|
|
|
Üniformalı siviller |
Hemen herkes, hayatının belirli döneminde dar bir çevrede dışa kapalı yaşamanın insanları nasıl etkilediğini görmüştür.
Ben bunu en somut şekilde askerlik dönemimde ve bir de teknede “Mavi Yolculuk” yaptığım zaman görmüştüm. Askerdeyken, dış dünyayı tamamen unutmuş ve bölük komutanından ya da alay komutanından başka kimse hakkında konuşmaz olmuştuk. Mavi Yolculuk’ta geçen günler süresince de, teknedeki insanların tek ilgi konusu, teknedeki diğer insanlar oluyordu.
Bu deneyimleri hatırlar ve medyayı izlerken, şu anda Türkiye’de insanların sadece “Kim Cumhurbaşkanı olacak” sorusuna kilitlendiği duygusuna kapılıyorum. Sanki bütün dünya ve tüm Türkiye Ankara’nın Çankaya semtindeki Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nün duvarları içinde yaşıyor... Yurt ve dünya gerçekleriyle bütün iletişim kesilmiş durumda. Ne dün ne de yarın var. İnsanların ve toplumun gelecekten beklentileri de, Çankaya’da kimin bundan sonra 7 yıl kalacağına bağlı sanki.
Özkök’ün vizyonu
Bunun herkes için böyle olmadığını, önceki gün Anadolu Ajansı’na demeç veren Genelkurmay eski Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök hissettirdi bana. Org. Özkök, Barzani’nin hepimizi kızdıran çıkışları konusunda düşüncesi sorulduğunda şu cevabı verdi:
- Kuzey Irak’taki liderler bazen hiç kabul edilmesi uygun olmayan çok mübalağalı söylemlerde bulunuyorlar. Türkiye gibi kocaman bir devlete, başka bir ülkeye güvenerek laf söylemek, tehlikelidir. Her kabadayı bir laf söylüyor diye çok ciddiye de almamak lazım. Bazen insanlar durumunu kuvvetlendirmek için bir şeyler konuşuyor. “Asacağım, keseceğim” demek başka, yapmak başka. Şartlar nasıl gelişir bilemezsin. Fert başına geliri 15 bin dolar olmuş, AB’ye girmiş, ekonomik refahı sağlamış, sosyal tabakalaşmasını düzene sokmuş bir Türkiye olursa Diyarbakır’da o bir iş tutabilir mi?
Evet... Herhalde benim gibi pek çok insan da, bu sözlerin, şu anda Türkiye’de duyulmak istenen sözler olduğunu düşünmüştür.
Çankaya’da kimin olacağı siyasi açıdan önemli tabii. Ama siyasetten beklenen, koltuklara kimin oturacağı değil, koltuklarda oturanların ülkenin yarınına ne ölçüde katkıda bulunacağıdır.
Güncel koltuk kavgalarının taraflarının sonsuza kadar aynı kavgayı sürdüremediklerini defalarca görmedik mi? Mezarlıklar vazgeçilmez sanılan insanlarla dolu değil mi neticede?
Baykal’ın vizyonu
Bir asker olan Hilmi Özkök, kişi başına geliri 15 bin dolar olmuş, AB’ye girmiş bir Türkiye’den söz ettiği sırada, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal da, Türkiye Müteahhitler Birliği’nin düzenlediği “Gündem 2007” toplantısındaki konuşmasında AB ile ilişkileri tangoya benzetiyor, tangonun iki kişiyle yapıldığını söyledikten sonra şöyle diyordu:
- Türkiye ne yaparsa yapsın, tam üye olma iradesinde bulunmayacak. Tam üyelik olmadığını bildiği halde bazıları, tam üyelik varmış gibi davranıyorlar...
Barzani’nin açıklamasıyla birlikte tekrar gündeme gelen Irak konusunu da değerlendiren Baykal şöyle konuşuyordu:
- Türkiye’nin Irak politikası iflas etmiştir. Ağzının payı verilmiştir veya verilmemiştir önemi yok. Uygulanan Irak politikaları yanlıştır. Buna bağlı olarak da terörle mücadele politikaları da iflas etmiştir.
Üniformalı siviller
Okurlarım geçen hafta yazdığım “Üniformalar aynı olsa da onları giyenler farklıdır” başlıklı yazıda şunları vurguladığımı belki hatırlar:
- Aslında üniform görüntülerin içindeki çok seslilik, gerçekten çok zor fark edilir. Onları giyenlerin farklı geçmişlere, farklı dürtülere ve reflekslere sahip insanlar oldukları pek düşünülmez bile. Giysileri de dış görünüşleri de birbirlerine benzemeyen sivil toplumdaki pek çok insan, “Kamu sorumluluğu”nu, üzerlerinde üniforma taşıyan pek çok kamu görevlisinden daha fazla hissetmez mi? Veya pek çok üniformalının da, sivil giysilerin içindekilerden daha özgürlükçü olduklarını görmez misiniz?
Bütün vücut salgılarını “Çankaya’ya kim çıkacak” sorunsalına göre ayarlamış Ankaralıların ve pusulaları Ankara’dan başka yönü göstermeyenlerin, dünyayı ve Türkiye’yi de arada bir hatırlamaları gerekiyor.
Bu ülkede insanlar “Battık, bittik” diyenleri değil, “21’inci Yüzyıl Türk asrı olacaktır” diyenleri tuttu ve sevdi. Bu bundan sonra da böyle olacak.
Sabah, 13 Nisan 2007
|
Mehmet BARLAS
14.04.2007
|
|
|
Büyükanıt Paşa’ya sorular |
Sonunda Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt da konuştu. Özellikle Başbakan Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkmasını istemeyen çevreler, Büyükanıt Paşa’nın açıklamalarından herhalde hayal kırıklığına uğramışlardır. Çankaya tartışmalarında seleflerinden farklı olarak doğru bir yaklaşım sergileyen Büyükanıt, bazı gazetecilerden daha sivildi. Demek ki, üniforma, demokrasi için engel değil, tersinden bakarsak takım elbise tek başına insanı sivil yapmıyor.
Kuşkusuz, Büyükanıt’ın ‘sözde değil özde’ lafını evirip çevireceklerdir ama bir bütün olarak mesajlar okunduğunda, TSK’nın, Cumhurbaşkanlığı tartışmasının dışında kalmak istediği ortadadır. Büyükanıt’ın ‘eşi türbanlı aday’ ve ‘Cumhurbaşkanlığı için öne çıkan bazı kimseler’ gibi ifadelerin gömüldüğü Erdoğan’ın muhtemel adaylığına ilişkin sorular karşısında yorum yapmaması dikkat çekiciydi.
Büyükanıt’ın Cumhuriyetin temel değerlerine yaptığı vurgu ise zaten anayasal bir hükümdür. Ayrıca, anayasal zeminde kalmak şartıyla herkes cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin görüşlerini açıklayabilir. Demokrasinin de erdemi budur.
Buraya kadar tamam. Ancak dikkatimi çeken birkaç konuyu hatırlatarak, Büyükanıt Paşa’ya sorular yöneltmek istiyorum. Açıklamasının bir yerinde, akreditasyon uygulamasını savunurken gazetecilerin oturduğu sıraları işaret ederek: ‘Şu sıralarda PKK’lı biri oturuyor olabilirdi veya dini yayın yapan birisi...’ Mantık olarak doğru ama uygulama yanlış.
TSK’yı yıpratma faaliyetlerinden söz ederken de Atabeyler Operasyonu’na gönderme yaparak Genelkurmay önünde sahte belge dağıtan şahısla ilgili hiçbir sonuç alınamadığından yakındı. Ben de diyorum ki; Eğer bu kadar titiz bir çalışma yapılıyorsa, şu sorum cevaba muhtaçtır. Genelkurmay önünde meçhul şahıstan sahte belgeyi alan kim? Akşam muhabiri M.Ç. Andıçla ilgili Genelkurmay savcısının inceleme sonuçlarını açıklamak için davet ettiği 5 seçilmiş gazeteciden biri kim? Akşam muhabiri M.Ç. Basın toplantısına davet ettiğiniz ve işaret ettiğiniz sıralarda oturan çok sayıda gazeteciden biri kim? Akşam muhabiri M.Ç.
O zaman sayın Paşam, özür dilerim. Bir yerde terslik var.
Özkök gidince Çölaşan’ı affettiler
Büyükanıt’ın davet ettiği gazeteciler arasında yeni bir isim daha vardı: Hürriyet Yazarı Emin Çölaşan. Elbette Genelkurmay Başkanı istediğini davet edebilir. Bu mevzua neden geldiğimi anlatayım. Sabah Yazarı Metehan Demir, 2 Nisan’da yayınlanan yazısında, ‘Hangi orgeneral hangi köşe yazarı yüzünden cezalandırıldı?’ diye sordu. Demir, isim vermeden bir orgeneralin ünlü bir köşe yazarını İzmir’de ağırlaması üzerine dönemin Genelkurmay Başkanı Özkök’ün hışmına uğradığını yazdı. Yazıya göre; Özkök, sözkonusu paşaya şöyle demiş: ‘Sen bana her fırsatta en ağır yazıları yazan bir ismi günlerce ağırladın. Hem de bunu sen teklif ettin. Yaptığın doğru mu?’
Sözü edilen general Hurşit Tolon’du. Yazar ise Emin Çölaşan. Özkök’ü sürekli eleştiren Çölaşan, o nedenle Genelkurmay’ın kara kaplı ajandasında kayıtlıydı. Şimdi Büyükanıt Paşa, Genelkurmay Başkanı. Çölaşan baş köşede. Hani, akreditasyon esasları kişisel değil kurumsaldı.
Sayın Paşam, özür dilerim. Bir yerde terslik var.
Darbenin belgesi
Büyükanıt’ın meşhur günlükle ilgili açıklamalarını da dikkatle izledim. Diyor ki: ‘Bilgi ve belge varsa yasa çalışır.’ Arkasından ekliyor: ‘Ama ortada bilgi ve belge yok.’ Buradan çıkardığım sonuç şudur: Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen günlükte isimleri geçen emekli paşalarla ilgili Genelkurmay’dan bir soruşturma izni çıkma ihtimali şimdilik pek görünmüyor.
Ayrıca, Nokta Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Alper Görmüş’ün ‘Darbenin belgeleri Genelkurmay arşivinde vardır’ açıklamasına ilişkin, ‘Arşivi tarattım böyle bir belgeye rastlamadım’ şeklinde verdiği bilgi pek tatmin edici değil ama zekiceydi. Görmüş’ün ifadelerindeki yanlış kurgu üzerinden cevap vermeyi tercih etti.
Yolsuzluklarla ilgili her türlü iddiayı soruşturma kapsamına alan ve hukuka büyük önem veren Büyükanıt, keşke burada da aynı duyarlılığı gösterebilseydi. Açıkçası, Büyükanıt’ın bu ifadeleri, eski Genelkurmay Başkanı Özkök Paşa’nın açıklamalarının gölgesinde kaldı. Biri halef, diğeri selef. Günlükle ilgili iki ayrı yaklaşım.
Sayın Paşam, özür dilerim. Bir yerde terslik var.
Sınıfta kalan gazeteciler
Bazı gazeteciler için de bir çift lafımız var. Acaba, Genelkurmay Başkanı’na siyasi soruların yöneltildiği kaç demokratik ülke vardır? Sorulara bakalım: Eşi türbanlı biri aday olabilir mi? İsmi öne çıkan bazı kimseler (Başbakan kast edilerek) aday olmalı mı? Cumhuriyetin temel değerlerine uymayan birinin seçilmesinden kuşkunuz var mı? Büyükanıt ise ısrarla ‘Kusura bakmayın, yorum yapamam, yetkilerimi aşamam’ dedi.
Manzara şöyle: Bazı gazeteciler üniforma giymiş, Büyükanıt takım elbisesiyle soruları yanıtlıyor.
Özür dilerim beyler. Bir yerde terslik var.
Star, 13 Nisan 2007
|
Şamil TAYYAR
14.04.2007
|
|
|
Gerçeğin ta kendisi... |
Eski Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ün, Özden Örnek’in Darbe Günlüğü hakkında yaptığı sürpriz açıklama son derece önemli: Özkök’ün günlüğü açıktan doğrulamamış olması kimseyi yanıltmasın. 2004’teki iki darbe girişiminin varlığını yalanlamamak suretiyle doğrulamış oldu, Özkök!
***
Hilmi Özkök emekli olduktan sonra ilk kez konuşuyor. Konuşmayı nasıl okumak gerekir? Eski genelkurmay başkanı bu açıklamasıyla hem askerî cenaha (emekliler dahil) hem de hükümete bazı gerçekleri hatırlatmış oluyor...
Emekli Oramiral Örnek’in günlüğünde darbeci olarak öne çıkan isim kimdi? Dünün Jandarma Genel Komutanı, bugünün ADD Başkanı ve 14 Nisan’daki mitingin lokomotifi Şener Eruygur...
Eruygur’un önce bazı komutanlarla birlikte sonra da tek başına muhtıra vererek indirmek istediği hükümet de, AKP hükümeti...
Başbakan Erdoğan’ın o vakitler bu iki darbe girişiminden haberi var mıydı? Hayır, yoktu!
Şimdi darbe günlüğündeki 3 Aralık 2003 tarihli bölüme dönelim: YAŞ hazırlık toplantısında üst düzey komutanlar arasında geçen konuşmaları anlatan bölümden söz ediyorum...
O toplantıdaki hava genelde “hükümetin icraatlarının demokrasi ile önlenmesi mümkün değildir” noktasındaydı. Eruygur muhtıra yolunda ayran kabartan sözler sarf etmişti. Son sözü alan KKK Aytaç Yalman, Özkök’e daha fazla gecikmeden eylem planına başlamak gerektiğini söylüyor “Yerel seçimden önce muhtıra vermeliyiz” diyordu!
Org. Özkök ise komutanlara “açık konuştukları için” teşekkür ediyor, sonra da “Muhtıraya niyetim yok” karşılığını veriyordu...
Bu tablonun anlamını doğru kavramak gerekir. Evet, darbeyi engelleyen Özkök’tür; kendisinin son dönemde Türkiye’de yaşanan sivilleşme ve normalleşme sürecinde çok büyük/başat bir rolü vardır. Bununla birlikte, Ordu’nun üst kademesinde muhtıra yanlısı hava öne çıkmışken sadece onun “hayır” demesiyle askerî müdahale ihtimali ortadan kalkabiliyorsa; perde arkasında başka baskın bir faktörün var olması gerekir!
İşte bu temel etken, 1 Mart tezkeresinden itibaren gelişen olaylar bağlamında/Mayıs 2006’da Türkiye’de Statüko’nun bağımsızlık ekseninde değişmiş olduğu gerçeğidir. Normalleşmenin kaynağı, omurgası bu hadisedir...
Hatırlayınız, çokları -muhafazakar kesimdeki kimileri dahil- 3 Kasım 2002 öncesinde Erdoğan’a seçimi kazansa bile başbakanlığın verilmeyebileceğini öne sürüyordu...
Okuduğu bir şiir yüzünden siyasi koşusu bitirilmeye çalışılan ve “muhtar bile olamayacak hale getirilmek istenen” Erdoğan (hem de Siirt’ten seçilerek!) 2003 Mart’ında başbakanlık koltuğuna oturdu. Demek ki, Ankara’da bir değişim yaşanıyordu!
2004’te iki darbe atlatmış olmamız; geçen mayıs-haziranda ekonomik kriz çıkarmaya yönelik “test edici provokasyon”un başarılı olamayışı; Danıştay ve Dink provokasyonlarının “Gulyabaniler”in hedeflediği kâbus sonuçları elde edememesi -bu cümledendir. Son dönemde Ankara hükümetten kaynaklanmayan büyük bir tarihî dönüşüm yaşadı. Uzun lafın kısası, Erdoğan’ın bütün bu gerçekleri doğru okuması gerekiyor!
Başbakan, geçen Ağustos’ta Büyükanıt’ı teamüllere aykırı olarak bir gün önceden atarken (Çankaya?) söz konusu okumayı doğru yapamamıştı. Darbe günlükleri açığa çıktığında savcıları göreve çağıran Erdoğan, Şemdinli İddianamesi’ne imza atan savcı Ferhat Sarıkaya’nın kellesi koparıldığında sessiz kalmıştı!
Final: Org. Büyükanıt dünkü basın toplantısında malum günlükten bahsederken “Genelkurmay arşivini baştan aşağı tarattım. Günlükle ilgili hiçbir belge yok” dedi. Yani, günlüğü yalanlamış oldu. Genelkurmay arşivinde günlük bağlamında herhangi bir belge olmaması, günlüğün varlığını ortadan kaldırmaz. ‘Darbe Günlüğü’ yüzde yüz gerçektir!(...)
Zaman, 13 Nisan 2007
|
Tamer KORKMAZ
14.04.2007
|
|
|
Ne zaman normalleşiriz? |
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın konuşmasına gösterilen ilgi Türkiye’nin henüz “normalleşmediğinin” işareti.
Herkes “Acaba ne diyecek” diye merak içindeydi.
Türkiye’de yurttaşların yüzde 90’ı Genelkurmay Başkanı’nın adını bilmediği zaman, bence Türkiye normalleşmiş demektir.
Yani rejim tartışmaları bitmiş, Anayasa toplumun geniş kesimlerince benimsenmiş ve özümsenmiş demektir.
Ona daha çok yolumuz var. Ben görmem ama inşallah kızım görür.
Şimdi “mühim” köşe yazarlarının hepsi “Genelkurmay Başkanı’nın söylediklerini” yorumlayacak.
Bense başka bir açıdan bakmak istiyorum olaya. Ankaralı gazetecilerle, İstanbullu gazetecilerin olaya bakışındaki farklılığa...
Büyükanıt’ın konuşması sonrası Ankara’nın dikkati “Cumhurbaşkanlığı meselesi” üzerine yoğunlaştı. “Erdoğan’a yeşil ışık mı yaktı, yoksa kırmızı mı ya da sarı mı?”
Ankaralı arkadaşlarımıza göre Genelkurmay Başkanlığı, sanki Çankaya için onay makamı.
Ben ise bambaşka bir yere dikkat ettim:
“K.Irak’la ilgili mesajına.”
Çünkü bana göre Cumhurbaşkanlığı meselesi Türkiye açısından “yaşamsal önem” taşımıyor. İster Erdoğan olsun, ister eski genelkurmay başkanı, isterse Nimet Çubukçu. Hatta Deniz Baykal. Ya da 7 yaşındaki kızımın pazar günü bana ısrarla önerdiği gibi ben olayım, fark etmez.
Türkiye’nin yönü, rotası bellidir. Cumhurbaşkanı’nın kimliği önemli değildir. Çok hatalı bir seçim yapılsa bile Türkiye zaman kaybeder ama yolunu kaybetmez.
Ancak Kuzey Irak meselesi öyle değil.
Orada yapılacak en küçük hata Türkiye açısından çok vahim, telafisi güç, vahim sonuçlar doğurur. Zaten Büyükanıt da Cumhurbaşkanlığı konusunda bir Genelkurmay Başkanı ne söyleyebilirse onu söyledi.
Ama K. Irak konusunda topu parlamentoya, dolayısıyla AK Parti’ye attı.
Şehit cenazelerinin peş peşe geldiği bugünlerde bu top “yakar toptur.”
Sabah, 13 Nisan 2007
|
Fatih ALTAYLI
14.04.2007
|
|
|
Demokratik bir ülkede... |
(..)Demokratik bir ülkede savunma bakanı varken, Genelkurmay Başkanı basın toplantısı yapar mı?
Demokratik bir ülkede bu, canlı yayın konusu olur mu?
Demokratik bir ülkede saat başı haberlerde ne diyeceği sorgulanır mı?
Demokratik bir ülkede askerin cumhurbaşkanlığı seçimlerine müdahale edip etmeyeceği gözlenir mi?
Ama bizde oluyor.
Dün Genelkurmay’ın ne diyeceği konusundaki beklenti, Meclis Başkanı’nın seçim takvimini açıklamasına duyulan ilginin önündeydi..
***
Ama asıl sürprizi bir önceki Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök yaptı..
Bizde demokratik gelenek olmadığı için askeriyenin de yargılanması, hatta ‘suç iddiası’ ile yan yana gelmesi âdetten değildir.
‘Hakimleri hizaya getirmek için bir iki bomba patlattırdığınızı’ söyleseniz bile size takipsizlik verirler. (...)
Star, 13 Nisan 2007
|
Mehmet ALTAN
14.04.2007
|
|
|
Karar Meclisin |
(...)Büyükanıt, en provokatif soru olan “türbanla” ilgili konuda bile konuşmamaya özen gösterdi.
Bence çok da doğru yaptı.
Dün de yazdığım gibi, gerginlik mimarlarını belki biraz düş kırıklığına uğrattı ama Cumhurbaşkanlığı seçimi üzerindeki şüphe şalını tamamen çekip attı.
Bu konuşmayla artık bu ülkede Cumhurbaşkanlığı seçimi üzerinde en küçük bir baskı şaibesi kalmamıştır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhurbaşkanlığı seçimini en hür, en hukuki şekilde yapabilecektir.
Hürriyet, 13 Nisan 2007
|
Ertuğrul ÖZKÖK
14.04.2007
|
|
|
|