Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 14 Ocak 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Diyarbakır Cezaevi

21 Ekim 2007'deki Dağlıca baskınında kaçırılan 8 erin bağlı olduğu 3'üncü Motorize Piyade Taburu'nun Komutanı Topçu Yarbay Onur Dirik ifadesinde "Mardinli er Ramazan Yüce'nin vatanına ve birliğine ihanet ettiğini" söyledi.

Müebbet hapis talep edilen Ramazan Yüce'yle ilgili olarak PKK karşıtı Rızgari örgütünün sözcüsü "Nasname" sitesinde önemli bir bilgi açıklandı. Sitenin yöneticisi Şükrü Gülmüş'ün kaleme aldığı "Diyarbakır zindanı ve kır saçlı adam" başlıklı yazıda Ramazan Yüce'nin babası Hüseyin Yüce'nin 1984'te Diyarbakır Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi'nce PKK'ya yardım ve yataklık suçundan Diyarbakır Kapalı Cezaevi'ne gönderildiği belirtildi.

Gülmüş yazısını Diyarbakır Cezaevi'nin 35 numaralı koğuşunda çekildiğini belirttiği bir fotoğrafla destekledi, "Ortadaki kır saçlı adam Hüseyin Yüce'ydi" dedi ve ekledi: "Uzun yıllardır haber alamadım. Hüseyin Amca yaşıyor mu? Hiç sanmıyorum. Yaşasaydı eşinden önce çıkar, oğlunu savunurdu. Vefat etmişse mekânı cennet olsun."

Gülmüş dün siteye yazısındaki eksiklerini tamamlayan, hatalarını düzelten bir yazı daha koydu. İsveç'te yaşayan bir Kürt yazarın "Diyarbakır Zindanı ve Devrimciliğimiz" adlı kitabına dayandırdığı düzeltmesi şöyle:

"Diyarbakır Cezaevi'ndeki 1984 direnişi çok kanlı ve zorlu geçti. Biz 30-40 kişiyi 16'ncı koğuşa aldılar. Hüseyin Yüce de içimizdeydi. Koğuşta kaldığım iki-üç ay içinde cezaevi idaresi onu bazen çağırıp konuşuyordu. Her dönüşünde Hüseyin'in morali bozuk ve hep düşünceliydi. Hiç kimseyle konuşmuyordu. 1984'ün 23 Mayıs'ında cezaevi idaresi bizi hamama götürdü. Sadece Hüseyin gelmedi, koğuşta kaldı. Hamamda daha yarım saatimiz tamamlanmıştı ki, koğuşumuzun gardiyanı Hüseyin Yüce'nin kendini astığını ve hastaneye kaldırıldığını bildirdi. Koşarak koğuşa geldik. Tuvalette ikiüç damla kan vardı."

İnsanlığın öldüğü zindan

Yazıyı okuyunca ürperdik. O yılların Diyarbakır Cezaevi'ni, orada güvenlik komutanı olarak görevli Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran'ı ve o komutanın uyguladığı, anlatmaya sözcüklerin yetmediği vahşeti hatırladık. Yıllar sonra "Serbesti" dergisi o vahşeti yaşamış olanların bir bölümünün anılarını yayınlamıştı. En hafiflerinden birkaç örnek aktaralım:

"Günün her saatinde işkence vardı. Bazı günler elektrik, bazı günler askı, gergi... Kötü şeyler de yapılıyordu; cop, sopa kullanma gibi. Başka işkenceler de vardı. Kafana zeytinyağı döküp bit atıyorlardı. Veya seni sıkıca bağlar, tepene de bir serum takarlardı. Bazen günlerce o serum kafanda dururdu. Her 3 saniyede bir damla düşerdi kafana. Hep aynı noktaya."

"Aynı işkenceyle bağışıklık kazanmaman için haftada bir işkence yöntemini değiştirirlerdi. Bir hafta lağıma sokarlardı mesela. 'Bu sizin hamamınız, tertemiz olmadan çıkmayacaksınız' derlerdi. Öbür hafta sürekli pislik yedirirlerdi."

"Kapı açılıp karavanayı içeri getirmeden önce gardiyan bizi çok döverdi. 'Verdiğim yemeğin hakkını istiyorum' derdi. Ta ki bir tarafımızdan karavanaya kan akana kadar döverdi. O işkence döneminde günde üç öğün kanlı karavana yedik."

"Komutan Esat Oktay Yıldıran'a bir tutuklu 'Senin marş söyletme uygulamana katılıyorum. Her gün İstiklal Marşı'yla beraber 75 marş söylüyorum. Kemalizm derslerine katılıyorum. Yemek duasına katılıyorum. Elbiseni giyiyorum. Türkçe konuşuyorum. Benden daha ne istiyorsun?' diye sordu. Yıldıran olanca zalimliğiyle, 'Başlarım ulan senin İstiklal Marşı'na, anayasana, eğitimine; hain olacaksın oğlum hain!' diye bağırdı."

"Benim kaldığım koğuşta insanlar işkencelere dayanamayıp kendilerini asıyorlardı. Cinsel organlara ip bağlıyor, sonra bu ipi mahkumların boynuna asıyor ve günlerce koğuşta böyle dolaştırıyorlardı. Artık kolay yoldan ölümün yolunu arıyorduk."

Er Ramazan Yüce'nin babası Hüseyin Yüce işte o yıllarda o vahşeti yaşadı. Kim bilir belki işkenceye dayanamayıp kendini astı, belki de işkencede can verdi.

Ramazan Yüce'nin suçunu hafifletmek için değil, PKK'nın -belirlenebildiği kadarıyla-53 tutuklunun cenazesinin çıktığı Diyarbakır Cezaevi'ndeki o vahşetin ürünü veya sonucu olduğunu vurgulamak için bu örnekleri verdik.

Kürt sorununun çözümü öncelikle 1980'lerin ilk yarısıyla hesaplaşmaktan ve Diyarbakır Cezaevi vahşetiyle yüzleşmekten geçiyor.

Sabah, 13.1.2008

Erdal Şafak

14.01.2008


 

Bilgin İtirafnamesi

Sonunda Sabah'ın eski sahibi Dinç Bilgin de "Pişmanlık Kanunu"ndan yararlandı!

"Bir devrin güçlü patronu" 28 Şubat'ta gazetesinin yaptığı yayınlardan çok utandığını itiraf etti.

***

Şaban Arslan'a konuşan Bilgin'in çarpıcı itiraflarını iki gün boyunca gazetemizin sürmanşetinde okudunuz.

Dinç Bilgin "demokrat, liberal hatta hafif ters bakan" Sabah'ın 28 Şubat'ta birdenbire "katı devlet yanlısı" bir hale gelişinin öyküsünü anlatıyor.

O süreçte "sapık ve karışık bir dönem" yaşandığını ve buna bir türlü karşı koyamadığını söylüyor, Bilgin.

Ardından da diyor ki: "Ankara'daki bazı gazete yöneticileri Genelkurmay'a gidip 'Yayın yönetmenlerine seninle ilgili dosyalar var' diye mesaj getiriyordu. O dönemdeki anormal haberlerin büyük kısmı bu baskı ve endişelerle yapıldı."

28 Şubat sürecinde gazete yöneticileri ve kimi yazarlar "adam markajı" altındaydılar. Elbette zaman zaman komutanların ileri seviyede baskılarına muhatap oldular. Hatta bazen de "emre uygun bir lisanla!" tehdit edildiler. Yazarların davetli olduğu bir Güneydoğu gezisi esnasında garnizonun dışında bomba patlatmak suretiyle yapılan "korkutulmaları" da biliyoruz.

Ancak asla göz ardı edilmemesi gereken bir temel gerçek var: Bilgin'in de aralarında bulunduğu patronlar artı gazete yöneticilerinin büyük kısmı o dönemde askerlerle "ortaklaşa" çalıştılar.

"Laik cumhuriyeti korumak" kisvesi altında yapılan "psikolojik harekat operasyonu"na beraberce imza attılar. Bu operasyonun fiili adı "İrticaa karşı topyekun savaş"tı!

Garnizonda pişirilen asparagas haberler Egemen Medya'ya servis ediliyor; sonrasında ise üst düzey komutanlar medyadaki bu manşetleri MGK'da Refahyol hükümetinin önüne koyup "hesap soruyorlar"dı.

Yani ortada "sistematik bir cinayet" vardı!

Dinç Bilgin itirafları esnasında bu temel gerçeği es geçiyor. Yer yer "Ben masumum, hakim bey"i oynuyor. Oysa, 28 Şubat sürecinde bu milletin değer yargılarına karşı "Ben Hakim'im Masum Bey" rolündeydi!

Bilgin, kuşkusuz çok kıymetli itiraflarda bulunuyor; ancak kabahati öyle Ankara temsilcilerine falan yükleyip işin içinden sıyrılamaz.

Malum süreçte -işadamlarının, sivil toplum kuruluşlarının, yargı temsilcilerinin yanı sıra bizzat gazete patronlarının da Genelkurmay'da brifing aldıklarını unutmamız mümkün değil.

***

Bilgin "Sincan'da yürüyen tanklar yüzümü kızarttı" diyor.

Sabah'ın eski patronunun yüzü sonradan kızarmış olmalı. Çünkü tanklar Sincan'da yürüdüğünde Sabah, Hürriyet, Milliyet; hep birlikte tanklara selam durdular. Tankları "gururla" seyrettiler.

Sabah Grubu, Doğan Medyası ile birlikte Genelkurmay'a "Bu tankı bana lütfeder misiniz?" dercesine yayınlar yaptı, o 'Kabus Şubat'ta.

Yeni Şafak'ın manşetinden okuduk. Ahmet Vardar tanık olduğu hadiseyi anlatıyor: "Zafer Mutlu Ankara'dan gelmişti. 'Çok yakında darbe olacak. Hangi tank nerede duracak onu bile gösterdiler. Hükümeti devirmek için saldırıya geçelim' diyordu."

Sanırsınız ki, sözü edilen kişi Orgeneral Zafer Mutlu.

Eh, tankların yerini de biliyor.

"Hükümeti devirelim" diyerek birliklerine emir veriyor!

O günlerden başlayarak yıllardır ısrarla "Apoletli Medya" diye yazmamızın sebebi buydu işte.

Yeni Şafak, 13.1.2008

Tamer Korkmaz

14.01.2008


 

Ulusalcılar bu işe ne diyor?

Türkiye, 1964'te Kıbrıs olayları çıktığında adaya müdahale tehdidinde bulundu, Amerikan Başkanı Johnson'un meşhur mektubu sonrasında da müdahale yapılmadı. Ama o zaman ortaya çıktı ki, Türkiye'nin Kıbrıs'a çıkartma yapabilmesine zaten imkân yoktu, çünkü çıkartma gemimiz yoktu! 10 yıllık sürede çıkartma gemisi eksiği tamamlandı ve 1974 Kıbrıs müdahalesi mümkün olabildi.

Türkiye, 1980'lerin başlarından itibaren F-16 savaş uçaklarını üretiyor. Ama bir savaş uçağı için motoru, tasarımı, manevra yeteneği kadar önemli bir şey de onun savaşmasını sağlayan uçuş bilgi sistemleri. Türkiye'nin F-16'larının radarlarında, (yakın zamana kadar) Ege'deki devriye uçuşları sırasında Yunanistan'a ait uçakları 'düşman' olarak algılanmıyordu; çünkü Yunanistan'ın kullandığı uçaklar F-16'ların bilgisayarında 'dost' olarak geçiyordu. Öyle olunca da havadaki pilotun Yunan uçağı ile Türk uçağını otomatik ayırt etmesi mümkün olmuyordu. Bu teknoloji en sonunda İsrail'in Türk F-4'lerini modernleştirmesi sonrasında Türkiye'ye gelebildi.

90'lı yılların ortalarına kadar, Türk MİT'i de, Türk silahlı Kuvvetleri de, Dışişleri Bakanlığı da, Amerika'dan satın alınan veya hibe yoluyla bize geçen şifreleme cihazlarını ve şifreleme algoritmalarını kullanıyordu. Yani, Türkiye'nin en gizli haberleşmesi aslında başta Amerika olmak üzere teknoloji sahibi her ülke için gizli falan değildi, bütün haberleşmemiz okunabiliyordu. Ancak 90'lı yıllarda Türkiye kendi teknolojisini ve şifre algoritmalarını gerçekleştirdi, bugün bir ölçüde haberleşme güvenliğine sahip oldu.

Türkiye 1984'ten beri PKK terörüyle mücadele ediyor ama geniş PKK gruplarının hangi an nereden nereye gittiklerini Türkiye sınırlarının içinde kalan bölümler dahil olmak üzere uzaktan an be an izleyecek teknolojiye hâlâ sahip değil. 90'ların ortalarında Amerikan uydularının anlık istihbaratı Ankara'ya aktarıldı, o dönem Türkiye içi dahil çok sayıda başarılı PKK operasyonu yapılabildi. Şimdi yapılan operasyonlarda da Amerikan istihbaratı çok önemli rol oynadı. Kendi topraklarımızı ve düşman bir güç tarafından kullanılan komşu toprakları bile izleyemiyoruz açıkçası.

İki yıl önce İsrail Lübnan'da Hizbullah'a saldırdığında, Hizbullah'ın insansız hava aracına sahip olduğu, bu araçların sadece gözlem yapmakla kalmadığı füze de atabildiği ortaya çıktı. O sırada Türkiye'nin elinde böyle bir teknoloji yoktu. Kısa zamanda ihalesi yapıldı, bir İsrail firması ihaleyi kazandı ama araçlar hâlâ Türkiye'ye gelmedi. Ne var ki son PKK operasyonlarında İsrail'den kiralanan iki insansız hava aracının gönderdiği görüntüler etkili oldu, Genelkurmay Başkanı, 'PKK kampları bizim için BBG evi gibi' benzetmesini bu araçlar sayesinde yaptı.

Son PKK operasyonlarıyla öğrendik, Amerikalıların 70'lerin ortalarından beri sahip olup geliştirdiği gece uçuş, çok alçaktan uçuş ve hedef vurma sistemi olan LANTIRN'e sadece birkaç yıl önce hava kuvvetlerimiz de sahip olmuştu. Sistem sayesinde pilot gece karanlıkta radar seviyesinin altında çok alçaktan arazinin yükselip alçalmasına göre yükselip alçalarak otomatik uçuş yapabiliyor, böylece hedeflerini çok daha etkili biçimde vurabiliyordu.

Bu sistemin etkinliğinin en önemli parçası olan lazer güdümlü füze ve bombaları da kendimiz üretmiyoruz, ithal ediyoruz!

* * *

Teknolojik eksiklerimiz ve yeni yeni kullanmaya başladığımız teknolojiler sadece bunlar değil. Örnekleri özellikle askeri teknolojilerden seçtim, çünkü milliyetçi damarımız çok kuvvetli olsa da, bu işler sadece nutuk atmakla olmuyor.

Üstelik dikkat ediyorsanız, aslında aradaki teknolojik boşluk da dolmuyor gerçekte.

Biz teknolojiyi transfer etmiyoruz, sadece satılabilir hale geldiğinde satın alıyoruz. Oysa teknolojiyi yaratmamız da gerek.

Bunun için araştırma-geliştirme lazım. Para lazım. İnsan lazım. Ama her şeyden önemlisi, belli seviyede bilginin herkesle paylaşılması ve özgür yaratıcı ortamın varolması gerek.

Özgür yaratıcı ortam ise nasıl yarım hamilelik olmazsa yarım özgürlük de olamayacağı için, ancak ve ancak düşüncenin, hatta hepimize çok aykırı gelecek düşüncelerin de özgürce ifade edilebildiği şartlarda yaratılabilinir.

301. maddeyi değiştirmemekte, hatta tamamen ortadan kaldırmamakta direndiğiniz sürece aslında kendi teknolojinizi üretecek beyinlerin, düşüncelerin ortaya çıkmasını da engellemiş olursunuz.

Ne ilgisi var demeyin, yaratıcı düşünce böyle bir şeydir, ancak mutlak özgürlük ortamında, özgürlüklerin içe sindirildiği, kimsenin düşüncesine ket vurulmayan bir ortamda var olabilir.

Yoksa biri, 'Senin dediğin Türklüğe hakaret' der, ötekisi çocuğunu 'İcat çıkarma' diye azarlar ve herkes birbiri gibi düşünmeye başlar.

Siz de görece basit ama en hayati teknolojileri bile başkalarından dilenmeye başlarsınız.

Radikal, 13.1.2008

İsmet Berkan

14.01.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri