Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 03 Nisan 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Günlük sancısı: Darbe zeminini yok etmek için...

Bir süre önce bir internet sitesinde eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli oramiral Özden Örnek’e ait olduğu ileri sürülen bir günlükten pasajlar yayınlandı.

Pasajlar, asker bünyesindeki, ucu darbe girişimine kadar varan çok girift ilişkilere temas ediyor, ve daha, geride, çok ilginç bölümler bulunduğu izlenimi veriyordu.

Özden Örnek günlüğün kendisine ait olmadığını açıkladı.

Ancak şimdi 2 bin sayfadan oluşan günlük haftalık Nokta dergisinde 50 sayfa halinde yayınlanmış bulunuyor.

Günlük gerçekten emekli oramiral Özden Örnek’e ait mi değil mi, bu konu henüz net değil. Ama Nokta’da 50 sayfa halinde yayınlanan belge, TSK bünyesinde olma ihtimali yadsınamayacak gelişmeleri ihtiva ediyor. Öyle bir ilişkiler ağı sergileniyor, öyle somut olaylara temas ediliyor ki, bunun yapay bir üretim olması ihtimali neredeyse sıfırlanıyor.

Günlükte çok şey var ama, şüphesiz en çarpıcı olanı 2004 yılında Türkiye’nin iki darbe atlattığı bilgisi...

Kod adları Sarıkız ve Ayışığı...

Başrolde dönemin Jandarma Genel Komutanı Org. Şener Eruygur.

Günlükte onun hakkında “darbe için yanıp tutuşuyor” ifadesi yer alıyor.

Günlükte yine onun hakkında “Bana kalsa adamın niyeti ülke yararı değil kendi yararı” notu düşülmüş.

Günlükte, dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ün bile darbe değerlendirmeleri içinde röntgeni çıkarılmaya çalışılmış. “Acaba hükümetin adamı mı? yoksa dinci mi? Bizi oyalıyor mu?”

Bir genelkurmay başkanının bile “Dincilik” şüphesiyle röntgeninin çekildiği bir ortamda, kimi subaycıkların YAŞ kararlarıyla damgalanıp ordudan ihraç edilmelerini yadırgamamak gerekiyor değil mi?

Harp Okullarının açılışında mesaj vermek istiyor komutanlar...

Genelkurmay başkanı mesaj metinlerini önceden görmek istiyor. Komutanlar mesajları önceden göstermek istemiyorlar. Genelkurmay Başkanı soruyor:

“-Peki ben kuvvet komutanlarının metinlerini kontrol edemeyecek miyim?”

“-Hayır, edemezsiniz!” cevabını alıyor.

Ve Genelkurmay Başkanı hakkında komutanların yargısı şu:

“Hepimiz artık bu genelkurmay başkanı ile işlerin yürümeyeceğine korkak ve cumhuriyetçi gözükmekle birlikte dinci, AKP’li görüşü desteklediğine karar verdik.”

Günlük, darbe planlayıcılarının medya patronlarını, üniversite rektörlerini manipüle etmek için telefon trafiğini yoğun biçimde işlettiğini de not ediyor.

Darbe atlatılmış.

Bunda dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Özkök’ün belirleyici etkisi olduğu açık.

Ancak, genelkurmay başkanı özkök’ün bile darbenin atlatılmasında nasıl bir zorluk yaşadığı da açık. Hatta günlükten, Org. Özkök’ün zaman zaman, mesela İHL’lerin üniversiteye girişleri söz konusu olduğunda zorla bildiri yayınlatıldığı bilgisini de öğreniyoruz.

Hani zorla darbe yaptırılamamış ama başka şeyler yaptırılmış demek bile mümkün.

Şimdi burada meselenin iki boyutuna temas etmek gerekiyor.

Bir: İyi ki genelkurmay başkanlarının sağduyusu galip geliyor da Türkiye iki güne bir badirelerin içine sürüklenmiyor.

İki: TSK bünyesinde bu tür hareketlenmelerin ortadan kalkması ve işin sadece genelkurmay başkanlarının dirençlerine bağlı kalmaması için kesin tedbirler alma zamanı gelmiş ve geçmektedir.

Olaya, mevcut genelkurmay başkanı noktasından baktığımızda sayın Büyükanıt, mesela, Cumhurbaşkanlığı konusunda etkin olmaya zorlandığını hissetse bile “Bu işin C’sinden bile bahsetmem” diyebilmektedir. Bu önemlidir. Ama yine sayın Büyükanıt, ısrarla “ülke bütünlüğü ve rejim söz konusu olduğunda TSK, üzerine düşen yasal görevleri yapacaktır” demeyi sürdürmektedir.

Yasal görev denilen şey ise, İç Hizmet Kanunu 35’inci maddede yer alan “TSK’nın Cumhuriyeti koruma ve kollama görevi”dir. Bu, darbelere de meşruiyyet sağladığı düşünülen maddedir. Bütün darbe girişimleri bu madde üstünden yapılmaktadır. Bu madde orada bulunduğu sürece, ya komutanlar, ya daha alttakiler, ya da bizzat genelkurmay başkanı durumu sürekli kollayacak demektir. Yani sivil kadrolara yönelik kuşku devam edecek demektir. Bir ara bir genelkurmay başkanı “Altımı tutamıyorum” diyerek, alt kademelerdeki hareketliliği sivil kadrolara baskı aracı olarak değerlendirmiştir.

Soru şu:

Ülke güvenliği sıkıntıya girdiğinde ya da rejim sorunu oluştuğunda asker ne yapsın? Kendi başına re’sen karar verip harekete mi geçsin, yoksa sivil kadroların kararını ve çağrısını mı beklesin?

Burada düğüm, askerin sivil kadrolara güvenip güvenmemesinde oluşuyor. Siviller ülke güvenliğini ve rejim meselesini ıskalayabilir, hatta bizzat tehlike haline gelebilir, düşüncesi...

Peki halk?

Halk da ülke güvenliğini ıskalayacak hatta bizzat tehlike haline gelebilecek kadroları iktidar yapabilir, düşüncesi...

Böyle baktığınızda aslında sivil yapıyı şeklen meşru, ama gerçekte tehlike potansiyeli taşıyan bir yapı olarak görüyorsunuz demektir.

Bu bakış içinden demokrasi, yani halka güveni öngören bir sistem çıkmayacağı açıktır.

Türkiye de bunun sancısını çekiyor.

Ve tam da şimdi, yani Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılırken tam da bunu tartışıyoruz.

Meclis Cumhurbaşkanını özgür iradesi ile seçebilir mi?

Halkın seçtiği meclis meşru mu?

Bu Meclis’ten çıkan hükümet meşru mu?

Bu Meclis’in Cumhurbaşkanı seçmesi meşru mu?

Yoksa vatandaş, daha sandığa oyunu attığından beri sürekli bir ele geçirme operasyonu mu yürütmektedir?

Meclis’in ele geçirilmesi, hükümetin ele geçirilmesi, “son kale olan” cumhurbaşkanlığının, yargının, üniversitelerin...

Kim tarafından...

Vatandaş... Yani halk...

Vatandaş kim? Halk kim?

Soruların gittikçe nasıl abes haline geldiğini farketmek zor olmasa gerek.

Şimdi yeniden günlüğe gelirsek...

Günlükte darbe girişimleri içinde odaklanan isim dönemin Jandarma Genel Komutanı Org. Şener Eruygur olmakta, demiştik.

Eruygur bugünlerin de başat ismi.

Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı...

Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda olağanüstü çaba sarfediyor. 14 Nisan’da da Ankara’da bir miting yapmayı planlıyor.

Aslında artık ona hayırlı uğurlu olsun, demek gerekiyor. Hatta bir parti kurup onunla işi yürütse daha da hayırlı uğurlu olabilir. Emekli paşaların tüm sivil hareketlerine tabii bir olay gibi bakmak lazım. Yeter ki, üniforma içinde iken kendilerine emanet edilen silahı vatandaşa yöneltmesinler... Silahın emanet olduğunu unutmasınlar. Halkın, vatandaşın, milletin emaneti...

Millet yanılır biz yanılmayız mantığı herkesin ayağını kaydırıyor. Bizden söylemesi...

ahmettasgetiren.com.tr, 30.3.2007

Ahmet TAŞGETİREN

03.04.2007


 

Diyarbakır Valisi Efkan Ala: Sorun halkta değil, sistemde

*Bu bölgede yeni bir gerçek var. Kuzey Irak’ta fiilen bir Kürt devleti kuruldu. Kürt vatandaşlar o devlete nasıl bakıyor?

Ana kitle henüz o yapıya bakmıyor. Burada insanların yüzü İstanbul’a dönüktür. Ana kitle Türkiye’nin değişmesini, zenginleşmesini istiyor.

Ama bizim devlet politikamız durumu böyle görmüyor. Bu bölgedeki vatandaşların oraya baktığını düşündüğü için, devlet politikalarımız, Kürt devletinin zenginleşmesini ve gelişmesine kuşkuyla bakıyor. Kuzey Irak’taki Kürt devleti güçlenip zenginleşirse, bizim Kürt vatandaşlarımız o devletle birleşmek isterler mi?

Hayır. Çünkü sadece zenginleşme, o yerle birlikte hareket etmeye yetmez. Ayrıca bu varsayımın kendisi başlı başına bir sorundur. K. Irak çok zenginleşecek ama biz olduğumuz yerde kalacağız. Onların kişi başına geliri 25 bin dolara çıkarken, biz fakir kalacağız ve bizim vatandaşımız başka yere bakmasın diyeceğiz, öyle mi? Biz neden zenginleşmiyoruz da, sürekli başkasının ne yapacağına bakıyoruz? Böyle şey olur mu? Biz de zenginleşmek zorundayız. Bizim ileriye yönelik projemiz, zenginleşme amacımız yok mu?

*Var mı? Eğer varsa devlet oranın zenginleşmesinden niye endişe ediyor peki?

Siz Türkiye’de bizim korkmadığımız bir tek şey söyleyebilir misiniz? Bana statükonun korkmadığı tek bir şey söyleyin. Hayatımızı sürekli korkularla sürdüremeyiz ki. Eskiden belki böyle bir korkunun yeri vardı. Cemil Meriç, ‘Gelişmekte olan yapılarda, topluluklarda aşırıya kaçmayan yabancı düşmanlığı emniyetli bir hisardır’ derdi. Ama sürekli hisarda oturulmaz ki. Bir milletin hayatını korkular üzerinden idame ettiremeyiz. Bu sistem yetmezlik içinde. Böyle bir yarı demokratik yönetim sistemi nüfusunun yüzde 80’i köyde yaşayan fakir bir toplumu idare etmeye yetebilir ancak. Yüzde 80’i şehirli bir topluma yetmez bu sistem. Çünkü şehirli talep eder, itiraz eder. Köylüye elektrik, su gibi birkaç temel ihtiyacının karşılanması yeterken, şehirliye bunlar yetmiyor. Ayrıca biz, vatandaşı başka bir yere ihraç edemeyeceğimizi daha yeni anladık. Vatandaşla birlikte iş yapmanın yollarını bulmaya daha yeni yeni başladık.

*Peki Kürt vatandaşlarımız Türkiye’den ayrılmak istiyor mu?

Burada böyle bir sorun yok. İnsanların yüzde 90’ının böyle bir soruyla ilişkisi yok. Diyarbakır’da meşhur bir işadamı gidip K. Irak’ta bir dükkân açtı. Sonra dükkânı kapatıp geldi. Neden diye sordum? ‘Bizden elli yıl gerideler’ dedi. Alışveriş nedir, çek senet, sermaye, kârlılık nedir, bunları bilmek kolay şeyler değil. Biz kendi gücümüzü bilmiyoruz. Ama sorun insanlarda değil. Sorun, sizin devlet, benim de sistem dediğim şeyde. İnsanımızda problem yok bizim. İnsanlara katkıda bulunmanın yolu, bazen hiçbir şey yapmamaktır. Sistem yerinde dursa ve gölge etmese başka ihsan istemeyecek millet.

*K.Irak’taki Kürt devletiyle daha dostane bir ilişki kursak bu Türkiye’nin bölünmesine yol açar mı?

Ben Batman’da da görev yaptım. Ben bu bölgede insanların hayat standartlarının geliştirilmesini talep ettiğini gördüm ben. Her düşünceye açık olan yüzde 2’lik, 5’lik marjinal bir kesim her zaman olabilir ama ayrılma, ana kitlenin gündeminin dışındadır. Bakın... Burada çok güzel bir sosyal sermaye var. Geçen yıl Diyarbakır’da bütün bölgeye hitap edecek bir huzurevi açtık. Bu huzurevinde tek bir kişi yok. Kimse yaşlısını, annesini babasını, arkadaşını huzurevine vermiyor. Şimdi burayı çocuklar için kullanacağız . Böyle bir sosyal sermaye var burada. Bu sosyal yapıyı pozitifinden görüp değerlendirmek gerekmez mi?

*Güneydoğu’da yasaklarla Kürt sorununu çözmek mümkün mü?

Yasakla hiçbir sorunu çözmek mümkün değil ki, bu sorunu çözesiniz. Yasaklarla sorun çözülmez. Yasaklarla sorun gömülür, ertelenir, biriktirilir, daha sonra daha büyük bir sorun olarak önünüze tekrar çıkar. Serbestlik, özgürlük, hürriyet çözümün parçasıdır. Yasaklar ise sorunun parçasıdır. Türkiye AB projesini gerçekleştirirse , AB standartlarında ortalama bir demokrasiye sahip olursa, sorunlarının yüzde 95’ini çözer. Ondan sonra bizim de artık daha anlamlı sorunlarımız olur. Hangi sektörde çocuklarımızı eğiteceğiz, hangi sektörde uzmanlaşacağız, biz de bunları tartışırız. Bizim şu anda sorunlarımız bile az gelişmiş.

*Peki devlet, Kürt vatandaşlarına güveniyor mu?

Türk vatandaşına ne kadar güveniyorsa, o kadar güveniyor. Sorun sistemde. Sistem, vatandaşına güvenmiyor. Türk kökenlisine de güvenmiyor, Kürt kökenlisine de güvenmiyor.

*PKK, AB yolunu tıkamaya çalışıyor gibi gözüküyor. Kürt vatandaşlar PKK’nın bu politikası hakkında ne düşünüyor?

Desteklemiyor. AB’yi baltalamasını sadece çok küçük marjinal bir kesim destekliyor. Teröre verilen desteğin minimuma inmesi de zaten buradaki insanların yaklaşımını çok açık ortaya koyuyor. PKK teröre başvurdukça toplumsal tabanını kaybediyor.

*Peki Türkiye Avrupa Birliği üyesi olursa Kürt sorunu bu gelişmeden nasıl etkilenir? Sorun çözülür mü karmaşıklaşır mı?

Sorun, sorun olmaktan çıkar. İnsanların gündemleri değişir.

*Ama pek çok Kürt siyasetçi böyle düşünmüyor. AB üyeliğinin Kürt sorununu tamamıyla çözmeyeceğini söylüyor.

Onların sorunlarını çözmeyebilir. Çünkü onlar kendilerine pozisyon edinmek istiyorlar. Ama Kürt kökenli vatandaşlarımızın yüzde 90’ının sorununu çözer AB standartları. Sadece onların değil, Türkiye’nin de sorunlarını çözer. Bir konuya nereden baktığınız önemlidir. Frankfurt’tan, Paris’ten bakarsanız, Türkiye sorunlarıyla, çözümleriyle gelişmişlik seviyesiyle Avrupa’nın Güneydoğusu’dur. Konuya, İstanbul’dan, Ankara’dan bakarsanız, Diyarbakır Türkiye’nin Güneydoğusu’dur. Artık Türkiye’yi bir bütün olarak G.Doğu olmaktan çıkarmak lazım. Bu da sistem değişikliğiyle olur. Halkta bir sorun yok. Halk değişim bekliyor. Sadece beklemiyor, büyük bir güçle de destekliyor...

Radikal, 2.4.2007

Konuşan: Neşe DÜZEL

03.04.2007


 

Suskun savcılar, cesur öğrenciler

Türkiye’de emekli General Çevik Bir’i bilmeyen yok gibidir. 28 Şubat darbesinin ön planda görünen lideriydi. Tabii çok fazla ön planda görünüp yıprandığı, düzmece bir andıçın müsebbibi olduğu ve yaptığı işleri yüzüne gözüne bulaştırdığı için olsa gerek, emekliye ayrıldı.

28 Şubat darbesinin gerçekleşmesinde çok önemli bir rol oynadığı halde Genelkurmay Başkanı olamadı. Emekli olduktan sonra heveslendiği halde kişiliğine duyulan tepkiler nedeniyle Cumhurbaşkanlığı’na aday dahi olamadı.

Aklına geldiği gibi konuşur, önüne geleni suçlardı. Kapalı kapılar arkasından işler çevirip gazete patronlarını, yöneticilerini baskı altında tutar, tehdit eder, beğenmediği yazar ve gazetecilerin susturulması ya da işlerinden atılmasını sağlardı.

Gücünü devletin ve yasaların ona sağladığı olanaklardan ve üniformasından alıyordu. Önüne geleni vatan hainliği ile suçluyabiliyor, herhangi bir ispat yükümlülüğü ve bununla ilgili ahlaki bir endişe taşımıyordu. Tabii emekli olduktan sonra malum, bütün süngüsü düştü. Yaptıkları nedeniyle içinden çıktığı kurum dahil olmak üzere hiçbir çevreden destek göremedi. Buna karşılık ne 28 Şubat darbesinde olup biten anayasaya, kanunlara aykırı birtakım işler nedeniyle hesap verdi ne de kendisinden hesap vermesi istendi.

Silahlı Kuvvetler’in gücünü kullanarak demokratik yöntemlerle seçilmiş bir hükümetin devrilmesini sağlayıp bir kukla koalisyon kurulmasını sağladığı halde, hakkında hiçbir savcı bir tek soruşturmaya bile girişmedi. Hiçbir savcı, Silahlı Kuvvetler içinde kurulan ve Batı Çalışma Grubu adı verilen cuntayı soruşturmayı göze alamadı.

Neyse şimdi burada 28 Şubat’ı sizlere uzun uzadıya anlatacak değilim. 28 Şubat’ın Türk siyasi hayatına ve demokratik gelişimine ne derece zarar veren bir darbe olduğu bugün daha iyi anlaşılıyor. Çünkü bu darbe Türkiye’de, askerlerin fiilen işbaşına gelmeye gerek görmeden de ülke yönetiminde söz ve karar sahibi olabilmelerinin yolunu açtı. Şimdi askerler işte bu 28 Şubat’ın yolunda devam ediyor. Bunu da artık pek fazla kapalı kapılar ardında yapmıyorlar.

Açıktan konuşuyorlar. Komuta kademesindeki generaller bir vesile bulup memleketin, siyasi iktidara ait olması gereken sorumluluğuna ilişkin meseleler hakkında görüş beyan edip alternatif bir politik güç olarak ortaya çıkıyorlar. Genelkurmay Başkanı Harp Akademileri’nde yaptığı konuşmada gerekirse rejime müdahale etme hakkının kendilerine yasalarla verildiğini ve bu görevi yerine getirmek konusunda tereddüt etmeyeceklerini söylüyor.

Bu arada darbe planları ortaya çıkarılıyor. Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen günlükteki darbe planlarının ayrıntıları yayınlanıyor. Savcılarda bir hareket yok. Oysa aklı başında hukukçulara bakılırsa bu konuda soruşturma başlatmak savcıların görevi.

Çünkü darbe yapmak, Türk Ceza Kanunu’nun 146 ve 309’uncu maddelerindeki ‘anayasal düzeni zorla yıkmaya teşebbüs’ suçuna giriyor.

Genelkurmay Askeri Başsavcısı Genelkurmay’ın medya kuruluşları ve bazı gazeteciler hakkında hazırladığı andıçın sahte olmadığını, ama henüz taslak olduğunu doğruluyor. Buna karşılık bu andıçın nasıl basına sızdırıldığının araştırıldığını söylüyor. Öte yandan yine Genelkurmay Başkanı, Çevik Bir’i andırır tarzda bazı açıklamalar yapıyor. “Bazı milletvekillerinin teröristlerle irtibat halinde olduğu iddiasında bulunuyor. Ortada ne kanıt var, ne de belge açıklanıyor. Kaldı ki bu tür bir iddiayı dillendirmek bir Genelkurmay Başkanı’nın işi midir?

Neyse ki Meclis’ten bu konuda cılız da olsa bazı tepkiler yükseliyor.

Dikkat edilirse Çevik Bir çoktan emekli oldu ama onun yerleştirdiği alışkanlıklar kurumsallaşmış gibi.

Darbe hazırlığı yapan cuntaların ve generallerin faaliyetleri, medyayı, Silahlı Kuvvetler yanlısı ve karşıtı şeklinde tasnif eden andıç hazırlama işleri de devam ediyor. Savcılarda hiçbir hareket yok.

Buna karşılık ilginç bir gelişme yaşanıyor.

Gaziantep Üniversitesi’nde, sürekli darbe çığırtkanlığı yapan emekli paşalardan biri olan Hürşit Tolon öğrenciler tarafından protesto ediliyor.

Öğrenciler “Askeri darbe istemiyoruz” diye bağırıyor.

Bu demokratik eylem, bütün bu karanlık gelişmelere karşılık çok umut verici bir sürecin başladığını bize duyuruyor.

Artık demokrasiden yana bütün kesimlerin, grupların birarada, daha gür bir sesle, ‘Darbe istemiyoruz” sloganını yükseltmesinin zamanıdır.

Bakarsınız vatandaşların bu demokratik çağrıları belki bir gün savcıları da harekete geçirir.

Yeni Şafak, 2.4.2007

Koray DÜZGÖREN

03.04.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004