Nasıl reklâm ama?
19 Aralık tarihli International Herald Tribune gazetesinin birinci sayfasında büyükçe bir resimle birlikte Avrupa’da İslamafobinin (İslâm’dan korkmak, önyargı beslemek) arttığı haber veriliyordu. Kullanılan fotoğrafta ise Avusturya’daki bir Kur’ân kursunda çekilmiş, sevimli başörtülü Müslüman Avusturya vatandaşı çocuklar yer almaktaydı. Birinci sayfadaki başlıkta “Artan şekilde önyargıların hedefi oluyorlar” ifadeleri kullanılıyordu. Haberin iç sayfalardaki detayında ise “Avrupa’da İslamofobi yükselişte” (‘Islamophobia’ on the rise in Europe, IHT, December 19, 2006) başlığı altında, Avrupa Yabancı Düşmanlığı ve Irkçılığı İzleme Merkezinin yeni raporunun sonuçları yayımlanmış.
Viyana merkezli bu kurumun raporuna göre Avrupa Birliğinin 25 ülkesinde İslamofobi yükselişe geçmiş ve bu ülkelerde yaşayan Müslümanlar rutin olarak ayrımcılıkla yüzleşiyor ve fizikî saldırılara bile hedef oluyorlar. Merkez’e göre bu durumun başlıca sebebi entegrasyon eksikliği. Ancak entegrasyonun “iki yönlü bir cadde” olarak tanımlandığı haberde önyargı ve dinî ayrımcılığın sona ermesi çağrısında bulunuluyor.
Haberde Müslümanların sosyal hayatta, iş bulmada ve günlük ilişkilerde yaşadıkları sıkıntılara vurgu yapılırken, 11 Eylül’ün bu durum üzerindeki olumsuz tesirlerine de değinilmiş.
Bir önceki yazımızda Avrupalıların çoğunluğunun dinî farklılıkları Avrupa Birliğine üyelikte önemsemediklerini belirtmiştik. O da bir başka araştırmanın sonucuydu. Ancak bu ülkelerde aynı zamanda ırkçılığın ve milliyetçiliğin de yükselen bir değer olduğu da gözden kaçırılmaması gereken bir realite tabii ki. Zaten Herald Tribune’in haberinde de yükselen tek şeyin İslamofobi olmadığı belirtiliyor. İslamofobi ile birlikte ırkçılık, yabancı düşmanlığı (xenophobia) ve anti-semitizmin de artış gösterdiğinin altı çiziliyor ve “Batı kültürü bu zaaflarını tartışmaya açmalıdır” deniliyor.
Geçtiğimiz gün Fransız Kültür Merkezi’nde Sinema-Tarih Buluşması çerçevesinde Anti-Semitizmi konu alan bir filmin gösterimine katıldık. “Sıradan bir Yahudi” (Just an ordinary Jew) adlı bu filmde Almanya’da yaşayan bir Alman Yahudinin sıkıntıları anlatılıyordu. Filmde de bütün çıplaklığı ile gördük ki Avrupa’da “farklı” olmak, farklı olarak yaşamak İkinci Dünya Savaşı döneminde olduğu gibi halen büyük bir problem. Avrupalılar entegrasyon eksikliğinden bahsediyorlar, ancak asıl sorunun büyük parçasının Batı kültürünün “yabancı ve farklı” olana tahammülsüzlüğü olduğunu göremiyorlar gibi.
***
Aynı gazetede yer alan bir başka haber daha dikkatimi çekti. Susanne Fowler’in kaleme aldığı haberin başlığı “Yazar Atatürk’e hakaretten yargılanacak” şeklindeydi. Her yeni gün yeni bir yazar benzer bir suçlamayla yargılandığı için bu tür haberler biz Türk gazeteciler için rutin sadedinde… Ancak Herald Tribune için öyle olmasa gerek ki habere geniş yer ayırmış. Olayı kısaca bilmeyenler için özetleyelim: ‘Son günlerin en çok ilgi gören kitaplarından ‘Latife Hanım’ın yazarı İpek Çalışlar hakkında, kitabında Atatürk’e hakaret ve Atatürk’ü Koruma Kanununa muhalefet ettiği iddiasıyla 4.5 yıla kadar hapis istemiyle dâvâ açıldı. Bağcılar Cumhuriyet Başsavcılığı dâvâ gerekçesi olarak Çalışlar’ın ‘Topal Osman’ın Atatürk’e suikast için Çankaya Köşkü’nü kuşattığı’ bölümü gösterdi. İddianamede kitabın bu bölümünde, Atatürk’ün öldürülmekten korktuğu için Latife Hanım’ın çarşafını giyerek köşkten kaçtığı öne sürüldüğü ve yazarın bu bilginin kaynağı olarak gösterdiği Latife Hanım’ın kardeşi Vecihe Hanım’ın da hayatta olmadığı belirtildi.”
Bunun neresinde suç var derseniz, onu dâvâyı açanlara sormak daha doğru olur derim. Herhalde Mustafa Kemal’in çarşaf giyecek kadar korkak olmayacağı düşünülerek böyle bir dâvâ açılmış olabilir. (Zaten mahkeme de bir suç unsuru görmemiş olmalı ki İpek Çalışlar’ı beraat ettirdi.) Dedik ya Türkiye için rutin bir haber ne yazık ki.
Ayrıca İstanbul’da yaşayan Norveçli romancı ve International PEN üyesi olan yazar Eugene Schoulgin’in “Bu vak'a Türkiye’de kadına bakış açısını da acı bir şekilde ortaya koyuyor. Bir erkeğin öldürülmekten kurtulmak için kadın kıyafeti giymesi utanç verici olarak tanımlanıyor” sözlerine de haberde yer verilmiş.
Herald Tribune anayasa’da yer alan Türklüğe hakaretle ilgili 301. maddenin de yol açtığı dâvâlardan söz ederken “Fakat Türkiye’de Atatürk’e hakaretten daha büyük bir tabu bulunmamaktadır” ifadelerini kullanmış.
Son olarak gazetenin İpek Çalışlar’ın dilinden satırlarına yansıyan sözleri birebir aktarmak istiyorum: “Atatürk Türkiye’de öyle bir tabu ki, insanlar artık onu gerçek bir insan gibi düşünemiyorlar. Fakat bütün liderler birer insandır. Lider olmak doğaüstü güçlere sahip bir yaratılışta olmayı gerektirmez…”
Son kurban İpek Çalışlar’ın resminin altına da “İpek Çalışlar Türkiye’de yargılanan düzinelerce yazardan sadece biri. Türkiye’de ifade özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar, AB üyeliğinin önünde büyük bir engel olarak durmaya devam ediyor” yazmışlar.
İşte Türkiyemiz dünyanın en önemli gazetelerinden birinde bu hikâyeyle böyle geniş yer buluyor. Nasıl reklâm, ama?
|