Türk Dışişleri Bakanı Abdullah Gül Amerika’ya gitti. Yakında Milli Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı da ABD’ye gidecek.
Türkiye, ABD’nin bölgedeki politikalarından hoşnut değil, rahatsız. Bunu Başbakan’ının Dışişleri Bakanı’nın ağzından açık açık ifade ediyor.
Dışişleri bakanı Gül, ABD seyahatine çıkmadan önce televizyon ekranlarından açıkça seslendi.
Irak’ta “dost” bir ülkenin işgali vardı ve orada bir terör örgütü üstlenmiş durumdaydı. Bunu anlamak mümkün değildi.
Bu stratejik ortaklıkla bağdaşmazdı.
Türkiye’nin Kerkük konusundaki duyarlılıklarını da ABD’nin bilmesi gerekiyordu. Bu iş de, sadece Irak hükümetine bırakılarak çözülsün demek topu taca atmaktı.
Bakan gül bunları bazen açıkça bazen satır aralarında ifade etti.
Gül’e göre ABD’deki yetkililer de durumdan hoşnut değillerdi, bir tür mahcubiyet yaşıyorlardı. Muhtemelen yakında bir şeyler yapacaklardı.
Bakan ayrıca, Ermeni Soykırım tasarısının ABD Temsilciler Meclisi’nde kabulü ihtimaline de değiniyor, bunun dostluk, ittifak ve stratejik ortaklıkla bağdaşmadığının açık açık altını çiziyordu.
Bir yandan sitem, bir yandan beklenti yüklü sözlerdi bunlar.
Acaba olumlu bir sonuç alınacak mıydı?
Yani PKK’nın etkisiz hale getirilmesi, Kerkük’te Türkiye’nin beklentilerinin gözetilmesi ve soykırım tasarısının engellenmesi mümkün olacak mıydı?
Tabii, Türkiye ile Amerika arasında konuşulması gereken ve kaçınılmaz olarak birbirini etkileyen bölgesel başka meseleler vardı. Filistin’de ABD ve İsrail7in birlikte geliştirdiği el Fetih – Hamas mücadelesi, Kıbrıs, İran, Irak iç savaşı, Şii kuşağı, Suriye, AB, Rusya Çin... Aslında bütün bunlar Büyük Ortadoğu çerçevesinde Türkiye – A:BD ilişkilerinin uzantısıydı.
ABD deyince de ortaya, çift odaklı bir yönetim iradesi çıkmıştı. Başkan (Cumhuriyetçi) ve Temsilciler Meclisi (Demokrat ağırlıklı), ayrı ayrı güç odağı haline gelmiş ve en azından Ermeni meselesinde Demokrat ağırlıklı Temsilciler Meclisi ayrı bir problem kaynağı olmuştu.
Nasıl bir gelişme olacaktı?
ABD, Türkiye’nin rahatsızlıklarını giderecek bir politikaya yönelecek miydi?
Tam bu sırada, AP Ajansı (Associated Press) bir haber geçti. Haber çok net olarak Amerika’nın, Irak’ta PKK’ya bağlı olarak oluşan ve İran Kürtlerini harekete geçirmeyi amaçlayan Pejak’ın eylemlerini desteklediğini bildiriyordu.
Evet, Amerika için İran yönetimi bir sorundu ve bu yönetimin devrilmesini istiyordu. İran’ın nükleer çalışmaları da, tıpkı Saddam’a yönelik harekatta kitle imha silahlarının varlığı iddiasının gerekçe olarak kullanılması gibi, bir operasyon gerekçesi olarak devrede tutuluyordu.
Böyle bir operasyon ihtimali, İsrail tarafından da ABD bağlantılı olarak sürekli gündemdeydi. İran’ı ya Amerika vuracaktı ya da İsrail. Pejak da, ABD’nin İran’a karşı yürüttüğü “azınlıkları harekete geçirme” politikasının bir parçası (Diğer parçası İran Azerileri) idi.
İran’a karşı Pejak’ı kullanan Amerika, Türkiye’ye karşı da bir takım araçlar kullanamaz mıydı? Bir yandan PKK, bir yandan Kuzey Irak yönetimi böyle bir araçsal misyon sahibi olamaz mıydı?
Hürriyet’ten Ferai Tınç, “Türkiye’nin tehditlerinin yine ABD tarafından Kuzey Irak Kürtleri’nin sadakatini perçinlemek için kullanılabileceği”ne işaret etmekteydi ki, yabana atılacak bir düşünce gibi gözükmüyor.
Sünnilere karşı İran, İran’a karşı Sünniler, Türklere karşı Kürtler, Kürtlere karşı Türkler...
Buna bizde “Tavşana kaç tazıya tut politikası” demezler mi?
Ve süper güç, bölgede böyle böyle bir batak oluşturmakta değil midir?
Ve süper güç, kendisi de bölgede böyle böyle bir batağın içine sürüklenmekte değil midir?
Bunu bugün Amerika’da yüksek sesle söyleyen o kadar çok insan var ki...
New York Times’ın başyazısında “ABD İran’ı tehdit ederek kendini kandırıyor, diye yazılıyor. Irak yenilgisinden ısrarla ders almayan Bush, yine diplomasiyi reddederek İran’a tehdit savurdu. Başkan, İran’ın dinamiklerini anlamadığı gibi, ABD’nin itibarını da öylesine yerle bir etti ki artık düşmanlarını korkutamıyor bile...”
Bush yönetimini Brzezinsky, uyarıyor, Holbook uyarıyor... Bunlar geçmişte. ABD yönetiminde etkin görev almış insanlar...
Ama neo-conlar kuşatmasındaki Bush, yanlışları izale etmek niyetiyle belki ama daha büyük yanlışların itine giriyor.
Tabii bedeli, bu yanlışların üstünde uygulandığı coğrafya, yani İslam coğrafyası ödüyor.
Türkiye bu coğrafyanın merkez ülkelerinden birisi...
Türkiye, Amerika’ya bölge gerçeğini anlatmak için çırpınıyor.
Ama zor.
İran’a karşı PKK ürünü bir “terör örgütü”nü (Pejak) kart olarak kullanan bir Amerika’dan yarınlar için nasıl emin olunabilir? Kuzey Irak’ta Kürt yönetimi, artı İran’ın Kürt unsurunun tetiklenmesi.... bunlar akla başka artıları getirmez mi? Suriye Kürtleri, Türkiye Kürtleri... Bunlar zaten “Büyük Kürt Federasyonu” şablonları etrafında konuşulup duruyor. Ve Amerika, görünüşe bakıldığında yapboz oyununun parçalarını bir araya getiriyor.
Tabii ki Türkiye Amerika için son derece önemli bir ülke.
Tabii ki Amerika, Türkiye’yi de kaybetmek istemez. Çünkü Türkiyesiz bir Ortadoğu politikası da mümkün değil.
Ama Amerika, Irak’taki bozgunla şu sıralar adeta makulü kaybetmiş durumda. Nasıl çıkacak bu işin içinden ve İran’ı ne yapacak? Öyle bir şey ki, Amerika bıraksa İran’ı, İran’la diplomatik münasebetler çerçevesinde çözüm arasa, İsrail başka havalarda... Başka, yani şahin rollerinde, “Vururuz, keseriz” efelenmelerinde...
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün, giderayak yaptığı konuşmalardaki üslup, oldukça kendinden emin, kararlı bir görüntü vermekteydi. Dileriz orada netice alıcı görüşmeler yapılır ve küresel gücün, hatalarının bedelini Türkiye’ye ödetmesine imkan verilmez. Bu, önemli ölçüde ABD yönetiminin kafasının netleşmesi ile ilgili bir olay haline gelmiş bulunuyor.
ahmettasgetiren.com.tr, 5.2.2007
|