Gürültülü yargılamalar, tarihe dair dürüstçe konuşmaya ilk tepkisi silaha sarılmak olan birçok öfkeli insanı açığa çıkarıyor.
Türkiye ve onun Avrupalı geleceği adına kaygı duyanlar için hareketli günler yaşanıyor. Ülkenin iyiliğini isteyenler cesur bir editörün, Hrant Dink’in suikasta kurban gitmesiyle sarsıldı. Kusurlu bir hukuk sistemi ve giderek artan ölüm tehditlerinden yılmayan Dink, Türk ve Ermeni kardeşlerini Osmanlı’nın son yıllarında yaşanan korkunç olaylar hakkında yeniden düşündürtme çabalarının bedelini hayatıyla ödedi.
Fakat cinayete verilen tepki ve cenaze töreninde İstanbul’da yürüyen 100 bin insanın oluşturduğu manzara, Dink’in savunduğu gerçeklerden birini de doğruladı. Her cenahtan ateşli milliyetçi ne iddia ederse etsin, Türkiye asla onların sandığı gibi bir ülke olmadı. Burası ne ciddi hiçbir hata yapmayanların yaşadığı bir melekler ülkesi ne de hiçbir iyi şeyin beklenemeyeceği bir kötüler ülkesi. Tarihin en zor sorularına herhangi bir dürüst bakış, işte buradan başlamalı.
Sorgulayanları
cezalandırmak neye yarıyor?
Aynı düşünce, cenaze töreni için, belki de ilk defa Türkiye’ye giden bazı Ermenilerin zihninde de mutlaka oluşmuştur. Anadolu yollarında ölüm yürüyüşleri yapan atalarının akıbeti, Türklerle Ermeniler arasındaki ilişkilerin bütün hikâyesini anlatmıyor: Bu hikâyenin kara sayfaları olduğu kadar asil sayfaları da var ve Dink her ikisinin de bilinmesi gerektiğine inanıyordu. Haklıydı da.
Bu tarih gerçekten keşfedilecekse, bir devletin yapabileceği en faydasız şey resmi versiyonu sorgulayanları cezalandırmak. Birçok çağdaş gözlemcinin ifade ettiği bakışı benimseyenleri yargılamak yanlış. O bakış da şu: 1915’te yetkililer yüz binlerce Ermeni’yi tehcir etmekle kalmadı, büyük bölümünün ölmesini de sağlamaya çalıştı. Ve Fransa’daki yeni bir yasanın yaptığı gibi, Ermenilerin acısını soykırım olarak nitelemeyi reddedenleri cezalandırmak da en az ilki kadar kötü. Nazi soykırımını inkâr edenlere karşı bile savlar öne sürmek, baskıcı yasalar çıkarmaktan daha iyi bir silah.
Bütün bu söylenenleri onaylayan birçok Türk vatandaşı olduğu açık: Dink’in cenazesinden çıkan umut mesajı da buydu. Türkiye’nin en kötü tarafının görünmesinin, sıradan insanlardan menkul muazzam bir ‘güç’ gösterisine yol açmasının ilk örneği de değil. 10 yıl önce, bir trafik kazası güvenlik güçleriyle yer altı dünyası arasındaki ilişkileri açığa vurduğunda milyonlarca Türk protesto etmişti. Bu tür protestoların gösterdiği şey, Türkiye’nin resmi siyasi tartışmasının, ülkenin gerçek ikilemleriyle büyük ölçüde alakasız olması: Türkiye’nin geleceğini vatandaşlarının özgürce ifade ettikleri iradesi mi, yoksa aşırı milliyetçilik veya derin devlet gibi karanlık güçler mi şekillendirecek? Gerilemeler ve karşı darbeler yaşansa da, daha iyi olan yola dair umutlar hâlâ son derece canlı.
Silaha sarılmak
isteyen 301’e ‘güveniyor’
Fakat Dink’in ruhu rahat ettirilecekse, halk öfkesi yetmez. Türkiye’nın ılımlı İslamcı Başbakanı Erdoğan, Ceza Yasası’nın ‘Türklüğe hakareti’ suç sayan 301. maddesini kaldırmalı. Hukuk sistemini modernleştirsin diye çıkarılan yeni Ceza Yasası’nın bu vahim maddesi, büyük bir geri adımdır. Fanatiklere, Türkiye’nin en iyi gazetecilerinin, yazarlarının ve akademisyenlerinin yargılandığı mahkemeler önünde uluma fırsatı vermektedir. Daha da kötüsü, gürültülü yargılamalar, tarihe dair dürüstçe konuşmaya ilk tepkisi silaha sarılmak olan birçok öfkeli insanı açığa çıkarıyor.
301. maddeyi kaldırmak cesaret isteyecek. Fakat ilkeli bir adamın öldürülmesi, daha önce imkânsız olanın mümkün hale gelebileceği yeni bir iklim yarattı. Erdoğan bu fırsatı değerlendirirse, Avrupalı dostlarından alkış alacaktır.
(Radikal, 28.1.2007)
|