Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 27 Haziran 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Azapları asla hafifletilmez; kurtulmaktan da ümitlerini kesmişlerdir.

Zuhruf Sûresi: 75

27.06.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Allah ümmetimden biri için hayır dilerse, kalbine Ashabımın sevgisini kor.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 230

27.06.2007


Musîbetlerde, insanın şikâyete hakkı yoktur

Yirmi Altıncı Sözde sırr-ı kadere dair beyan edildiği gibi, musîbet ve hastalıklarda insanların şekvâya üç vecihle hakları yoktur.

Birinci Vecih: Cenâb-ı Hak, insana giydirdiği vücut libasını san’atına mazhar ediyor. İnsanı bir model yapmış; o vücut libasını o model üstünde keser, biçer, tebdil eder, tağyir eder, muhtelif esmâsının cilvesini gösterir. Şâfî ismi hastalığı istediği gibi, Rezzak ismi de açlığı iktiza ediyor, ve hâkezâ... “Mülkün mâliki, mülkünde dilediği gibi tasarruf eder.”

İkinci Vecih: Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder, vazife-i hayatiyeyi yapar. Yeknesak istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı mahz olan vücuttan ziyade, şerr-i mahz olan ademe yakındır ve ona gider.

Üçüncü Vecih: Şu dâr-ı dünya, meydan-ı imtihandır ve dâr-ı hizmettir. Lezzet ve ücret ve mükâfat yeri değildir. Madem dâr-ı hizmettir ve mahall-i ubudiyettir. Hastalıklar ve musibetler, dinî olmamak ve sabretmek şartıyla, o hizmete ve o ubudiyete çok muvafık oluyor ve kuvvet veriyor. Ve herbir saati bir gün ibadet hükmüne getirdiğinden, şekvâ değil, şükretmek gerektir.

Evet, ibadet iki kısımdır: bir kısmı müsbet, diğeri menfî. Müsbet kısmı malûmdur. Menfi kısmı ise, hastalıklar ve musibetlerle, musibetzede zaafını ve aczini hissedip, Rabb-i Rahîmine ilticâkârâne teveccüh edip, Onu düşünüp, Ona yalvarıp hâlis bir ubudiyet yapar. Bu ubudiyete riyâ giremez, hâlistir. Eğer sabretse, musibetin mükâfâtını düşünse, şükretse, o vakit herbir saati bir gün ibadet hükmüne geçer. Kısacık ömrü uzun bir ömür olur. Hattâ bir kısmı var ki, bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçer. Hattâ bir âhiret kardeşim, Muhacir Hafız Ahmed isminde bir zâtın müthiş bir hastalığına ziyade merak ettim. Kalbime ihtar edildi: “Onu tebrik et. Herbir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçiyor.” Zaten o zat sabır içinde şükrediyordu.

Lem’alar, 2. Lem’a, s. 15

Lügatçe:

şekvâ: Şikâyet.

libas: Elbise.

tebdil: Değiştirme.

tağyir: Bozma, başkalaştırma.

esmâ: İsimler. Allah’ın isimleri.

cilve: Görünme, yansıma.

mâlik: Sahip.

tasaffi: Saflaşma, arınma.

terakki: İlerleme, gelişme.

tekemmül: Mükemmelleşme.

vazife-i hayatiye: Hayat vazifesi.

yeknesak: Monoton, tekdüze.

hayr-ı mahz: Tam bir hayır.

şerr-i mahz: Tam bir şer, kötülük.

adem: Yokluk.

dâr-ı dünya: Dünya âlemi.

dâr-ı hizmet: Hizmet yeri.

mahall-i ubudiyet: Kulluk, ibadet yeri.

muvafık: Uygun.

ilticâkârâne: Sığınırcasına, sığınır tarzda.

riyâ: Gösteriş, iki yüzlülük.

ubudiyet: Kulluk, ibadet etmek.

27.06.2007


Sistem ve iman hizmeti (1)

Bediüzzaman Said Nursî, yazdığı Risâle-i Nur eserleri vasıtasıyla bir iman ve Kur’ân hizmeti hareketi başlatmış, bu hareketin kendine özgü tarzını/sistemini oluşturmuş, uygulamış, sistemi çalıştırmış ve talebelerine de bilfiil uygulatmıştır.

Eski Said döneminde yeğeni Abdurrahman, İkinci Said döneminde başta Isparta kahramanları olmak üzere aşağıda isimleri geçen birçok talebesi ve Üçüncü Said döneminde de ağırlıklı olarak Zübeyir Gündüzalp bu sistemin ana taşları olmuştur.

Sistem; ‘Mantıkî bütünlüğü ve tutarlılığı olan fikir ve prensipler topluluğu. Bir sonuç elde etmeye yarayan metodlar düzeni. Yol, metod, usul, tarz, model ve tip’ anlamlarına gelmektedir.

Risâle-i Nur’da, özellikle lâhikalarda birçok yerde sistem kelimesini Üstad Said Nursî Hazretleri, talebeleri ve bazı yerler için kullanmıştır.

Bediüzzaman, ilk defa 8 yıl kaldığı Barla’da, Nur hizmeti, Nur Talebelerinin Risâleleri elle çoğaltması, yazılanların tashih edilmesi, ciltlenmesi gibi hizmetler yanında, Barla, Isparta, Sav, İslamköy, Bedre, Atabey gibi birçok küçük-büyük yerleşim merkezleri arasında haberleşme, posta ve dağıtım hizmetlerini bir sistem dahilinde büyük bir ciddiyet ve fedakârlıkla yapmışlardır. Bütün cemaat, bir sistem içinde ve her bir Nur Talebesi de kendine özgü bir sistemde öne çıkmıştır.

Misâl olarak belirtmek gerekirse;

“Mübarek kardeşlerimin hâlis duâlarıyla zehrin tehlikesi geçmiş ve o merhum şehidin, kuvvetli emârelerle, kabrinde Nurlarla meşgul olması ve suâl meleklerine Nurlarla cevap vermesi; ve onun bedeline ve onun sisteminde Nurlara çalışacak Denizli kahramanı Hasan Feyzi (rahmetullahi aleyh) ve arkadaşları...” (Lem’alar, s. 264)

“Yalnız, merhum Hasan Feyzi ve merhum Hâfız Ali’yi ve o iki mübarek şehidin sisteminde ve vârislerinden iki üç zâtı benim suçuma şerik etmişler.” (Şuâlar, s. 347)

“Saniyen: Hoca Hasan’ın haddimden yüz derece ziyade bir hüsn-ü zanla yazdığı bir mektubundan bildim ki, aynen Denizli kahramanı merhum Hasan Feyzi sisteminde bir Nur nâşiri olacak.” (Şuâlar, s. 454)

“Küçük Ali kardeşim, senin, büyük manevî hediyen beni cidden şaşırttı, çok mütehayyir etti. O mükemmel yazılar, Büyük Ali’nin, yoksa Küçük Ali’nin mi, bilemedim. Benim için yeniden dünyaya bir Abdurrahman, bir Lütfü gelmiş gibi, Büyük Hafız Ali’nin sisteminde bir kahraman yardımcı ve iki mübarek ve halis ve kıymettar Mustafa’ların elinde bir elmas kılıç, buranın fethinde benim gibi bir acizin muavenetine koşuyor gördüm.” (Kastamonu Lâhikası, s. 20)

“Mübarek heyetinin büyük bir kahramanı Büyük Ali’nin sisteminde Küçük Ali’nin Mucizat-ı Kur’âniyesi.” (Kastamonu Lâhikası, s. 57)

“Mübarekler kahramanlarından Küçük Ali’nin mektubu da bana büyük bir ümit verdi. Merhum Abdurrahman’ın elhak tam bir halefi olan kıymettar ve mübarek büyük kardeşi olan Mustafa Hulusi’nin, Hafız Ahmed isminde mübarek bir mahdumu, peder ve amcaları sisteminde Risâle-i Nur’a hizmet etmesi, yeniden Abdurrahman dünyaya gelmiş kadar beni müferrah etti.” (Kastamonu Lâhikası, s. 58)

“Hafız Ali’nin mektubuyla Risâle-i Nur’un ehemmiyetli rükünlerinden olan Halil İbrahim’in sisteminde Ahmed Feyzi’nin mektupları, şahsıma ait haddimden yüz derece fazla hüsnüzanları bir tarafta kalsa—ondan kat’-ı nazar—o havalide Risale-i Nur’un şahs-ı manevisine karşı Halil İbrahim’le, Ahmed Feyzi’nin sarsılmaz, gayet kuvvetli irtibatlarını gösterdiğinden, bizi cidden mesrur eyledi.” (Kastamonu Lâhikası, s. 92)

“Büyük Ali sisteminde, küçük ve ikinci Ali’nin mânidar fıkrası iyidir, fakat muhtasardır.” (Kastamonu Lâhikası, s. 162)

“Hafız Ali’nin mektubunun âhirinde, medrese-i Nuriye kahramanlarından ve Hüsrev sisteminde Ahmed ve kardeşi Süleyman hakkında takdirâtı bizi mesrur eyledi. Zaten o, medrese-i Nûriye şakirtleri, benim nazarımda, eskiden beri bir gaye-i hayalim olan Medresetü’z-Zehrânın talebeleri sûretinde düşünüyordum. Ve derdim: ‘Onlar, bunlar oldu. Veya bunlar, onların dümdarlarıdır.’” (Kastamonu Lâhikası, s. 195)

“Ve bilhassa Mehmed Seyrani Hayyat’a çok selâmla beraber, eğer benim orada iken tanıdığım ve Hüsrev sisteminde telâkki ettiğim Mehmed Seyrani ise...” (Kastamonu Lâhikası, s. 201)

“Evlatlarım, ehemmiyetli bir hadise size bu uzun meseleyi kısaca beyan etmeye sebep oldu. Şimdilik sizlere Risâle-i Nur’un ehemmiyetli şakirtleri nazarıyla bakıyorum. Mustafa Oruç, çok talihlidir ki, kendi sisteminde ve ruhunda ve ciddiyetinde, az bir zamanda sizleri buldu. Bir iken on Mustafa oldu.” (Emirdağ Lâhikası, s. 177)

“Saniyen: Hüsrev ve Tahiri gibi vazifelerini tam yapan ve bin Hüsrev ve beş yüz Tahiri meydanda bırakan iki kardeşimizi ve onların sisteminde bir Nurcuyu sulh mahkemesine vermek, inşaallah, neticesinde büyük bir inayet ve fütuhat olacak, hiç merak etmeyiniz.” (Emirdağ Lâhikası, s. 213)

“Rabian: Nur kahramanlarından Refet kardeşimiz, kendi sisteminde gayet ehemmiyetli Abdülehad namında bir büyük hocayı, Risâle-i Nur’a tam bağlı bir kardeşi İstanbul’da bulmuş. Cenab-ı Hak ikisini de daima muvaffak eylesin.” (Emirdağ Lâhikası, s. 219)

“Alamescid imamı faal kardeşimiz İbrahim Edhem’in kendi sisteminde tam Nurcu olarak bulduğu vaiz Ali Şentürk’ün ve vaiz Osman Nuri’nin samimi ve fedakârâne ve Nur hizmetinde azimkârâne mektuplarında arzu ettikleri tarzda has şakirtler dairesinde kabul olmuşlar.” (Emirdağ Lâhikası, s. 228)

Yukarıya aldığım örneklerde görüldüğü gibi, birçok talebesinin kendilerine has sistemleri olduğunu belirterek o özelliklerini öne çıkarıyor. İşte bunun için, yıllar sonra bile, Bediüzzaman, 1935-1953 arasında Isparta’da olmadığı halde kurulan bu sistemle, Isparta, Nur hizmetlerinin merkezi olmaya devam etmişti.

Sistemin sahipleri olan Isparta Kahramanları, sistemin maddî ayağı yanında manevî ayağını da ihmal etmemişlerdi ki; yukarıdaki alıntılarda da görüldüğü gibi sistemin her mensubu, iman ve Kur’ân dâvâsına sahip çıkma, Üstadlarının meslek ve meşrebini muhafaza etme, sadakat, metanet vb. hususlarda sembol isim olmuşlardı.

Bu alıntılara bir daha baktığımızda, bütün bunları, o zamanki talebelerine ve büyük bir ihtimalle de şimdiki talebelerine örnek olması açısından bahsediyor.

Peki bu talebelerinin özellikleri neymiş ki, bunları ayrı ayrı zikrederek sistem kelimesini kullanmış Üstad?

–Devam edecek–

M. Fahri UTKAN

27.06.2007


BİR KISSA, BİN HİSSE

Hace Abdulhalık-ı Gücdüvanî Hazretleri müridleri ve sevenleri ile sohbet ederken, tekkeye derviş kılığında, elinde tesbihi, arkasında hırkası ve omuzunda seccadesi ile bir genç geldi.

Cemaat kalabalıktı. Sohbet aşure gününde yapılmakta idi.

Genç, mütevazî bir halde selâm verdikten sonra bir köşeye çekilip oturdu.

Bir müddet, Hazret-i Şeyhin sohbetini dinledikten sonra, ayağa kalkıp: “Ya Şeyh! Peygamber Efendimiz, ‘Mü'minin bakışından korkunuz, çünkü o Allah’ın nuruyla bakar’ buyurmaktadır. Bu hadîs-i şerifi anlayamadım; açıklar mısınız?” dedi.

Hace Abdulhalık-ı Gücdüvanî Hazretleri:     

“Senin anlayacağın şekilde açıklayayım: Sen zünnarı (kâfirlerin bel kuşağı) kesmelisin ve iman etmelisin!” buyurdular.

Şeyh Hazretlerinin bu sözleri üzerine, genç:    

“Allah’a sığınırım böyle kötü hareketten. Ben kâfir miyim? Benim zünnarım mı var?” dedi. Şeyh hizmetçisine işaret ederek gencin sırtını açmasını emretti. Hizmetçi kalkıp gencin sırtını açtığında, gencin belindeki zünnar gözüktü.

Oradakiler hayrette kalıp şeyhin ayaklarına kapandılar.

Genç, şeyhin kerâmeti karşısında, belindeki zünnarı kesip Müslüman oldu ve tövbe etti.

Hazreti Şeyh de şöyle buyurdu:      “Ey dostlar, geliniz biz de zünnarımızı keselim... Yeniden iman getirelim. Bu genç maddî zünnarını kesti, Müslüman oldu. Biz de batınî zünnarımızı keselim. Batınî zünnar kibir ve gururdur.”

Süleyman KÖSMENE

27.06.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004