Azerî Ressam Meher Bayramoğlu: Tolstoy der ki, “Dünyayı güzellik kurtaracaktır.” Bu çok doğru bir söz. San’at faaliyetleri insanları güzelliğe dâvet ediyor. Kâinatı okumaya dâvet ediyor. Zaten san’atın da önemli hamuru sevgidir. Sevgi ile başlıyor her şey. Müzik, resim, hat, ebru, gravür veya taş süslemeciliği, halı işlemeciliği hepsi bir sevgi yansımasıdır.
Şanlıurfa Belediyesi Resim Kursu Öğretmeni Azerî asıllı Meher Bayramoğlu ile resim san’atı üzerine konuştuk.
*Bize kendinizi tanıtır mısınız?
1953 yılında Azerbaycan’ın Gence şehrinde doğdum. 1971 -74 yıllarında Azerbaycan Devlet Ressamlık Mektebini (Teknik Resim ve Resim öğretmenliğini) bitirdim. 1983 yılında Rusya’nın Sam Petersburg şehrinde Güzel San’atlar Akademisini okudum. Bitirdikten sonra Azerbaycan’a döndüm. Orada çalışmalarıma devam ettim. Azerbaycan’ın Gence şehrinde Devlet Pedagoji Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde öğretim görevlisi olarak çalıştım. Kültür, örf, adet ve medeniyetin beşiği olan Mezopotamya san’atına olan ilgim beni bu mekânlara taşıdı. 1998 yılında hanımla beraber, dünyada medeniyetler ve kültür açısından orijinal bir yere sahip olan Urfa’ya geldik. Urfa’da yaşayan san’atlar oldukça zengin ve orijinal olması ve İpek Yolu bağı nedeniyle tarihî izler taşıması bizi bu şehre bağladı ve 1999 yılında bu şehirde kalmaya karar verdim. Urfa’da olduğum zaman içerisinde birkaç resim sergisi açtım. Tabiî ki bu sergilerde Urfa’yı temsil ettim. Artık Urfa’nın bir parçası olduk.
*Şehir ile insan zamanla bütünleşir…
Çok doğru bir tesbit. Bazen şehir insanı zenginleştirir, bazen de insan şehir medeniyetini zenginleştirir. İkisi bir arada olunca çok güzel neticeler verebilmektedir.
*Resim san’atıyla nasıl tanıştınız?
İlkokul 4. sınıf yıllarımdı. Hastalanmıştım. İki hafta okula, derslere gidememiştim. Resim öğretmenim bir gün beni ziyarete gelmişti. Gelirken de elinde bir deste kalem ve bir de resim defteri vardı. Bu bana çok anlamlı gelmişti. Ve öylece karalamaya başlamıştım.
Meşguliyet hastalığımı da unutturmuştu adeta. Onun için san’atın böyle etkili bir güç olduğunu kabul etmek gerekiyor. İnsanın fizyolojik rahatsızlığını bile etkisi altına alıp tamir edebiliyor. Hiç değilse, hasta olduğunu hep düşünmemek bile bir nimettir hasta için. Tablolara başlayınca dalıp gidiyorsunuz. Günlerin, saatlerin nasıl gelip geçtiğini hiç düşünmüyorsunuz bile. O hocam beni hep desteklemişti. Sonra kendim bu ilginin okuluna gittim.
*Bir san’atkârda neler bulunmalı?
Önce san’atkârın san’atkâr olabilmesi için, bir takım özelliklerinin bulunması icap eder. Bunlar benim kanaatime göre san’atçıyı san’atçı yapan unsurlardır ve her san’at alanı için de geçerlidir.
San’at bir anlamlı sonuç ise, bu anlamlı sonucu belli başlı bir takım prensipler olmaksızın düşünemeyiz. Onun için ben san’atçının sadelik taşımasını önemserim. Sonra yalan söylememesini düşünürüm. Sonrasına dürüst olmasını beklerim. Yani neden bunlar; çünkü yalanın olduğu yerde doğru çizgiler olmaz. Çizgi san’atında yalan hemen kendini ele verir. İçinde yalan taşıyanın çok güzel, doğru ve anlamlı çizgiler taşıması güçtür.
Çizgiler, fırçalar kişinin iç dünyasından gelen sinyaller olduğu için, duyguların içeriğinin tablolara yansımaması düşünülemez.
Nitekim sadelik de öyledir. Tablodaki ahenk, düzen, bütünlük, kompozisyon san’atçının iç dünyasından izler olarak ortaya çıkmaktadır.
Bu gözle bakıldığında iç dış uyumu kendini göstermektedir. Çok güzel tabloları olan bir san’atkârın, çok yanlış davranışlar taşıması düşünülemez. Olsa da o san’atın bir kanadı eksiktir denebilir.
*Kurtuluş san’atta mı diyorsunuz?
Ünlü Rus yazar Tolstoy der ki, “Dünyayı güzellik kurtaracaktır.” Bu çok doğru bir söz. San’at faaliyetleri insanları güzelliğe dâvet ediyor. Kâinatı okumaya dâvet ediyor. Zaten san’atın da önemli hamuru sevgidir. Sevgi ile başlıyor her şey. Müzik, resim, hat, ebru, gravür veya taş süslemeciliği, halı işlemeciliği hepsi bir sevgi yansımasıdır. Ne kadar san’at değeri varsa bir şeyin, o kadar sevgi yoğrulması var demektir. O kadar derinleşme var demektir.
Nitekim san’atla uğraşan insan kırıcı olamaz. Kalbi incitici olamaz. Onun kalbi ince duygularla doludur.
* San’atın insana olan katkısı nedir ve nasıldır?
San’at kendini ifade etmenin en güçlü araçlarındandır. Urfa’da Antalya’dan, Kayseri’den, Mersin’den insanlarımız kursa katılıyorlar. Ev hanımları kursa katılıyorlar. Belki de evde kendisini ifade edemeyen ev hanımı san’atıyla çok daha güzel ifade edebilmektedir. Kurs adeta bir aile ortamı gibi, karşılıklı istifadeyi beraberinde getiriyor. Herkeste bir güzellik var, ortaya konduğunda herkes birbirinden istifade ediyor. Tabiî şunu da söylemek gerekir ki, san’atla ilgilenen insanlar kötülük yapamazlar. San’at icrası esnasında insanın aklı, kalbi ile göz ve elleri işlerken, bir anlamda eser önce düşünce, duygu sonra da somut eleklerden geçmektedir. İnsandaki her bir duygu ve her bir kabiliyet bir elek gibidir. Onun için eser eser oluncaya kadar, epey bir süreci yaşamaktadır. Sonucun güzel ve anlamlı olması bundandır.
San’atçı, önce san’at eserlerini çok iyi bir okuyucudur. Her şeydeki anlamı çok iyi çıkarabilendir. Çiçek gibi olan san’at malzemelerini koklayandır. Bal toplayandır. Sonra da, bu malzemeleri kullanarak, kendi icrasını yapabilendir. Onun için malzemeleri çok iyi tanımak gerekir. Çizilen tablonun ruhunu, mânâsını önce kendi içinde yaşamalıdır. Sonra onu tabloya taşıyandır. San’atçının duygusal bir dünyaya sahip olması ve duyarlılığı bundandır.
Tablolarda bir ruh bulunmaktadır, bir psikoloji bulunmaktadır. Her tablonun bir hikâyesi bulunmaktadır. Yani 80-100 yaşlarındaki, kapısının önünde ayağa kalkmış bir nineyi çizerken, onun yüzüne yansıyan duyguları tanımlamak gerekmektedir. Onu ayağa kaldıran unsurun ne olduğunu, yüzüne yansıyan ifadeden çıkarmalı ve öylece çalışmalıdır.
*En güzel ne zaman çizer ressam?
Bu sorular oldukça anlamlı. Ressam çizerken yaşadıklarının tesirindedir. Yaşadıklarından, psikolojisinden soyutlanmış bir sanatkâr olamaz. Fakat tabiî san’atkâr, asla gölge olmamaya özen göstermelidir. Ayna olmak durumundadır. En iyi san’atçılar en iyi ayine olanlardır demek mümkün.
Yaratıcı nasıl ki, san’at sergisini (kâinatı) hem kendi görmek ve hem de onu anlayanların ve idrak eden şuur sahiplerinin gözüyle görmek istiyorsa, ressamlar da san’at eserlerini sergilerle görmek ve görenlerin gözüyle de (değerlendirmeler) görmek istemektedirler.
İnsan âlemde olup bitenleri fark ettiğinde, düşünmeye başlıyor. Her şeyin bir kural içerisinde olduğunu fark ediyor ve her şeyin mükemmelliğini anlıyor. İnsan kendisini yöneten bir kuvveyi idrak ediyor.
Böylece güneşin doğuşu insana heyecan vermelidir. Güneşin batışı okunması gereken bir mektup gibidir.
Hatta mümkün mertebe san’atkârın aynı mekânda bulunmaması icap etmektedir. Yeni ortamlar, yeni çevre, yeni medeniyetler san’atçı için değişen malzemelerdir. Monotonluğun kırılmasıdır.
Nitekim şehirlerimizden birisi benden sergi açmamı istemişti. Benim de imkânlarım nedeniyle çizecek malzemem yoktu. Bir arkadaşım tuval ve boyalar alıp geldi. Beni bu davranış çok etkiledi ve kendi kendime dedim ki, ‘Mademki benden bir şeyler bekleniyor, ben de onların beklentilerini boşa çıkarmamalıyım’ dedim ve çalışmaya başladım.
Halen etkisinde kaldığım eserler o zor şartlarda doğdu.
Dünyada da çok sayıda yazar, çizer, düşünür, müzisyen zor şartların san’atkârı olarak tarihe geçmiş bulunmaktadır.
*Çağımızın İslâm alimi Bediüzzaman Said Nursi, hayatının önemli bir kısmını hapishanelerde geçirmiştir. Buna rağmen çok kıymetli eserlerini hapishanelerde vermiştir. Hatta cephede at sırtında telif ettiği önemli eserleri bulunmaktadır. Zorluk san’at eserinin doğuşu için önemli bir etken midir?
Müfessirin eserlerini okuyorum. Etkisi, söylediklerini yaşamasıyla alâkalı.
Bizde de en güzel eserler, en zor şartların ürünleridir. Sıkıntısız rahmet olmuyor. Çok güzel sonuçlar, çok zor şartlardan doğup gelmiştir.
Onun için her tablo arka planında pek çok hatıralar taşımaktadır.
*Çok teşekkürler efendim.
Ben size teşekkür ediyorum.
|