Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 12 Ekim 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Halk kucaklanırsa PKK biter

“Dağda silahla gezeceğine ovada siyaset yapsın” diyen Mehmet Ağar, bildiğimiz Mehmet Ağar mı?

“Evet” diyor DYP lideri:

“Bildiğiniz Mehmet Ağar. PKK’ya karşı en sert mücadeleyi veren adam, ben, dağda silahla gezeceğine ovada siyaset yapsın, diyorum. Dağlarda silah sesi olacağına kuş sesleri olsun, diyorum. Dağlarda çiçekler açsın, diyorum.”

Silahlı çatışmaların dorukta olduğu yıllarda emniyet güçlerinin başındaki adam ne değişti de böyle konuşmaya başladı? Ya da siyaset Mehmet Ağar’ı değiştirdi mi?

Yine “yok” diyor Mehmet Ağar dünkü görüşmemizde:

“O zamanki şartlar öyle gerektiriyordu. Gereğini yaptım. O zaman vatanın bir parçası silahlı işgal edilmeye, koparılmaya çalışılıyordu. O şartlarda yapılması gereken neyse ben onu yaptım. Bugün şartlar farklı. Ben bugünün şartlarına göre konuşuyorum. O zaman bürokrattım, şimdi siyasetçiyim. Risk üstlenmeyen çözüm üretemez. Geceleri uykusu kaçmayan Türkiye’de siyaset yapamaz, yapmamalı.”

Sihirli formül

O zaman akla şu soru geliyor:

Bürokrat ile siyasetçi arasındaki fark oy mu? Oy kaygısı mı siyasetçiyi değiştiriyor?

Ağar, yine “hayır” diyor:

“Oy kaygısıyla böyle yapıyorsam, Allah hiçbir şey nasip etmesin. Tam aksine, oy kaygısı taşımadığım için konuşuyorum. Oy hesabı yapsam, tam tersini söylerim. Ankara’da oturup hamaset nutukları atılarak sorunlar çözülmez. Ama Güneydoğu’ya gelemeyen liderler bunu yapıyorlar. Oysa benim gibi Güneydoğu’yu karış karış gezseler vatandaşı dinleseler, dertlerini paylaşsalar, sorumluluk hissederler. Güneydoğu’daki vatandaşın birlikte yaşama iradesi var. Bu sihirli bir formüldür. Dağda çoçuğu ölen insanlar gelip elimize sarılıyor, bu iş bitsin, başka çocuklar dağa çıkmasın diyor. Buna nasıl kulak tıkarsınız?”

Bomba istemiyorlar

Ağar, Güneydoğu’da halkın tedirgin olduğunu, yeniden çatışma ortamına sürüklenmekten korktuğunu vurgulayarak, şöyle devam ediyor:

“Halk artık bomba istemiyor. Bir bomba daha patlayacak diye ödü kopuyor. Huzur istiyor. Bunu sağlamak devletin görevi. Eğer halk kucaklanır, dışlanmazsa, PKK da tabii ömrünü bitirir. Beslenecek kaynak bulamaz. Bunu sağlamanın yolu halkı kucaklamaktır. Osmanlı’dan beri de bu böyledir. Bu toprakların tecrübesi bunu gösterir.”

Askerin sırtına yüklenemez

DYP lideri, siyasetin çözüm üretmeye katkıda bulunmadan her şeyi askerden beklemesinin yanlış olduğunu belirterek, şöyle konuşuyor:

“Yıllardır yapılan nedir? Her şeyi askerin sırtına yükle, yürü git. Böyle siyaset olmaz. Her şey askerin sırtına yüklenemez. Asker o zaman da görevini yaptı, bugün de yapıyor. Ama siyaset ne yaptı? Ne üretti? Türkiye’nin enerjisi toprağa aktı, boşa gitti. Ben bu sorumlulukla konuşuyorum, ne dediğimi biliyorum. Siyaset de birlik, beraberlik, müşterek vatan bilinciyle çözüm üretmeli.”

Çocukların geleceği

DYP lideri, Güneydoğu gezisinde edindiği izlenimleri aktarırken, sorunun sosyal boyutunun çok daha çarpıcı olduğunu söylüyor: “Diyarbakır’da yaşları 14-18 arasında 100 bin çocuk var. Batman’da, diğer illerde de on binlerce bu yaşlarda çocuk var, genç var. Bunların geleceği ne olacak? Bunların eğitimi, mesleği, işi, gücü ne olacak? Siyaset bunları düşünmeli. Artık bu gençler dağa çıkmasın, kimse dağa çıkmasın. İki hassasiyet dikkatimi çekiyor: 1- O muhterem şehit aileleri, başka gençler şehit olmasın diye dua ediyorlar. 2- Dağda çocuğunu kaybedenler de başka çocuklar dağa çıkmasın diye dua ediyorlar. Bu, birlikte, beraber yaşama iradesi değil de nedir? İşte burada sorumluluk siyasete düşüyor.”

Milliyet, 11.10.2006

Fikret BİLA

12.10.2006


 

Ağar neyi ispatladı?

Dün bir arkadaşım, “Abi, PKK militanları için ‘Dağda silahla gezeceklerine, ovada siyaset yapsınlar’ diyen Mehmet Ağar’ın desteklenmesi gerek” dedi.

Ona, “Kimseyi desteklemem” dedim, “ama hak verdiğimi, çünkü aynı fikirde olduğumu söylerim.”

Bu PKK meselesi başımıza musallat olduğundan beri aynı şeyi düşünüyorum:

Evet, terörizme başvuran Kürt milliyetçileri, Türkiye’nin dengesini, düzenini, gidişatını bozmayı hedeflemiş bazı ülke ve örgütlerden destek aldı.

Bunu biliyoruz.

Tamam ama şu da bir gerçek: Ciddi sıkıntıları, temel dertleri olmayan insanlar silaha sarılmaz. Kışkırtılsa da, kandırılsa da, para da verilse; dağa çıkmaz, ölüme razı olmaz.

Hadi diyelim onlar dağa çıktı.

Peki ovadakiler niye destekledi?

Demek ki mesele sanılandan daha derindi, çok boyutluydu: Ekonomikti, sosyaldi, siyasaldı ve kültüreldi. İşte tam bu noktada şöyle düşünüyorum:

Kendine milliyetçi diyen insanların uyguladığı politikaların, öne sürdüğü çözümlerin; illa da milletin menfaatlerine, yurdun selametine olması gerekmez.

Bu bir aldatmacadır.

Bir hayalden ibarettir.

Kendimizi kandırıp duruyoruz.

İşte her şey apaçık ortada:

Genel olarak Kürt Sorunu, özel olarak da PKK, hem maddi, hem de manevi açıdan Türkiye’ye gayet pahalıya mal oldu.

1980’lerin ilk yıllarında başlayan kalkışma giderek yayıldı.

PKK diğer Kürt örgütlerini birer birer saf dışı bırakırken, başta askerler olmak üzere, Türkiye’nin milliyetçi-devletçi güçleri de alternatif sesleri bastırdı. Silah-dışı çözümler arayanlar, hain ilan edildi.

Halbuki mesela PKK’ya muhalefet eden kişi ve örgütler desteklenebilirdi. Bizim milliyetçi-devletçiler tam tersini yaptı; bir tokat da onlar vurdu.

Kültürel haklar 20 yıl önce, taa işin başlarında tanınabilirdi. Aksine, Kürtçe kaset dinleyeni içeri atıp işkenceden geçirdiler. Milliyetçi-devletçi ideolojinin hâkimiyetindeki Diyarbakır Cezaevi 1980’lerde terörist üretim merkezi gibi çalıştı. Bu cezaevinden sağ çıkan bütün gençler, soluğu dağda aldı.

Hasan Cemal’in piyasadan rahatça bulacağınız Kürtler adlı kitabını okursanız bu sürecin adım adım nasıl işlediğini görürsünüz.

*

Mehmet Ağar gibi, uzun dönem o milliyetçi-devletçi grubun önemli siması olan bir siyasetçi, şimdi böyle bir çağrı yapıyorsa...

Çeyrek asırdır silah kullanılmasına rağmen, PKK sorunu hâlâ son bulmadıysa...

Demek ki bir kişinin ya da kurumun milliyetçi-devletçi olması; o kişi ya da kurumun, millet ve devlet için doğru politikalar izlediği anlamına gelmez.

Almanların ünlü atasözünü hatırlayalım: “Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir.”

Yani siz iyi niyetli olabilirsiniz.

Ancak bu iyi niyetiniz, doğru yöne gittiğinizin garantisi değildir.

Nasıl, dini siyasallaştıran İslamcılar, en büyük Müslümanlara zarar verdiyse...

Türkiye’nin milliyetçi-devletçileri de yanlış politikalarla bu ülkeye zarar verdi.

Çok daha az şehide, çok daha az paraya, çok daha az emeğe, çok daha az acıya mal olacak bir sorun vardı.

Onlar ise olaya ak-kara; ‘ya bendensin, ya hain’ ve ‘bu iş ya silahla çözülecek ya da silahla’ şeklinde yaklaşarak, dertleri büyüttüler de büyüttüler.

Ama milliyetçi-devletçi çizginin medyadaki kalemşorlarına bakıyorum da...

Zihniyetleri öylesine köşeli, öylesine taşlaşmış ki Mehmet Ağar gibi bir milliyetçiye, bir devletpereste dahi hışımla, nefretle, aldatılmışlık duygusuyla, ‘artık bizden değil, karşı safa geçti’ diye yaklaşıyorlar.

Bilmem bu örümcek ağı nasıl temizlenecek?

Sabah, 11.10.2006

Emre AKÖZ

12.10.2006


 

Mehmet Ağar farklılaşıyor...

Herşey beklenebilirdi de, Mehmet Ağar’ın PKK konusunda böyle bir tutum benimseyeceği beklenmezdi.

DYP lideri, bu yarışta birden bire öne çıkıverdi.

Geçen hafta sonu yaptığı konuşmalarla, karşımıza bambaşka bir Mehmet Ağar çıkardı: Kelimelerini dikkatli seçerek, PKK’ya—lider kadrosu hariç—bir af çıkarılabilineceğini söyledi. Daha da önemlisi, cinayete karışmamış kadroların siyasete atılmalarının, dağa çıkıp adam öldürmelerinden çok daha sağlıklı sonuç vereceğine dikkat çekti.

Bir politikacı, hele bir parti lideri için, bugünkü ortamda daha riskli bir söylemi benimsemiş görülüyor. Ağar, başının ağrımamasını istiyor olsaydı, diğer bütün partiler gibi, PKK’ya lanet yağdırır, DTP’yi yerden yere vururdu.

Bunu tercih etmedi. Eğer ilerde değişmezse, bu tutumuyla riskli ancak getirisi daha yüksek, farklı bir politik yaklaşım denemeye başlamış demektir.

Eğer Mehmet Ağar, geleneksel politikalarla ortaya çıksa, ne MHP ne CHP ne de AKP’den bir farkı olurdu. Söyleyecekleri de kamuoyunda ilgi uyandırmazdı. Ne MHP’den daha fazla vatansever olup, Bahçeli’nin oylarını kapabilir, ne AKP’nin önüne geçebilirdi.

Ancak, bugünkü tutumuyla birden bire ön plana çıkıverdi.

İlginçti.

Diğerlerinden farklı söylemiyle, dikkatleri çekti.

Mehmet Ağar akıllı bir taktik uyguluyor. Zira kimseler kalkıp onu PKK’ya karşı yumuşamakla suçlayamaz. Geçmişi, ona yeterince kredi veriyor. Kendini en sert PKK karşıtı gösterenlerden daha sarsılmaz bir imajı var.

İşte bu karneyle ortaya çıkıp “siyasetin önünü açalım” dediği zaman, kamuoyuna ilginç bir bakış açısı getiriyor. Herkesin, vuralım kıralım dediği bir sırada, farklı bir süreç öneriyor. Denenmesinde hiçbir zarar olmayan bir öneri getiriyor. “Acaba bu yol denense, silahlar gömülür mü? İnsanlarımızı ölümden kurtarabilir miyiz?” sorularının sorulmasına neden oluyor.

Mehmet Ağar, Sosyal Demokrat CHP’nin rolünü çalıyor. Ucuz politikayı değil, farklı ve yeni açılımları tercih ediyor.

Eğer bu şeklide devam ederse, DYP’yi seçimlerdeki oy dağılımını etkileyecek bir konuma getirebilir. Kişisel imajı ve DYP’nin geneldeki muhafazakar yaklaşımına rağmen, liberal oyların dahi cazibe merkezi olabilir. CHP’den boşalan yeri doldurabilir.

Mehmet Ağar bu yarışta birden bire finişe kalkan atlete benziyor. Nefesi yeterse, sandıktan daha büyüyerek çıkacaktır.

Posta, 11.10.2006

Mehmet Ali BİRAND

12.10.2006


 

Huzurlarınızda yeniden Vamık D. Volkan!

Şu günlerde 28 Şubat günlerini ve o günlerin aktörlerini hatırlamakta fayda var! 28 Şubat’ta askerlerden daha önemli aktörler vardı. Kimler? Orta sahada Vamık Volkan, Yıldırım Aktuna! Televizyonda Reha Muhtar- Ali Kırca.

Yazılı basında Güneri Civaoğlu. Reha, Kırca çok önemli değil de “Güneri Civaoğlu” kritik bir adam! Ve Vamık D. Volkan şu günlerde yeniden orta sahada... Kimdir bu şahıs: Amerika’da yaşayan bir profesör.

Başbakanlık Psikolojik Savaş Merkezi’nin kurucusu. Psikiyatri uzmanı. Kıbrıs kökenli... “Ölümsüz Atatürk” adlı bir kitabı Türkiye’de yayınlandı. CIA’ya dünya liderlerinin profillerini, psikanalitik tahlillerini hazırlar. “Ölümsüz Atatürk” kitabı da böyle bir eserdir. Lefkoşe’de doğmuş, Kıbrıs İslam Lisesi’ni bitirmiş, Ankara Üniversitesi’nde tıp okumuş. Psikanalizde dünya çapında dahidir. Bu konuda Amerika’nın en prestijli ödüllerinin sahibidir. 2005’te Nobel’e aday gösterilmiş.

Bill Clinton’un politik danışmanlığını da yaptı. Türkiye’de pek tanınmaz. Kendisinin en fazla hayranı olan kişi öğrencisi ve yine “politik psikoloji” uzmanı Prof. Dr. Abdülkadir Çevik’tir. Kendi dalında birçok eseri var, aynı zamanda birçok da roman yazmış. Güneri Civaoğlu Vamık Volkan’ın Atatürk ile ilgili yazdıkları ve söylediklerini sık sık sütununa taşımıştır. Anlaşılacağı üzere Vamık Volkan’ın temel çalışma alanı psikopolitik. Politikanın psikolojik boyutları... Politik tercihleri ve “algı”yı belirleyen-etkileyen psikolojik faktörlerin “yönetimi”. Volkan’ın Başbakan’ın eşi ile birlikte yaptığı son Amerika gezisi hakkında onun ne düşündüğünü yine Güneri Civaoğlu’ndan öğreniyoruz: “Julien Bryan isimli bir sanatçı, Atatürk ile manevi kızı küçük Ülkü’nün günlük yaşamı paylaştıkları, örneğin birlikte oynadıkları saatlerden görüntülerin filmlerini çekmişti. Bu filmler ABD’ye gönderildi.

Türkiye’ye gelecek Amerikan diplomatlarına ve eşlerine gösterildi. Onlara, “yeni Türklerin” Osmanlı kimliğinden nasıl farklı oldukları hakkında fikir vermek amaçlanmıştı. O filmler, dönemin ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt’e de gösterilmişti. Atatürk, pul koleksiyonu için Roosevelt’e Türk posta pulları gönderiyordu. Başkan Roosevelt, Atatürk’e yazdığı teşekkür mektubunda “Türkiye’nin Cumhurbaşkanı’nı Ülkü’yle oynarken gösteren filmleri seyretmekten hoşnutluk duyduğunu” da yazmıştı. Atatürk’ün yabancı liderlere “yeni Türk kimliğini göstermek” isteğini tarihten bu yapraklar yansıtıyor.

2006 sonbaharının “Türkiye zirvesi Beyaz Saray’da” görüntüleri medyada yayımlandı. Atatürk’ün 72 yıl önce tanıtmaya çalıştığı “yeni Türkler” imajıyla örtüşüyor muydu?” Vamık Volkan geçen hafta (5 Ekim) Ankara Üniversitesi’nde Atatürk’ün 125. doğum yıldönümü töreninde söylüyor bunları.

“Atatürk’ün yarattığı Türk kimliğinin yıpratılması beni çok üzüyor...” (7 Ekim, Milliyet, Civaoğlu) Aksiyon Dergisi’nin 582. sayısında (30 Ocak 2006) Faruk Mercan imzalı bir röportajda Yıldırım Aktuna 28 Şubat’taki rolünü anlatıyor. Bu röportaj okunduğunda 28 Şubat’ın en önemli aktörlerinden olan psikiyatrist Prof. Dr. Aktuna’nın bir zamanlar Başbakanlık Psikolojik Savaş Merkezi’nin başında bulunduğunu, bu birimin kurucusunun Prof. Dr. Vamık D. Volkan olduğunu, Aktuna’nın bu birimi daha sonra Org. Doğan Beyazıt döneminde Genelkurmay’a devrettiğini öğreniyoruz:

“-İş âleminde hükümetten ayrılık talepleri oluyor muydu?

-İş âleminden ziyade basından geliyordu, istifa edin, istifa edin...

-Arayıp mı söylüyorlardı?

-Arayıp da söyleyen vardı, gazetesinde köşesinde yazanlar da vardı.

-Karadayı Paşa ile daha sonra bu konuyu konuştunuz mu?

-Konuştum, hatta şöyle söyledim.

Dedim ki, valla bakın galiba bizi kandırdılar. Medya bizi zorluyordu koalisyonun bozulması için... Karadayı Paşa’ya dedim ki, sizi ve bizi acaba gaza mı getirdiler, kandırdılar mı?.. Orayı yıkmak için (Refahyol hükümetini) üzerine şeriat, irtica-mirtica deyip körükleyip yüklendiler. Müsait malzeme de vardı ellerinde.

Sincan’daki olaylar, Erbakan’ın başbakanlık konutu’na tarikat başkanlarını, cemaat liderlerini çağırdı. Onlar sarıklarla Çankaya’ya çıktılar... Eski konuşmaları alıyor getiriyor televizyondan veriyor. Bizim Reha Muhtar her gece bunlarla bombardıman ediyor. Bütün bunların sonunda ne bekliyorsun...

-Karadayı Paşa, ‘Galiba bizi kandırdılar’ dediğinizde ne cevap verdi?

-Hiç tepki vermedi.

-Başbakanlık Psikolojik Savaş Merkezi size mi bağlıydı?

-Evet devlet bakanı iken bana bağlıydı.

-Size bağlı olan tam olarak neydi?

-Daire değil, bir kuruluş diyelim. O kurul PKK olayları ile ilgilenirdi, her şeyle ilgilenirdi. Sonra baktım bu kuruluş benim başıma siyaset açısından bir problem olacak.

Bana bağlı olan bu kurulu Genelkurmay’a devrettim. Genelkurmay

2. Başkanı o zaman Doğan Bayazıt paşaydı. Doğan Bayazıt ile konuştum, onlara devrettim.

-Bu kurul neden icap etmiş? Siyasette psikolojinin önemi üzerine oluşturulmuş. Siyasetin her alanında psikoloji fevkalade önemlidir. Psikoloji ihmal edilmemelidir.

Politik Psikoloji mutlaka öğrenilmeli, bilinmelidir gibi düşüncelerle kurulmuş. Amerika’da da vardı galiba. Sanıyorum Vamık Bey oradan aldı ve Türkiye’ye adapte etti...”

Neler oluyor değil mi?

Bugün, 11.10.2006

Nuh GÖNÜLTAŞ

12.10.2006


 

İflas eden hesap

Dört yıl önce, AKP iktidara geçtiğinde, Ankara’da ülkenin karar mekanizmalarında etkili olabilecek yerlerde bulunan bir grup insan, gelişme karşısında tavırlarını saptamışlardı.

Bir kesim, ‘Bu iktidar çok zararlı olabilir. Onun için attıkları her hatalı adımda tepki gösterilmeli’ demiş, diğer kesim ise ‘Bu iktidar, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana Atatürk devrimlerini, anayasal rejimi özümsemeden sistem dışı kalan kitleyi kazanmamıza yardımcı olabilir’ görüşünü savunmuştu.

Neticede bu ikinci görüş kabul edildi. Aradan geçen sürede olup bitenlerle varılan nokta, Cumhurbaşkanı başta olmak üzere, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları’nın konuşmalarıyla belirlendi. Böylece, Atatürk devrimleri üzerine kurulmuş Cumhuriyet’i özümsemeyen kitleyi bu siyasi iktidarla kazanma hesabının iflas ettiği ortaya çıkmış oldu...

Radikal, 11.10.2006

Mehmet Ali KIŞLALI

12.10.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004