Diğer bir çok sahabenin olduğu gibi, Ammar’ın da doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Ailesi Yemen asıllı olup sonradan kutsal beldelere gelmişlerdir. Ammar’ın babası Yasir, Yemen’de yaşayan Kahtani kabilesine mensuptur. Bu kabilenin Ans kolundan gelmektedir. Kendi memleketinde hayatını devam ettirirken kardeşi kaybolmuş ve kardeşini aramak üzere yola çıkarak Mekke’ye gitmiştir.
Yasir, Mekke’de Beni Mahzun kabilesine mensup olan Ebu Huzeyfe ibn Muğire’nin himayesine girdi. Daha sonra, cariye olan Sümeyye ile evlendi. İşte bu evlilikten Ammar dünyaya geldi. Ammar’ın İslâmiyet’i kabulüne kadar geçen çocukluk yılları ve hayatı hakkında bilinenler bunlardan pek fazla değildir.
Hazret-i Ömer’in İslâmiyet’i kabul edip kırkıncı Müslüman olmasından ve bunu açıkça ilân etmesinden evvel, inananlar gizli şekilde buluşmakta ve kendilerini müşriklerin şerrinden korumak için dikkatli davranmaktaydılar. Ammar, bu dönemde İslâmiyet’i kabul edip ilk iman edenler arasında yerini aldı. Kendi Ebü’l-Yekzan künyesiyle anılıp tanınmaktaydı.
Ammar, Müslüman oluşundan ve bunun duyulmasından sonra çok büyük ıztıraplar çekti. Kendisi gibi anne ve babası da İslâma dahil olup iman etmişlerdi. Ancak, aslen yabancı olan, koruyacak pek kimseleri ve aşiretleri olmayan bu insanlar, Kureyşli müşriklerin çok büyük zulümlerine maruz kaldılar. Bu himayesiz insanlara akla hayale gelmeyen işkenceler yapıldı. Dinlerinden dönmeleri için her türlü tehdide maruz kaldılar. Yaşlı anne ve babası güneş altında ve çölün kavurucu sıcaklarında, kızgın kumlara yatırılarak işkenceye maruz bırakıldılar. Bir taraftan kızgın kumlara yatırılırken diğer taraftan da üzerlerine büyük kaya parçaları konmaktaydı. Bütün bu işkencelere rağmen dinlerinden taviz vermeyerek müşriklere karşı direndiler.
Ammar ve ailesine yapılan işkencelere şahit olan Peygamber Efendimiz (asm), onlara teselli vermekte ve bu sabırlarının neticesi olarak Cennetle müjdelemekteydi. Yine bir seferinde, işkence edilip vücudu ateşle dağlanan Ammar’ın yanına giden Peygamber Efendimiz (asm); “Sabret ey Ebü’l-Yekzan! Sabrediniz ey Yasir ailesi! Size vaat edilen yer Cennettir” buyurdu. Onların acılarına ortak oldu. Daha sonra Ammar (ra) için, “Ya Rabbi! Ateşi İbrahim’e soğuk ve selâmetli hale getirdiğin gibi Ammar için de serin ve zararsız hale getir!” mealinde duâ etti.
İmtihan dünyası olan bu âlemde Yasir ailesi de büyük bir mücadele örneği vermekte ve Cenâb-ı Hak katındaki mevkileri yücelmekteydi. Uhrevî mükâfata karşılık dünyada bu sıkıntılar çekilmekte ve mü’minlerin İslâm uğruna vermiş oldukları emsalsiz bir mücadele sergilenmekteydi. Bu imtihan aynı zamanda iman derecesinin önemli bir göstergesi idi. İnsanların kalbindekini sadece Cenâb-ı Hak bilirken, söz konusu işkencelere sabreden bu mübarek ailenin iman gücüne insanlar da böylece şahitlik etmekteydiler.
Ammar ve ailesine yapılan işkence, adeta bir süreklilik halinde icra edilmekteydi. Zavallı yaşlı anne, iki devenin arkasına bağlanarak yerlerde sürüklenirken, azgın Ebu Cehil bununla yetinmeyerek kamçılamaktaydı. Ammar’ın anne ve babası işkence göre göre vefat ettiler. Bu yaşlı çift aynı zamanda İslâmın ilk şehitleri olmaktaydılar. Diğer taraftan İslâm’dan dönmesi için Ammar’a da aynı şekilde işkence edilmekte ve bu işkencenin son bulması için Müslüman olmaktan vazgeçtiğini söylemesini şart koşmaktaydılar.
İşkencelere sabreden Ammar’a, bir gün normal takatin çok üstünde işkence yapıldı. Soluğu kesilip, derisi soyuluncaya kadar bu işkence devam etti. Putperestler, Lat ve Uzza lehine inanç belirtmediği sürece bu işkencelerine son vermeyeceklerini söylediler. Bir bakıma, kendisini öldürünceye kadar bunu devam ettireceklerdi. Bunu açık bir şekilde gören Ammar, diliyle, duymak istediklerini söyledi. Müşrikler de kendisini serbest bıraktılar.
Müşrikler, Ammar’ın İslâm’dan döndüğünü yaymaya başladılar. Ammar ise doğruca Peygamber Efendimizin yanına giderek başından geçenleri ve zorla kendisine söylettirdikleri sözleri aktardı. İmanının gidip gitmediğini büyük bir üzüntü içinde sordu. Peygamber Efendimiz, Ammar’a, diliyle söz konusu sözleri söylerken kalbinin durumunu sordu. Ammar, kalbinde en ufak bir dönüşün söz konusu olmadığını ve kalbiyle imanını muhafaza etmeye çalıştığını ifade etti. Peygamber Efendimiz (asm), imanının zarar görmediğini, ölüm-kalım durumu söz konusu olduğu zamanlarda, mazlûm Müslümanların bu tür sözleri sarf etmesinin herhangi bir zarar vermeyeceğini buyurdu. Böylece Ammar, büyük bir teselli bularak rahatladı. Hatta, yine böyle bir işkenceye maruz kalırsa aynı şeyi tekrar edebileceğini söyledi.
Müslümanları rahatlatan diğer bir müjde ise, âyet-i kerime ile mealen; “Kim iman ettikten sonra Allah’ı inkâr ederse—kalbi iman ile dolu olduğu halde (inkâra) zorlanan başka—fakat kim kalbini kâfirliğe açarsa, işte Allah’ın gazabı bunlaradır; onlar için büyük bir azap vardır” (Nahl: 106) buyrulmaktaydı. Böylece, müşriklerin zulmü altında inleyen mü’minlere teselli verilmekteydi. Diğer taraftan, Ammar aleyhinde yapılan menfi propaganda ve İslâm’dan döndüğü şeklindeki iddialar çürütülmekteydi.
Hazret-i Ammar, Müslümanlara Hicret izninin çıkmasından sonra önce Habeşistan’a ve daha sonra Medine’ye göç etti. Müslümanlar arasında mânevî kardeşlik bağını kuran Peygamber Efendimiz (asm); Ammar ile Huzeyfe ibn Yeman (ra) arasında kardeşlik bağını kurdu. Büyük bir fedakâr ve kahraman olan Ammar, Mescid-i Nebevî’nin inşasında çok çalıştı. Peygamber Efendimiz (asm), yüzü gözü toz içinde kalan Ammar’a büyük bir ilgi gösterdi. İleride gerçekleşecek olan bir hadiseyi kendisine mucize olarak aktardı.
Risâle-i Nurda da zikredilen bu mucizede Peygamber Efendimiz Ammar’a, “…ferman etmiş ki: Bâği bir taife Ammâr’ı katledecek…” (Mektubat, s. 108) diye mealen buyurmuştur. Yıllar sonra Hazret-i Ali ve Hz. Muaviye taraftarları arasında meydana gelen Sıffin Savaşı’nda Ammar katledilmiştir. Hazret-i Ali (ra) bu hadiseyi, Muaviye taraftarlarının bâğî olduklarına delil gösterdi. Bunu kabul etmeyen Muaviye ve Amr ibnü’l-As, kendilerinin bağî olmadıklarını, Ammar’ı katledenlerin bâğî olduklarını söyleyerek, olayı yorumladı. (bâğî: İstemek; istemede ileri gitmek; çabayla arzulamak; sınırı aşmak; hakkıyla yetinmeyerek başkasının canına, malına, ırzına kastetmek; saldırıya yeltenmek veya saldırmak; haksız yere yükselmek isteyerek tecavüzde bulunmak; kendisine sulhün yolları ve biçimleri gösterildiği halde haksızlıkla üst olma sevdası gütmek. (http://www.sorularlaislamiyet. com/subpage.php?s=article&aid=321)
Bedir Savaşı dahil bütün savaşlara katılan Ammar (ra) büyük bir kahramanlık örneği sergiledi. Yemame Savaşı’nda kulağı koptu. Dağılmak üzere olan ordunun toparlanmasını sağladı. Halife olan Hazret-i Ömer (ra) kendisini Küfe’ye vali yaptı. Hazret-i Ali (ra) zamanında meydana gelen Cemel ve Sıffin Savaşlarında bulundu. Hazret-i Ali (ra) tarafında yer aldı. Yukarıda belirtildiği gibi Sıffin Savaşı’nda şehit düştü. Cenaze namazı bizzat Hazret-i Ali tarafından kılındı ve bulunduğu yerde defnedildi.
|