Láikliğin anayasal bir ilke haline gelişinin yıldönümü vesilesiyle, Cumhurbaşkanı Sezer daha önce defaatle açıkladığı görüşlerini giderayak bir kere daha dile getirdi. Bu anlayışa göre, laikliğin tek doğru ve vazgeçilmez tanımı Anayasa’nın 24. maddesinde yer almaktadır. Dahası, bu tanıma aykırı ne bir yorum yapılabilir, ne de hatta bu tanım değiştirilebilir.
Bu vesileyle, tipik ifadesini Anayasa’nın 24. maddesinde bulan resmî láiklik anlayışının hür ve medenî bir toplumun gerekleriyle bağdaşmadığını bir kere daha açıklamak istiyorum. Her şeyden önce şunu belirtmek gerekiyor: ‘Din ve vicdan hürriyeti’ başlıklı bu maddeyi teknik anlamda ‘láikliğin tanımı’ olarak nitelendirmek mümkün değildir.
Söz konusu 24. maddenin láiklik tartışmalarıyla ilgili olan kısmı sadece son fıkrası olup, burada şöyle denmektedir: ‘Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.’
Hemen fark edilebileceği gibi, bu hüküm din özgürlüğünü başlı başına korunması gereken bir değer olarak görmüyor ve ona resmî láiklik doktrinine hizmet etmesi ölçüsünde bir değer biçiyor. Bu hükümde din özgürlüğüne ön yargılı bakış o kadar belirgindir ki, başka hiç bir temel hak için değil de sadece din ve vicdan özgürlüğü için özel bir ‘hakkın kötüye kullanılması’ yasağı getirmiştir.
Dikkatle incelendiğinde görülecektir ki, söz konusu hüküm gerçekte dindarların kamu alanında dine herhangi bir biçimde atıf yapmalarını ve bu alanda dinle ilgili herhangi bir iddiada bulunmalarını kategorik olarak din özgürlüğünün ‘kötüye kullanılması’ veya ‘din istismarı’ saymaktadır. Bu, şüphe yok ki, bir demokrasi için makullüğün sınırlarını zorlayan bir yasaktır.
Bu fıkranın formülasyonu başka bir açıdan da çoğulcu-demokratik anlayışla apaçık bir karşıtlık içindedir. Nitekim, fıkra devletin sadece siyasî ve hukukî düzenini değil, fakat aynı zamanda ‘sosyal ve ekonomik düzenini’ de, üstelik ‘kısmen de olsa’, din kuralarına dayandırmayı yasaklamaktadır. Bu maddeyi ‘láikliğin tanımı’ olarak görenlerin aklına, ‘sosyal ve ekonomik düzen’in devletleştirildiği bir sisteme nasıl demokrasi denebileceğini sormak gelmiyor. Hem sonra, ‘hür dünya’da sosyal ve ekonomik hayatın din kurallarından etkilenmediği bir ülke var mıdır?.. Eğer -’kamusal alan’dan geçtik- toplumsal düzen de devletin ise, o zaman dinî bayramları, din kurallarına göre icra edilen resmî cenaze törenlerini de yasaklamamız gerekmez mi?..
Sonuç olarak, Anayasa’nın 24. maddesinin amacı, ne din ve vicdan özgürlüğünü doğru-dürüst bir güvenceye kavuşturmak ne de sahici bir láiklik tanımı yapmaktır. Bu maddenin işlevi, yabancı bir gözlemcinin de belirttiği gibi, din özgürlüğünü hiç bir çağdaş demokraside örneği görülmeyecek şekilde ‘dar bir kişisel alana sıkıştırmak’tır. Onun için, láiklik tartışmalarında ikide bir bu hükme atıf yapanlar, böyle yapmakla tartışmanın biteceğini sanıyorlarsa, sadece kendilerini kandırmış olurlar. Bu tartışmada 24. maddenin nihaî bir hakem değeri olması şöyle dursun, bunun devreye sokulması halinde tartışmanın daha da içinden çıkılmaz hale geleceği kesindir. Nitekim öyle de oluyor.
Star, 7.2.2007
|