Dün baktım, köklü gazetelerimizden biri Avrupa Birliği sayfasına ‘AB yine tarih verdi’ başlığı atmış.
Manşetin altında ise Chirac’la Merkel’in görüşme haberi var.
Geçenlerde yakındığım durumun aynısı.
Avrupa Birliği kurumları ile Avrupa’yı özdeş varsaymak... Chirac ile Merkel, Avrupa Birliği mi?
İki siyasetçinin ‘AB Komisyonu’ndan gelecek onsekiz ay içinde Türkiye’yle ilgili bir rapor hazırlamasını isteyeceklerini beyan etmelerini’ neden ‘AB yine tarih verdi’ başlığıyla duyururuz ki...
Sanırım ‘ Avrupa Birliği’ ile ‘Avrupa’ arasındaki farkın gazete yönetimlerinin zihninde bile net olmamasından...
***
Böylesi bir kavram karmaşası ve bilgi kirliliğinde durumu netleştirmek için epey enerji harcamak gerek.
Aslında AB kurumlarını iyi özümsesek boş yere bu kadar da mürekkep akmayacak.
AB Komisyonu ne önerdi?
Türkiye’yle müzakere sürecinde sekiz başlığın askıya alınmasını.
AB’nin ittifak içinde hareket etmek mecburiyetinde olduğunu bilince...
Komisyon’un AB hükümeti sayıldığını bilince...
İç siyaset dansözlüğü yapan Avrupalı siyasetçilerin de her önerisini ciddiye alıp AB ile özdeşleştirmezsiniz. O zaman toz duman dağılır, durum netleşir.
***
Maalesef bizde işler öyle bir kez yazmakla saydamlaşmıyor. Tekrar tekrar yazıp, tekrar tekrar söylemek gerek. AB Komisyonu neden sekiz başlığın askıya alınmasını önermekte?
Çünkü, Türkiye söz verdiği halde, Gümrük Birliği ile ilgili antlaşmayı Kıbrıs Cumhuriyeti’ni de kapsayacak bir şekilde genişletmiyor.
Neden genişletmiyor? Çünkü AB de Annan Planı’nın KKTC’de kabulünün ertesinde söz verdiği ‘KKTC ile doğrudan ticareti’ başlatmıyor.
Denktaş sonrasında, Kıbrıs’ta çözümü isteyen bu yönde irade kullanan taraf biz olduk. Bunun ödülü AB’nin ‘yeşil hat’ ile ‘mali yardım’ tüzüğünü devreye sokması oldu. Ama esas okkalı konu olan ‘doğrudan ticaret’ hayata geçmedi.
Bunun için bastırmak, bunun için yeri göğü birbirine katmak gerekmez mi?
***
Gerekir ama tam tersi oluyor.
Liman ve havaalanlarını Kıbrıs Cumhuriyeti mallarına açmadığımız için AB bize bastırmakta. Burada bir gariplik var.
Gariplik daha önce de bir kez yazdığımız gibi, haklı olduğumuz bir konuyu, hukuken güçlü olmadığımız bir başka konuya bağladık.
Limanlar 1998 yılına kadar Rumlara zaten açıktı. Bundan bir zarar görmedik. Şimdi açsak da zarar görmeyiz.
Ama bu teknik meseleyi hükümet siyasileştirdi ve kendini zora soktu.
Bastıracak konumda ve haklılıkta iken, sabah akşam AB’nin bize uyguladığı yaptırımları konuşur olduk.
Bu, bir şeylerin yanlış yapıldığının işareti.
***
Beş yıl içinde müzakereleri bitirmeyi hedefleyen yeni bir irade ve strateji ortaya konmadıkça AB konusunda başka iradeler bizi çalkalayıp duracak.
AB ile Avrupa’yı ayıracak bir bilinç de yerleşmediği için, oradaki en küçük aleyhte kıpırtı bizde fırtına olarak algılanacak.
Biz de öfkeyle bağırıp çağıracağız.
Öfkeyi seviyoruz.
Bağırıp çağırmayı da seviyoruz.
Öfkelenmek bize milliyetçilik gibi gözüküyor.
Nedense kimse de esas milliyetçilik halkının refahını ve özgürlüğünü sağlamak değil midir diye sormuyor.
Bağır çağır milliyetçiliğiyle de haklıyken haksız duruma düşüyoruz.
Star, 7.12.2006
|