“İki cihanın rahat ve selâmetini iki harf tefsir eder, kazandırır: Dostlarına karşı mürüvvetkârane muaşeret ve düşmanlarına sulhkârâne muamele etmektir. (Mektubat, Sayfa: 258)
GİRİŞ
Günümüzde dünyanın küçük bir köy haline gelmesi ile birlikte insanlığın barışık ve mutlu yaşaması âciliyet derecesinde önem kazanmıştır. Bediüzzaman’ın, bundan yaklaşık yüz sene önce “sulh-ı umumi” diye ifade ettiği dünya barışı konusundaki görüşlerinin önemi henüz yeni anlaşılmaktadır. Bu, tarihin gelişim süreci içinde geleneklere, değerler penceresinden değil de, ırkçılık ağırlıklı ulusalcılık konseptinden bakanların hâlen anlayamadığı bir durumdur.
Çatışmayı çağrıştıran yorum ve yaklaşımlar yerine, iletişim ve bilim teknolojilerinin gelişim trendine paralel olarak yaşadığımız bilgi çağının gereği evrensel birlik yaklaşımları, medeniyetler buluşması için artık bir mecburiyettir. Evrensel birlik için evrensel akla ihtiyaç vardır. Evrensel akıl ise, kâinatı büyük bir insan ve insanı da küçük bir evren olarak yaratan Yaratıcının Kur’ân olarak gönderdiği akıldır. Bu aklı Bediüzzaman kısaca; “İnsaniyet-i Kübra olan İslâmiyet” olarak tanımlar. Kur’ân’ın asrımıza bakan yorumuyla Risâle-i Nur, İslâm’ın değerleri ile bütün insanlığın buluştuğu evrensel değerlerin ortak buluşma noktalarını göstermektedir
İNSAN VE İNSÂNÎ DEĞERLERİN OLUŞTURDUĞU DÜNYA BİRLİĞİ KAVRAMI
Allah-kâinat-insan paradigması, insânî değerler
Risâle-i Nur’un dünya birliği konsepti, Kâinatı Allah’ın yarattığı muntazam ilâhî bir sanat eseri olarak ifade ve iz’an etmesidir: “Tabiat, Allah’ın san’atı ve şeriat-ı fıtriyesidir. Nevâmis ise, onun meseleleridir. Kuvâ dahi, o meselelerin hükümleridir.” (İşârâtü’l-İ’câz - Bakara Sûresi, Âyet: 23, 24 - s.1218)
Bediüzzaman’a göre tabiat, tab‘ olunan büyük bir kitaptan ve bu büyük kitabın dile getirdiği yazılı olmayan, ama her an gerçekleşmekte olan “yaratılış kanunları”ndan başka bir şey değildir. Bu yaratılış kitabının müellifi Allah’tır. Misafir olarak gönderilen insanın yeryüzündeki misyonu ise; “…her bir misafir, gözünü açıp baktıkça görür ki: Gayet keremkârâne bir ziyafetgâh ve gayet san’atkârane bir teşhirgâh ve gayet haşmetkârâne bir ordugâh ve talimgâh ve gayet hayretkârâne ve şevk-engizâne bir seyrangâh ve temâşâgâh ve gayet mânidarâne ve hikmetperverâne bir mütalâagâh olan bu güzel misafirhanenin sahibini ve bu kitab-ı kebîrin müellifini ve bu muhteşem memleketin sultanını tanımak ve bilmek için şiddetle merak…” etmektir. Bu Kâinat kitabından insana “…en başta göklerin nur yaldızıyla yazılan güzel yüzü görünür. ‘Bana bak, aradığını sana bildireceğim.’ der.” (Ayet-ül Kübra, s.1)
İnsan, Kâinat içindeki yeri ve anlamı üzerine düşünen, var oluş meselesini çözümlemiş, yaratılış amacını tam anlamış, başta kendi varlığı olmak üzere topyekün varlık dünyasına anlam katan ideal bir prototiptir. Said Nursî’nin ifadesiyle Allah’ın yeryüzündeki halifesi, varlıkların boyun eğdiği; meleklerin secde ettiği, ilk insanın şahsında mânâsını bulan insandır: “İnsanın pek yüksek bir kıymeti olmasaydı, semavat ve arz onun istifadesine muti ve musahhar olmazdı. Ve keza, insan ehemmiyetsiz olsaydı, mahlûkat onun için halk edilmezdi. Eğer insan ehemmiyetsiz ve kıymetsiz olsaydı, o vakit insan, mahlûkat için halk olunacaktı. Ve keza, insanın Hâlıkı yanında mevkii pek büyük olduğu içindir ki, âlem-i dünyayı kendisi için değil, beşer için, beşeri de ibadeti için halk etmiştir.” (İşârâtü’l-İ’câz - Bakara Sûresi, Âyet: 29 - s.12 )
Bediüzzaman Said Nursî’ye göre ideal bir dünya birliğine giden süreçte ilk aşama, gerçek anlamıyla “insan”ın kendi mânâ cevherini keşfederek yaratılış hakikatinin sırrını, kendi dünyasında anlaması ve gerçekleştirebilmesidir.
Kâinatın insan için yaratılmış olduğunun
farkına varma bilinci
İnsan, Kâinatın merkezinde yaratılmış ve Kâinat, insana hizmetkâr edilmiştir. Kur’ân’ın tarifine göre; yeryüzü, insana rahat edeceği bir döşek, huzur duyacağı bir beşik gibi yaratılmıştır. Güneşe insanın bir lambası, bir sobası olma vazifesi verilmiş, yıldızlar kandiller hükmünde, gecenin karanlığında, insana ikram edilmiştir. Havasıyla, suyuyla, toprağıyla, her an ahenkli ve dengede tutulan bu Kâinat, insan için bir hizmetkâr, bir binek, bir döşek, bir sofra, bir çarşı-yı âlemdir. İnsan için saray gibi döşenmiş, süslendirilmiş ve hizmetine verilmiştir. Kâinat sarayının sofralarında, insan iştahsız da bırakılmamış, tüm sofralardan istifade edebileceği, sınırsız bir ihtiyaç verilmiştir.
Kâinatın insan için yaratılmış olması, ortak hareket etmenin ve insanlığın refahı için ortak değerler üretmenin gerekli olduğunu göstermektedir. Birleşmiş Milletler Rio Deklarasyonu’nda; “İnsanlar devam ettirilebilir kalkınma kaygılarının merkezindedir” denmesi bu gerçeği açıkça teyit etmektedir.
Evrensel değerler ile ahlâkî
değerlerin birleştirici rolü
Ahlâkî değerler, insana yapılması, gerçekleştirilmesi gereken ahlâkî eylemi gösteren, insana yükümlülüğünü, görev ve sorumluluğunu hatırlatan ilkelerdir. İslâm’ın âhlak esasları, evrensel zenginliğe ve yeterliliğe sahiptir. Ahlâk kavramının bireyler ve toplumlar üzerindeki düzenleyici rolü, evrenselleşmeyi ve evrensel bütünlükte hürriyetlerin yaşanmasını doğurmaktadır. Ahlâkî değerler ile umumî kabul görmüş toplumsal değerler “evrensel pota”da bütünleştirildiğinde, “dünya birliği” adına büyük katkılar sağlanacaktır.
Hürriyet ve demokrasinin etkin işleyişi
Hürriyet ve demokrasi, dünya birliğinin tesisinde mutlak zaruret ve tartışılmaz bir gerçektir. En küçük toplum birimi ailenin ve en büyük uluslar arası birlikteliklerin tamamının mayası, demokratik yaşama biçimidir. Hürriyet ve demokrasi birbirinden ayrılmayacak evrensel değerlerdir. Birinin yokluğu, diğerinin uygulanabilirliğini de yok etmektedir. Evrensel birlik anlayışının sürdürülebilirliği, her iki kavramın bütün dünya üzerinde birlikte uygulanması ile gerçekleşecektir.
Bediüzzaman Said Nursî, hürriyet ve demokrasinin önemine, yaklaşık 100 yıl önce te’lif ettiği eserlerinde; “Asya’nın ve âlem-i İslâmın istikbalde terakkîsinin birinci kapısı meşrûtiyet-i meşrua ve Şeriat dairesindeki hürriyettir.” (Beyanat ve Tenvirler, s: 53) değinmiştir. Bütün iyilik ve güzelliklerin kaynağının hürriyet, bütün kötülüklerin ve çirkinliklerin kaynağının da istibdat olduğuna dikkat çekmiştir.
Hürriyet ve demokrasinin temelini meşveret oluşturmaktadır. Bu da Kur’ân’ın emridir. Demokrasi ve meşveret, ülke ölçeğinde olduğu gibi dünya ölçeğinde dahi birliğin temin aracıdır.
Kültürler arası diyalog ve iletişim
Kültürler arası diyalog, farklılıkları bir zenginlik olarak görmekten geçer. Bütün dünya insanlarının hayat biçimlerinin tek tip olması mümkün değildir. Dünyadaki turizm hareketinin en etkin motive edici unsuru, farklı kültürlerdir. Farklı kültürler, insanların merakını cezp etmekte, her türlü sosyal, ekonomik hareket ve paylaşımlara vesile olmaktadır.
Dil / Lisan
Dil ve lisan, insanlar ve uluslar arası iletişim ve birlikteliği sağlamanın da en önemli aracıdır. Uluslar arası ilişkilerde ve diplomaside bir lisanda buluşulması ve ilişkilerin en geniş şekliyle pratiğe yansıması birlik ruhunu güçlendirecektir. Bu birlik, dostluk ve kaynaşma da üst düzey diplomatik münasebetleri etkileyecektir.
Spor
Sporun dünya birliğinin sağlanmasındaki payı tartışılamaz. Spor organizasyonlarında müsabakanın getirdiği taraf olma duygusu, temel insanî ve ahlâkî değerler penceresinden bakıldığında dostluğu pekiştirecektir.
2002 yılında dünya futbol şampiyonasının final maçlarının birinde, Türkiye–Güney Kore karşılaşmasında, Türkiye Güney Kore’yi kendi sahasında yenmişti. Güney Koreli seyirciler kendi takımları kadar hatta daha çok Türkiye takımını alkışlamışlar, büyük bir Türk bayrağını çıkararak en güzel toplumsal centilmenlik ve dostluk örneği sergilemişlerdir. Bu manzara dünya kamu oyu ve spor tarihinde birlikteliğin en güzel örneği olarak hafızalardadır.
Müzik
Güzel san’atlar arasında yer alan müzik, en geniş anlamda kullanılan evrensel dil ve insanlığın buluştuğu pozitif ve estetik bir iklimdir. Kültürel dokunun en önemli bir unsurudur. Nota denilen semboller, milletler ve toplumlar arası iletişim dili olarak kabul edilmiştir. Kalplerin birlikteliğinin aracı olan müzik, evrensel boyutta da birleştirici etkiye sahiptir.
Medeniyetler çatışması yerine
medeniyetler buluşması
Bediüzzaman Said Nursî’ye göre günümüzde dünya birliğinin temini, kökleri müteal bir kaynaktan beslenen değerlere dayandığı oranda mümkündür. Böylesi bir dünya birliği konsepti, medeniyet tanımlama ve algılamasında aşağıda belirtilen beş olumsuz karakterden arındığı müddetçe gerçekleşme ve yaşama imkânına sahip olacaktır. Dünya birliğinin gerektirdiği medeniyetler yorumlamasında karşılaştırmalı bir tanımlama sistematiği getirmiştir:
“Kur’ânın emrettiği medeniyet ise, noktaî istinadı kuvvete bedel haktır ki, şe’ni adalet ve tevazündir. Hedefi de menfaat yerine fazilettir ki, şe’ni muhabbet ve tecazüptür. Cihetü’l-vahdette unsuriyet ve milliyet yerine rabıta-i dinî ve vatanî ve sınıfidir ki, şe’ni samîmî uhuvvet ve müsalemet ve haricin tecavüzüne karşı yalnız tedafüdür. Hayatta düstur-ı cidal yerine düstur-ı teavündür ki, şe’ni ittihat ve tesanüttür. Cazibedar hizmeti heva yerine Hüdadır ki, şe’ni insaniyeten terakki ve ruhen tekâmüldür.“
Buradan anlaşılıyor ki, medeniyetler buluşmasına vesile olacak evrensel ölçekteki yaklaşım, hak, adalet, muhabbet, yardımlaşma ve Hüda olarak belirtilen imanlı fazilettir.
Barışçı yaklaşımlar
Bediüzzaman Said Nursî dünya barışına şu veciz ifadesi ile ölçü getirmiştir:
“İki cihanın rahat ve selâmetini iki harf tefsir eder, kazandırır: Dostlarına karşı mürüvvetkârâne muaşeret ve düşmanlarına sulhkârâne muamele etmektir. (Mektubat, Sayfa: 258) Evet, hakikat ve maslahat sulhtur.” (Şuâlar, sayfa , s: 418)
Bu ölçüye bütün dünya milletlerinin uyması halinde güzel sonuçlar vereceği muhakkaktır.
Milletlerin empatisi
Bireylerin empati yapması gibi, milletler ve toplumlar da empati yapmaktadırlar. İletişim kanallarının artışıyla birlikte, Afrika’nın en ücra köşesindeki bir çocuğun acısı, New York’un en popüler semtinde oturan dolar milyarderini artık rahatsız etmektedir. Çünkü, “Yüz aç adamın huzurunda kemal-i iştiha ile yenilememektedir.” sözü bunu ifade etmektedir. Görüldüğü üzere iletişim etkileşimi sonuç vermektedir. “Bana ne, neme lâzım, başkası düşünsün” gibi istibdat yadigârı düşüncesizlikler, insanın kendini keşfiyle birlikte çöpe atıldı. Ülkeler kendi yerellikleri içinde ve uluslar arası alanda oluşturdukları sivil toplum örgütleri aracılığıyla empatinin zirvesine çıkmışlardır. Bir insanın kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak onun duygu ve düşüncelerini doğru olarak anlaması gibi, toplumlar ve uluslar da aynı empatiyi güçlendirmektedir.
“Savaşa hayır, barışa evet” diyen, masum insanların ölümünden acı çeken toplumların, empatinin zirvesine doğru yürüdüklerini göz ardı edemeyiz. Görüldüğü gibi, ulusların empatisi, dünya birliğinin en kuvvetli sebeplerinden birisidir.
Tabiî afetlerde koordinasyonların etkisi
Tabiî afetlerin boyutu ve maliyeti bir devletin imkânlarını aşabilmektedir. Boyut her ne olursa olsun meydana gelen zarar, ziyan, bireysel ve toplumsal travmaların etkisini hafifletmeye yönelik acıların paylaşımı, evrensel birliği zorunlu kılmakla beraber birlik bilincini de geliştirmektedir. Ülkemizde ve komşularımızda meydana gelen büyük deprem felâketleri sırasındaki yardımlaşma faaliyetlerinin derin husûmet duygularını dostluk atmosferine dönüştürdüğünü yakın geçmişte yaşadık.
İnsanların ortak değerleri, “rikkat-i cinsiye” tabir edilen acıma, şefkat, merhamet, acıma duygularının tezahürleri evrensel duygu paylaşımıdır. Yardımlaşma ve dayanışmaya yönelik kurulmuş olan bütün organizasyonların evrensel birliğin göstergeleri olduğu açıktır.
|