kıvrıkoğlu, TSK içinde 'Milliyetçi' olarak bilinen, Ülkücü kesimde ise büyük sempati toplayan bir isimdi.
Dönemin TBMM Başkanı MHP'li Ömer İzgi, emekliliğe hazırlanan Kıvrıkoğlu'nun görev süresinin uzatılması için devreye girdi. Kıvrıkoğlu'nun görev süresi uzatılırsa, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hilmi Özkök emekliye ayrılacak ve komuta kademesi farklı bir şekilde yapılandırılacaktı.
Başka bir ifadeyle, muhtemel AK Partili günlere yön verdikleri komuta kademesiyle girilecekti!
MHP'li İzgi'ye en büyük desteği, DSP'li Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan verdi. O da Ecevit'i ikna etti. İki isim karşı çıktı: Mesut Yılmaz ve Devlet Bahçeli.
İzgi ve Özkan'ın pişirdiği bu proje yatınca, Özkök, 2002 yılı Ağustos ayında Genelkurmay Başkanlığı koltuğuna oturdu.
Ancak, beklemediği bir sürprizle karşılaştı. Kıvrıkoğlu, giderayak Özkök'ün elini kolunu bağladı. Tarihte ilk kez bir Jandarma Genel Komutanı'nı (Orgeneral Aytaç Yalman) Kara Kuvvetleri Komutanı olarak atadı. Daha kıdemli olduğu için bu göreve gelmesi beklenen 2. Ordu Komutanı Orgeneral Edip Başer, emekli oldu. Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Şener Eruygur da Yalman'dan boşalan koltuğa oturtuldu.
Özkök Paşa'nın zor günleri
2002 yılı Ağustos'undan sonra komuta kademesi şöyle oluştu: Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Alpkaya, Hava Kuvvetleri Komutanı Cumhur Asparuk, Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur...
Özkök, yeni görevinde daha önce birlikte çalıştıkları Alpkaya ve Asparuk ile daha iyi anlaştı. Kıvrıkoğlu ekibinden Yalman ve Eruygur'la yıldızları hiç barışmadı.
Ne var ki, 2003 yılı Ağustos şurasından sonra Özkök yalnız kaldı. Bülent Alpkaya'nın yerine Özden Örnek, Cumhur Asparuk'un yerine İbrahim Fırtına atanınca, tepedeki denge 'bire karşı dört' oldu.
'Sarıkız' ve 'Ayışığı' isimleri verilen darbe projeleri, işte o dönemde pişirildi. Bugün daha iyi anlıyoruz ki, Özkök, bu paşalara karşı tek başına direnmiş.
Nefesinin tükenmek üzere olduğu o günlerde, imdadına 2004 yılındaki Ağustos Şurası yetişti.
Görev süreleri dolan Aytaç Yalman ve Şener Eruygur emekli oldu. Darbe projelerinde isimleri sıkça geçen bu iki ismin emekliliği, Özden Örnek ve İbrahim Fırtına'yı da sakinleştirdi. Onlar da yanlışların farkına varmaya başladı.
2005 yılı Ağustos ayında bu iki paşanın da emekli olup yerlerine Oramiral Yener Karahanoğlu (Deniz Kuvvetleri Komutanı) ve Orgeneral Faruk Cömert'in (Hava Kuvvetleri Komutanı) atanmasıyla yapı tümden değişti.
Susurluk'la kutsal ittifak
O yıllar darbe projelerinin derin dondurucuya konduğu yıllar olurken, kimileri yer altına inerek faaliyetlerini sürdürdüler. Susurluk'la kutsal ittifak kurdular. Ergenekon, bu yapının ürünüdür.
Yeni proje şuydu: Eylemlerle iç çatışma körüklenir ve ülkede kaotik durum yaratılabilirse, darbe fikrine karşı olan generaller harekete geçebilirdi!
Danıştay saldırısından sonra fail Alpaslan Aslan'ın pek konuşmaya yanaşmayıp 'Zaten yakında darbe olacak' diye bağırması, arka plandaki bu düşünceden kaynaklanıyordu.
Darbe heveslileri, Özkök Paşa'dan nefret ediyorlardı. 2004'de Aytaç Yalman'dan Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nı devralan ve 2006 yılı Ağustos ayında Genelkurmay Başkanı olacak Orgeneral Yaşar Büyükanıt, onlar için büyük umuttu. Büyükanıt'ın o tarihteki bazı sert çıkışları, sanki yüreklerine su serpiyordu!
Evdeki hesap çarşıya uymadı. Büyükanıt da kimi zaman eleştirilen açıklamaları ve 27 Nisan bildirisine rağmen, böyle bir oyunun parçası olmadı.
Darbe planı revize edildi
22 Temmuz 2007 seçimlerinden sonra Çankaya'ya Abdullah Gül'ün çıkmasıyla birlikte, darbe projesinin revize edildiğini görüyoruz.
Çünkü, bu zavallılar, Büyükanıt'tan da umutlarını (!) kestiler. Büyükanıt'a şimdi 'Özkök muamelesi' yapıyorlar. Son dönemde Ulusalcı kesimde artan Büyükanıt düşmanlığına, bu yönüyle de bakmakta yarar var.
Büyükanıt, bu yıl Ağustos'ta emekliye ayrılıyor. Büyük sürpriz olmazsa, yerine Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ getirilecek. Başbuğ, 2010 Ağustos'una kadar bu görevde kalacak.
Yeni hesaplar, 'Başbuğ' üzerine.
Onlara göre; 2008 yılının şuradan sonraki ilk 6 ayı hazırlık evresi, 2009 yılının ilk çeyreğinden sonraki en uygun takvimde eylem zamanı...
Anlaşılan kolay kolay uslanmayacaklar. Allah akıl fikir versin, başka ne diyelim.
Star, 28.1.2008
|
Şamil Tayyar
29.01.2008
|
|
|
Lahana turşusu |
Şimdi "demokrasi" ile "hukuk devleti" şöyle bir şey olacak:
Tutuklanan "Ergenekon"un hem onca suikast ve bombalamadan sorumlu bulunduğu, hem "darbe hazırlığı" nda olduğu söylenecek...
Hem de irtibatta olduğu "asker kişiler" in sorgulanmasına askeriyeden izin çıkmayacak!
Şöyle bir şey olacak "demokrasi" ile "hukuk devleti":
Hem denecek ki, "Bu Ergenekon, özellikle 301'den yargılananları hedef seçmişti. Dink gibi."
Hem de 301'i zaten "operasyon"u yapan hükümet çıkarmış da o insanların hedef haline gelmesine vesile olmuş olacak.
Yetmemiş olacak; tam madde kaldırılacak, makul hale gelecek filan derken, "demokrat" hükümet, türban meselesini bir nevi "neo-MC" olaraktan sadece MHP ile halletmeye koyulduğu için, MHP gibi de düşünüp üçyüzbire dokanmayacak.
Yani şöyle denecek:
Biz yargılayıp hedef gösterelim, mahkûm edelim; ama Ergenekon da öldürmesin be canım!
Sahi, "çete, hücre, bomba, suikast, cinayet, sabotaj, tahrik, isyan, darbe" gibi iddialarla (veya kanıtlarla) suçlananların ordudaki bağlantıları, temasları için neden soruşturma izni verilmez?
Aklınız alıyor mu bunu?
Bunun cumhuriyetle, demokrasiyle, laiklikle, sosyal devlet ile hukukla ne alakası var.
Bütün memleket Şemdinli mi ilan edildi?
10 yıl önce Veli Küçük' ün koskoca Millet Meclisi iradesini reddetmesine, gidip ifade dahi vermeye tenezzül etmemesine hakiki hukuk devletinin bir cevabı olsaydı...
Hiç düşündünüz mü, belki neler olmazdı bu ülkede?
Bir de şöyle bir gariplik:
"Dink suikastından da sorumlu Ergenekon örgütü" ne operasyonun beyinlerinden biri herhalde Emniyet İstihbarat Başkanı Ramazan Akyürek olmalı.
Yani, "Dink tetikçisi" ile "abiler" i Trabzon'da örgütlenirken o ilin Emniyet Müdürü; yani, Yasin Hayal, Dink suikastından epey önce McDonald's'a bombadan İstanbul'da yakalandığında, Trabzon'da yargılandığında, mahkum olduğunda, tahliye edildiğinde, sözde izlendiğinde Emniyet Müdürü!
Koca memleket ne küçük, değil mi?
Zaten, Veli Küçük, Allah büyük!
Her gün merak edeceğim:
Cumhuriyetçilik adına, gazete köşelerinden "derin devlet kilisesi" ile "Ergenekon tarikatı"na halkı sürükleyenler iki çift laf etmeyecek mi? Susurlukçularla, ajan provokatörlerle, cinayetlerle yan yana düşüşün ayıbını taşımayacak mı?
Sabah, 28.1.2008
|
Umur Talu
29.01.2008
|
|
|
Farkında mısınız, anayasa değişikliği rafa kalktı |
Anayasayı değiştirecek çalışmalar şu anda gündemden tamamen düşmüş durumda.
AK Parti yönetimi 1982 Anayasası'nın yerine "sivil anayasa" hazırlama işlerini çok hızlı bir şekilde gündeme taşımıştı. Şimdi yeni anayasa tartışmaları bir yana bırakıldı ve türban düzenlemesiyle, "2B" diye bilinen orman vasfını kaybetmiş arazilerin satışına olanak veren değişiklik öncelik kazandı.
Konunun 6 aylık serüveni gerçekten ilgi çekici, bakalım.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan partisinin seçimleri -bu kadar yüksek oy oranıyla olmasa bile- kazanacağını biliyordu. Yeni iktidar dönemlerinde anayasa değişikliğini yapmaya kararlıydı. Erdoğan'ı motive eden itici güç Cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşananlardı.
Türkiye tüm sıcaklığı ve heyecanı ile seçime odaklanmışken Başbakan Erdoğan, Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Ergun Özbudun'a 8 Haziran'da -dikkat edin, henüz seçimlere 1.5 aylık zaman var iken- yeni bir anayasa hazırlamak amacında olduklarını belirtip, çalışma yapmasını istedi. Özbudun, hazırlık süresinin ardından eylül ayında anayasa taslağını AK Parti yönetimine iletti.
Bu arada Türkiye seçimleri yapmış, AK Parti çok güçlü bir oy yüzdesi ve Meclis grubuyla yeniden iktidara gelmişti. İktidar partisinin bütün yöneticileri, Başbakan Erdoğan dahil olmak üzere 1982 Anayasası'nı değiştirmek istediklerini, "Türkiye'nin ilk sivil anayasasını hazırlayacağız" sloganıyla açıklıyorlardı.
Toplumun büyük kesimi mevcut anayasanın değiştirilmesini öteden beri istediği için yüksek bir desteğe sahip olmanın avantajını hesaplamışlardı.
Meclis açılır açılmaz Başbakan Erdoğan partisinin grup toplantısının kapalı bölümünde bunu deklare etti. Ve gazetelerde günlerce süren tartışmalar başladı. Ergun Özbudun ve diğer anayasa hukukçularının açıklamaları çeşitli yönleriyle hemen her gün manşetlerdeydi. 14-16 Eylül tarihlerinde Sapanca'da anayasa hukukçularıyla, AK Parti yöneticileri adeta kamp yaptılar ve yeni anayasa taslağını masaya yatırdılar.
Değişen söylemlerin perde arkası
Bu arada yeni anayasanın hazırlık sürecine ilişkin eleştirileri AK Parti yöneticileri şöyle yanıtlıyorlardı:
"Türkiye'ye yeni bir anayasa hazırlayacağız. Ülkenin önünü açacağız. Yargıdan ekonomiye kadar her alanda reformlara olanak tanıyan bir anayasa yapacağız. Yeni anayasa sadece yükseköğretime dair düzenlemeleri içermiyor ki. Niye bunu sadece türbana indirgiyorsunuz? Bizim anayasamız bir tepki anayasası değil, türban anayasası değil, AK Parti anayasası değil."
İlerleyen zaman içinde yeni anayasa taslağının kamuoyuna duyurulacağı tarih sürekli ertelendi. Bir ara "15 Aralık" dendi, ardından "yeni yılın ilk haftası" diye anons edildi. Şu anda şubat ayına girmek üzereyiz, henüz bu yapılmış değil. Ankara'da şu anda hiç kimse "yeni anayasayı" tartışmıyor.
Bunun yerine büyük paketin içinden türban ve 2B maddelerinin ayıklanıp ivedi bir şekilde düzenlemesi kararlaştırıldı. MHP'nin beklenmedik desteği hükümetin elini güçlendirdi ve "birisi yüksek siyasi getirisi hesaplanan" diğeri "büyük gelir kaynağı olarak görülen" iki maddelik anayasa değişikliği, öncelik kazanmış oldu.
Başbakan Erdoğan, bu operasyon sonucunda, yüksek bütçe açığına ve olası krizlere karşı 20-25 milyar dolarlık sıcak para sağlayacağına inandıkları 2B ile yüzde 47'ye ulaştığı oy oranını türban sorununu çözerek daha da artırmayı planlıyor. Acelesinin sebebine gelince: Erdoğan, Mart 2009'daki yerel seçimlere herkesin sandığından çok daha fazla önem veriyor.
Yeni anayasa mı? Sanırım o başka bir bahara kaldı.
Akşam, 28.1.2008
|
İsmail Küçükkaya-
29.01.2008
|
|
|
|