|
|
|
‘Koruma ve kollama’ |
İnönü Üniversitesi bütün vize sınavlarını ertelemiş! Kış kıyamet, ağır grip salgını falan mı var? Yok, çok şükür. Deprem korkusu falan mı? Çok şükür o da değil...
Peki ne için? Bir derneğin Ankara’da yapacağı siyasi mitinge herkesin katılmasını sağlamak için! Öğretim üyelerinin katılması için! Öğrencilerin katılması için!
Yıl başında ilan edilmiş sınav takvimi, böyle topluca ve toptan değiştirilebilir mi?! Hangi kanunda, hangi sınav yönetmeliğinde rektöre veya senatoya ya da herhangi bir organa böyle bir yetki verilmiştir?!
Pedagoji diye bir bilim yok mu? Öğrenci psikolojisi diye bir gerçek yok mu? Kendisini aylardan beri belli bir takvime göre programlamış, çalışmalarını, ödevlerini, dinlenmelerini, aile ilişkilerini ona göre ayarlamış binlerce öğrenciyi ilgilendiren bir konuda böyle bir program değişikliğini yapmak hangi sağduyuyla, hangi pedagojik anlayışla, hangi akademik kıstasla bağdaşır?
Koruma kollama çağrısı
İnönü Üniversitesi, malum, 5 Mayıs 2004 günlü ve 4-1 no.lu Senato Kararı’yla koruma kollama çağrısı yapan üniversitedir:
“Avrupa Birliği’ne üye olmak adına çıkarılan uyum yasaları, Kamu Yönetimi Temel Yasası, Anayasa Mahkemesi’nin yapısını değiştirmeye yönelik çabalar ve son olarak da gündeme getirilen YÖK yasa tasarısı gibi girişimlerle yüce ATATÜRK’ün kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin yıkılmasını amaçlamaktadır....”
Bu ne densizlik?!
Cumhurbaşkanı Sayın Sezer uyum yasalarını onaylarken, valileri halkın seçmesinin bile üniter devlete uygun olduğuna dair hukuki mütalaa yazarken, Anayasa Mahkemesi yapısal değişikliği kendisi teklif ederken, yargı organları AB belgelerine ve AİHM kararlarına atıfta bulunarak içtihatlar yaparken “Laik Türkiye Cumhuriyetimizin yıkılmasını” mı amaçlıyordu?!! Bu nasıl kafa?!
Ve bildirinin devamında “koruma kollama” çağrısı yapıyordu:
“Sorun sadece üniversite yasası sorunu olmayıp doğrudan Laik Türkiye Cumhuriyetimizin bekası sorunudur. Bu nedenle İnönü Üniversitesi Senatosu olarak, Cumhuriyetimizin temel niteliklerini korumak ve kollamak sorumluluğunu taşıyan tüm kişi ve kuruluşları bu sorumluluğunu yerine getirmeye davet etmeyi tarihi bir görev sayıyoruz!”
Türkiye’yi istikrarsızlığa, izolasyona, Üçüncü Dünya karanlığına sürükleyecek “koruma kollama” çağrısı!
Bu çağda bu kafa!
Bu kafanın hükmettiği bir üniversitede bir öğretim üyesi uyum yasalarını savunabilir mi?! Anayasa Mahkemesi’nin meşruiyeti ile “milli irade” teorisi arasındaki ilişki konusunda bir öğretim üyesi korkusuzca akademik çalışma yapabilir mi?!
“Akademik özgürlükler” bu üniversitede nasıl tanımlanıyor?
Mitinge katılmak “Cumhuriyeti koruma görevi” midir?! YÖK üyeleri, diğer rektörler siz bu “görev”i ifa mı, ihmal mi edeceksiniz?!
Hukuk devletinde “durumdan vazife” çıkarılabilir mi? Anayasa’nın 6. maddesi “iskat ve ilga” edildi haberimiz mi yok?!
Yönetici olduğu derneğin mitingine kalabalık taşımak için öğrencilerin sınav düzenini bozmak doğru bir davranış mı?! Bu çağda bu bağnaz siyasallaşma ‘üniversite’ kavramına uyuyor mu?!
YÖK Başkanı Prof. Erdoğan Teziç bu sorulara ne cevap verir acaba?! Kim makul bir cevap verebilir ki!
Hür düşünce, bilimsellik, akademik değerler... Daha çok yolumuz ve yol üstünde böyle ideolojik çok engellerimiz var maalesef.
Milliyet, 4.4.2007
|
Taha AKYOL
05.04.2007
|
|
|
Özden Örnek’in günlüğe düştüğü önemli not... |
Son bir ayda ülkede arka arkaya “skandal” kuvvetinde gelişmeler yaşandı. Ne var ki hemen hepsi bir iki gün içinde “sorun” olmaktan çıkıp, sıradanlaştı. Zira başta basın olmak üzere tüm aktörler, “bilgi ve belge”nin kendisinden çok “nereden ve nasıl geldiğine”, bu gelişin, sızmanın arasında yatan “iktidar çatışmaları”na yöneldi.
Böyle olunca bilgi ve belgeler içinde önemli ayrıntılar gözden kaçtı ve tartışılmadı…
Örneğin, emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’in günlükleri bu açıdan son derece zengin bir malzeme sunuyordu.
Günlüklerin bir yerinde Örnek, darbeden vazgeçme nedenlerini şöyle anlatıyordu:
“Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman tüm orduları dolaşmış ve tüm or ve kor rütbesindeki subaylar ile görüşmüş. Aldığı intiba şöyle: Herkes durumdan rahatsız ve gidişi beğenmiyor. Ama kimse bu gidişin bir darbe ile düzeltilmesini istemiyor…”
Açıkçası ilginç ve önemli bir not bu…
Orduda en azından o dönemde “alt”ın değil, “üst”ün kaynadığına işaret ediyor…
Dahası darbe ve müdahale fikrinin yaşadığı muhtemel bir meşruiyet kırılmasını ifade ediyor.
Malum, Türkiye’de askeri vesayet sistemi devlet iktidarı ile siyasi iktidarı birbirinden kesin çizgilerle ayıran, darbelere ve müdahalelere doğal zemin oluşturan bir modeldir.
2002 yılı bu modelde büyük kırılmalar yaşanmasına tanık oldu. Bir yandan ordunun devlet alanı içindeki özerk konumunu daraltan yasal reformlar, diğer yandan siyasi iktidarın Kıbrıs gibi devlet alanı içine hapsolmuş kimi sorunlara el atmaya başlaması, bu kırılmaların özünü oluşturdu.
Bu kırılma sürecini mümkün kılan dört faktörden söz etmek mümkün:
1. Yasal değişiklikleri ve sistemin askerî güçten arındırılmasını meşru ve kaçınılmaz kılan AB süreci.
2. Siyasi iktidarın kendi alanını korumak ve sahiplenmek konusundaki kararlılığı ve cesareti.
3. Başta büyük sermaye ve medya olmak üzere ekonomik ve toplumsal merkezlerin “sivilleşme” sürecini aktif olarak destekleyip, buna karşı çıkan kimi askeri aktörleri meşruiyet zemininden yoksun bırakacak aktif bir tavır takınmaları.
4. Gerek bu koşullar gerek Ortadoğu’da değişen dengeler, gerekse yeni güvenlik mülahazaları ve güç değerlendirmelerinin zorunlu Türkiye-ABD ilişkilerinin aldığı yeni biçim çerçevesinde Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde yeni verilere uyum sağlamak çabası.
Bu etkiler, özellikle yeni uluslararası ve bölgesel güç dengeleri, güvenlik tanımı, asker rolü, asker-sivil ilişkileri, askerî diplomasinin askerî güç karşısındaki önemi, gibi temel konularda “askerî bünyede bir değişim dalgası”na yol açmıştır.
Gerçekten de yeni denge koşullarında Türk ordusunun bölgede “caydırıcı güç” olma özelliği, Irak, Kıbrıs gibi konularda “güç kullanma politikalarına dayanan sert caydırıcı söylemleri” kendiliğinden esnemek zorunda kaldı…
Koşullar gücü korumak için gerekli olan aracın “güç”ten çok “siyaset-diplomasi-esneklik”, yani koşullara uyum sağlamak, bu koşulları başka yollardan lehe çevirmek olduğunu göstermeye başladı.
Bu çerçevede ordu içinde askerin durumu ve rolünün yeniden tanımlanması, bu rolün sadece güç faktörü üzerine değil, aynı zamanda siyasi esneklik unsuruna dayanmaya yüz tutması önemli bir gelişmedir. Zira bunlar olduğu oranda ordunun siyasete ve kendisine bakışı müdahale mantığı dışında da bir kanala sahip olmuştur.
Özden Örnek’in günlüklerindeki önemli not, bu gelişmenin göstergelerinden birisi kabul edilebilir…
Kanımız odur ki ordu, kendi bünyesi içinde, tümüyle askeri mülahazalarla bir değişim mekanizmasını harekete geçirmeye hazırdır ve geçirmek zorundadır.
Ve bu mekanizma sivilleşme sürecinin itici güçlerinden birisini oluşturacaktır…
Yeni Şafak, 4.4.2007
|
Ali BAYRAMOĞLU
05.04.2007
|
|
|
Ordunun zihniyet problemi |
Bir başka gerçek, TSK’nın iç tehdit endişelerine ağırlık veren bir anlayışı benimsemiş olmasıdır. Üstünkörü bilgi, slogan ve kamuoyunu hedefleyen sert üsluplu çıkışlarla yansıyan bu durumun, sadece ‘şık sunuş’u hedefleyen karargâh çalışmalarıyla sınırlı olduğu, sorunların çözümüne dair bir husus içermediği ise doğurduğu sonuçlardan bellidir. Siyasetin hatta TSK dışında devletin güvenlik birimlerinin iç dinamiklerle çözüm arama çabalarının önünü tıkayan bu durum dolayısıyla Türkiye’nin zaman ve giderek mevzi kaybettiği görmezden gelinemez. Ulusal birlik ve vatanın bütünlüğü endişesini, bölgeler arası dengesizlik, işsizlik, yoksulluk, adaletsizlik, yolsuzluk, fırsat eşitliği, insan hak ve özgürlüklerinden soyutlayıp sadece terör- laiklik- Atatürkçülük ekseninde gören bir anlayışın Türkiye’yi hangi noktaya savuracağı artık kestirilemez. Gerçeklerden yüz çevirip çözümü olmayacak mecralarda arayanın hiç arzulamadığı tabloları içine sindirmek zorunda bırakıldığı bir dünyada yaşıyoruz.
Radikal, 4.4.2007
|
Avni ÖZGÜREL
05.04.2007
|
|
|
Cevap bekleyen iki soru |
Günlerdir bekliyorum, bakalım ne olacak diye, en sonunda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Halep yolunda uçakta konuştu, emekli oramiral Özden Örnek’e ait olduğu öne sürülen günlüklerle ilgili olarak savcıların soruşturma yapması gerektiğini söyledi.
Bizde böyledir, emir yüksek yerden gelince akan sular durur, hemen soruşturma başlar.
Vatandaş olarak benim cevabını merak ettiğim iki soru var: 1. Sahte olduğu söylenen günlüklerde sözü edilen darbe girişimi gerçek midir?; 2. Günlükler gerçekten sahte midir?
Bence savcılarımızın her iki soru için de harekete geçmesi gerekiyor.
Özellikle 2003 sonu ve 2004 başında bir darbe veya ülkenin seçilmiş hükümetini devirmek için yasadışı çeşitli girişimler yapılmış ya da başlatılmışsa, bu bizim Anayasamıza ve Ceza Yasamıza göre suçtur.
Tabii bu çeşit çalışmalar eğer yapılmışsa, onların nasıl delillendirileceği ciddi bir sorun. Ancak, mesela Milliyet yazarı Hasan Cemal’in geçmişte yazdığı bir yazıda ‘Sarıkız’ kod isminden söz ettiği, bu ismin de sahte olduğu söylenen günlüklerde de aynen kullanıldığı görülüyor. Belki o zaman Hasan Cemal’e ‘Sarıkız’ı anlatanlar, bugün savcılara da gereken bilgi ve belgeleri, gerekli istihbari çalışmaları vs. iletirler.
İkinci soru daha yakıcı bir soru. Yani, günlüklerin gerçek olup olmadığı sorusu. Emekli oramiral Özden Örnek bunların yalan olduğunu, kendisinin hiçbir zaman günlük tutmadığını söylüyor.
Tabii söz konusu olan günlük gibi son derece kişisel bir şey olunca, bizzat sahibi olduğu söylenen kişi ‘Ben günlük tutmadım’ deyince akan sular duruyor.
Ama yine de, Nokta dergisinin elindeki metnin 2 bin sayfaya yakın olduğunu ve anlatımın Özden Örnek’in Deniz Lisesi öğrencisi olduğu dönemden başladığını da unutmamak gerek.
Ama yine de, Nokta dergisinin elindeki metnin 2 bin sayfaya yakın olduğunu ve anlatımın Özden Örnek’in Deniz Lisesi öğrencisi olduğu dönemden başladığını da unutmamak gerek.
Eğer birileri oturup bu denli ayrıntılı bir sahtekârlık yapıyorsa, bir an önce o birilerinin de ortaya çıkarılması gerek. Çünkü basit bir darbe söylentisi için bu denli kapsamlı bir işi becerenlerin başka şeyler için neleri yapmayı göze alacağı bilinemez.
Bu sahtekârlığı yapan veya yapanlar da ortaya çıkarılmalı.
Gerçi bu son söylediğimi en önce bu sahtekârlığa adı karıştırılan emekli oramiral Özden Örnek’in istemesi gerekirdi.
Öyle ya, sahtekârlar onun yazmadığı bir ‘günlük’ü yazılmış gibi gösterdiler, onu yasadışı işlerin içinde, onu hükümeti devirmeye hazırlanan grupların başında gösterdiler.
Dolayısıyla bu işten en büyük manevi zararı görenlerin başında Özden Örnek geliyor ama nedense o sessizliğini koruyor, bırakın savcılara Nokta dergisi aleyhinde suç duyurusunda bulunmayı, adını temize çıkarmak için basın toplantısı bile yapmıyor.
Neyse ki dün Başbakan bu konuda konuştu, şimdi savcılar harekete geçerler ve bakalım neleri ortaya çıkarırlar?
Radikal, 4.4.2007
|
İsmet BERKAN
05.04.2007
|
|
|
Üniversiteye siyaset karıştırmak |
Cumhurbaşkanlığı konusu sadece siyasetin sahasıyla sınırlı değil, siyaset dışı odaklar da süreci etkilemek için arayış içinde. Emekli paşaların içinde bulunduğu derneklerin faaliyetleri malum. Bu arada üniversiteler öne çıkmaya başladı. YÖK yarın rektörleri toplayacak. Gündemlerinde cumhurbaşkanlığı seçimi de var. Dün Zaman’ın manşetindeydi, Malatya İnönü Üniversitesi, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Ankara’da düzenleyeceği mitinge katılmak için sınavların tarihini değiştirmiş. Duy da inanma. Herhalde günlük siyasi kavgalardan uzak durması gereken kurumların başında üniversiteler geliyor. Bu ülke, bilim yuvası olması gereken yükseköğretim kurumlarının siyasete bulaşmasının bedelini çok ağır ödedi.
Cumhurbaşkanlığı seçimini bahane ederek üniversitelerin sokaklara dökülmesi, sınav salonlarını terk ederek miting meydanlarında boy göstermesi hayra alamet değil. Emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’in günlükleri diye medyaya yansıyan metinlerde üniversitelere yüklenen anlamı kim ‘kabul edilebilir’ bulur? Şu cümle o günlükten: ‘Kocaeli Üniversitesi rektörünü aradım ve ona da rektörler olarak bu işi hemen ve sert bir şekilde protesto etmelerini, arkalarında olduğumuzu söyledim.’ Rektörler böyle yönlendirilebilir mi? Bir hatırlatma: Birkaç yıl önce Atatürkçü Düşünce Derneği’nin başkentte düzenlediği mitingde ‘Ordu göreve’ pankartları açılmıştı. Manzaraya bakın, paşalar rektörleri, rektörler paşaları göreve çağırıyor. İstisnasız askerî darbelerin hepsinde özellikle de 27 Mayıs’ta üniversitelerin günahı büyük.
Doğrusu üniversitelerin ara rejime kapı aralayacak girişimlere destek vermesini anlamakta zorlanıyorum. Siyasi bir miting için sınav erteleyen üniversite yarın neler yapmaz ki... Cumhurbaşkanlığı seçimini etkilemenin yolu sokaklar ve meydanlar değil. Sokakların ne tür arayışlara hizmet ettiğini artık bilmeyen kalmadı.
Zaman, 4.4.2007
|
Mustafa ÜNAL
05.04.2007
|
|
|
KA-DER ve başörtüsü |
Türkiye’de onyıllardır başörtüsü odaklı bir siyasi mücadele yürüyor ve bu mücadele cumhuriyetimizin ne kadar demokratik olacağı; “laikliği” korumak adı altında demokratik muhtevasının ne kadar tahrip edileceği noktasında cereyan eden büyük siyasi mücadeleyle doğrudan bağlantılı.
Bu yüzden de, KADER başörtüsü konusundaki mevcut tutumuyla bu siyasi saflaşmada bal gibi taraftır. Laiklik elden gidiyor diye demokrasiye karşı savaş açan Vural Savaşların, Alemdaroğullarının, Nur Sertellerin tarafındadır. KADER tarafını bundan yıllarca önce Merve Kavakçı Meclisten atılırken susarak belli etmiştir. Eğer bir sivil toplum örgütü kucaklayıcı olacaksa özgürlüklerin korunması temelinde kucaklayıcı olabilir, kimi özgürlüklerin dışlanması temelinde değil.
KADER şimdiye kadar başörtüsü takıntılı küçük bir gruptan korkmadan, kendi önyargılarını yenerek, kadınların siyasete giden yolda önüne dikilen bütün engellere karşı aynı kararlılıkla mücadele eden bir çizgi izleseydi, şu anda bugünkünden çok daha güçlü, çok daha kucaklayıcı bir örgüt olabilirdi.
Bugün, 4.4.2007
|
Gülay GÖKTÜRK
05.04.2007
|
|
|
|