Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 13 Temmuz 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Dost kalabilmek

“Her şeyin hayırlısı yenisidir, fakat dostun hayırlısı eski olandır.”1

Ama, insan geliştikçe, çevresini değiştirdikçe, yeni dostlar kazanmaya, bulmaya çalışıyor bildiğiniz gibi.

Çünkü; “Bir insan zamanla yeni dostlar edinmezse, bir gün hayatta tek başına kalmaya mahkûmdur.”2

Dost, eski dost, kadim dost v.s. gibi birçok deyim ve sıfat kullanırız dost ve dostluklar konusunda.

Eski dostlar unutulmaz derler. Ama, unutur gideriz ve onlar için ‘Eski bir dostum vardı’ deriz. Yani, eskiden dosttu, şimdi artık... (belli değil?)

Yoksa, unutmadığımız, unutamadığımız, halen dostluğumuzun devam ettiği kişilere ‘Eski Dost’ yerine ‘Eskimez Dost’ mu demeliyiz.

Dostluğumuzu öyle genişletmeli, öyle derinleştirmeliyiz ki, dostumuz nerede olursa olsun onu daima hatırlayabilmeliyiz.

Biz de, birisinin eski(mez) bir dostu isek kendimizi unutturmamalıyız.

Çünkü; “Dostluğun kolları birbirimizi dünyanın bir ucundan bir ucuna kucaklayabilecek kadar uzundur.”3

Nasıl ki eşyanın hakikati ancak zıddıyla bilinir, dostun da gerçeği, hakikatlısı diğer insanlardan gördüğün bazı kötülüklerin ondan sadır olmaması sonucu anlaşılır.

İnsan, dostunu iyi seçmeli. Çünkü aynen Aşık Veysel gibi dostsuz kalabilir.

Ne diyor, gerçekleri, görmeyen gözleri ile gören Veysel;

“Dost dost diye nicesine sarıldım,

Benim sadık yarım kara topraktır.”

İnsan, öyle bir dost olmalı ki, geldiği zaman boşluk dolduran değil, gittiği zaman yeri doldurulamayan olmalı.

Dostunu, bir gül gibi, öylesine sevmeli ki; soranlara dikeni yok diyebilmeli.

İnsanın bir şeyler paylaşacak dostları yoksa, iyi şeylere sahip olmaktan da zevk alamaz.

“İnsan hayatının kaynağı sevgiyse, sevgi mutluluk, mutluluk paylaşmak, paylaşmak dostluk, dostluk hatırlanmak, hatırlanmak unutulmamaktır” diyorsanız eğer, demek ki sevilmişsinizdir.

“Eyvah bana, keşke filanı dost edinmeseydim...”4 dememek için dikkat.

Peki, bunun için ne yapmak gerekir?

Gerçek “Dost istersen Allah yeter.”

Yeter, ama, insanlardan da gerçek dost, eskimez dost edinebilmek için, Allah’ın (cc), Peygamber’in (asm) gösterdiği yolda sana yoldaş olabilecek kişileri bulmak gerekir bence.

Dost edindikten sonra, dost kalabilmek daha önemli. Zaten dostluklar devam ettikçe, yani dost kalabildiğiniz sürece dostluklar eskimez, sürer gider, demek, dostluk kazanmak değil, dostluğunuzu sürdürebilmek çok daha öne çıkan bir haslet oluyor.

Gerçek dostun başka bir özelliği de, insanın kötü yani zor günlerinde de dostluğunu sürdürmesidir.

Toplumda dostlukların şaşmaz kriterlerinden birini ise, Üstad Said Nursî özetlemiştir: “Düşmanın düşmanı, düşman kaldıkça dosttur. Nasıl ki, düşmanın dostu, dost kaldıkça düşmandır.”5

Dostluklarınızın gerçek dostlarla hayat boyu sürmesi dileğiyle.

Dipnotlar:

1- Hz. Ali (r.a.)

2- Samuel Johnson

3- Montaigne

4- Furkan: 27-28

5- Sünuhat

M. Fahri UTKAN

13.07.2007


İ’tidâl-i dem

Yüksek tansiyon hastaları iyi bilirler. Kalp kasıldığı zaman atardamarların içine kanı belirli bir basınçla pompalar. Bu sırada damar içindeki basınç en yüksek düzeye ulaşır. Bu basınca tıpta sistolik basınç, halk arasında büyük tansiyon adı verilir. Kalbin gevşemesiyle, damar içine pompalanan kan durur. İşte bu sırada devreye damarın elastikliği girer. Önce genişlemiş olan damar, kana bir basınç uygulayarak kalbin gevşemesi anında da kan akımını sağlar. İşte bu sırada oluşan en düşük basınca da tıpta diastolik tansiyon, halk arasında da küçük tansiyon denilir. Sâni-i Hakîm halkettiği bu acip makinanın yağını, suyunu yerli yerince vermiştir. Hâricî âmiller bu dengeyi bozunca merkezde ihtilâller yaşanır.

İşte bu hengâmede memleketimizde benzer bir “hâl” yaşanmakta, Ankara yüksek tansiyonla cebelleşirken azalar hükmünde olan Anadolu; beyne gelen basıncın tesiri ile duyguları aklın önüne çekmiştir.

Böyle zamanlarda yapılacak tek iş, kan basıncını düşürmek, sağlıklı düşünmeye sevk etmektir. O yüzdendir ki ağrıyan başı değil, tansiyonu düşürmekle meşguldür hekimler.

Yani i’tidal-i dem... Hadd-i vasat değil midir dinin tavsiyesi? İfrat ve tefrit arası değil midir mesleğimizin sırrı?

Peki tansiyon niye çıktı? Efendim “‘Bunlar’ azıttı. Bize rağmen ‘bizi’ istemeyenler dindar cumhurbaşkanı istedik diye kıyameti kopardılar. Biz de yerimizi almak istiyoruz.” Doğrudur. Lâkin usûl hatası var, üslub yanlışı yapılıyor, “tercih ettikleriniz” tarafından. Bir bakıma mânâ-i muhalifle, diğerlerine “dinsiz” denmek isteniyor. Ya da böyle algılanılıyor. Peki bu doğru mu? Hassas dengelerin üzerinde yaşadığımız bir devirde “her doğruyu her yerde söylemek” doğru mudur? Mesele üzüm yemek mi, bağcıyı dövmek midir?

Sahi siyasetten ne bekliyoruz? Siyaseti kendi ikbal ve iktidarımız için mi âlet ediyor, yoksa memleketin idaresini emin ellere teslim etmek midir gayemiz? Asıl mesele budur bence. Beklentiler... İyi bir yönetim, hakça paylaşım, hukukun üstünlüğü ve dindarın hakkını muhafaza etmek...

Peki bu tarzla mı yapılmalı?

1960’ların sonunda yola çıkarken; “Hak geldi batıl zail oldu” diyerek rayında giden bir ekonomi ve dindara hiç de dokunulmayan hatta önünü açan demokratların önüne set çeken bir anlayışla mı?

Zaman zaman iktidara ortak bile olundu. Yapılan ilk icraatlarda İ.H.L.’lerin orta kısmını kapattırma, binlerce anarşistin salıverilmesi ve seksen öncesi hadiselere ve ihtilâle sebep olundu. Seni var eden değerlere bir tek çivi çakmak şöyle dursun, elli yıllık renksiz denilen insanların çaktığı çiviler bir bir söküldü. “Bütün İHL’leri biz açtık” diyerek seçim meydanlarında vaadler sıralanırken mahkemede “Biz hiç İHL açmadık, hepsini Menderes ve Demirel açtı, hiç bir kayıt bizim İHL açtığımızı iddiâ edemez” dediler. Karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar misali çark edildi. En sonunda iktidar olundu. “Rektörler başörtülülere selâm duracak” denilerek başörtüsü sorunu “kökten” çözüldü. “İHL’ler arka bahçemiz” denilerek, orta kısmı yine kapandı. Kur’ân kurslarına ancak bu kadar zarar verilebilinirdi, o da gerçekleşti bu sayede. 28 Şubat gibi karabulutları ülkeye çökerten yine bu basiretsiz siyasî “dehadır”.

Sonra “Demokrasi küfür rejimidir. AB batı ve Hıristiyan kulubü” ifadelerini değiştirip “Demokrat” oldum diyerek tekrar milletin önüne çıkıldı. Mağdurları oynayıp Unkapanı kaset krallarını bile sollayıp yetimane hüzünle arabesk bir iktidar elde edildi. Tek başına anayasayı değiştirecek bir çoğunluğa sahip olacak yetki milletten alındığı halde, bilenlerin “Üç ayda ne yaptın ettin, sonrası geçmiş ola” ikazlarına aldırmadan, (bütün mesai AB’ye yüklenildiği halde, şimdi rafa kaldırıldı) tek bir çivi bile çakılmadığı halde son bombayı da patlatıp “Dindar bir cumhurbaşkanı istiyoruz” denilerek 27 Nisan başımıza salındı ve 14 Nisancılar diye “ulusalcı” bir “karşı taraf” inşâ edildi, tebrikler. Bir hareket ancak bu kadar hayat sebebi olan “misyonuna” ters düşer. Ya da...

Türkiyenin tansiyonu çıkmış; “Essebebü ke’l-fâil” yani ‘Sebep olan yapmış gibidir’ kaidesince “fincancı katırları” ürkütüldü bu sayede. Karşımıza bir de ulusalcılar çıkarıldı. Dövsünler bakalım merkezimizi ve değerlerimizi. Zaten bahane arıyoruz kamplaşmak ve kutuplara bölünmek için, sağolun...

Ömer Faruk ÖZAYDIN

13.07.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004