Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 08 Eylül 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

O Allah ki, sizi yeryüzünde halife kılıp bütün mahlûkatı üzerinde tasarruf hakkı verdi...

F

Fâtır Sûresi: 39

08.09.2006


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Kur'ân hakkında bilgisizce konuşan Cehennemdeki

yerine hazırlansın.

Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3713

08.09.2006


Kadınla gelen dehşetli darbe!

İkinci Nükte

Bu sene inzivâda iken ve hayât-ı içtimâiyeden çekildiğim halde, bazı Nurcu kardeşlerimin ve hemşîrelerimin hatırları için dünyaya baktım. Benimle görüşen ekserî dostlardan, kendi ailevî hayatlarından şekvâlar işittim. “Eyvah!” dedim. “İnsanın, hususan Müslümanın tahassungâhı ve bir nevî cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır. Bu da mı bozulmaya başlamış?” dedim. Sebebini aradım. Bildim ki, nasıl İslâmiyetin hayat-ı içtimâiyesine ve dolayısıyla din-i İslâma zarar vermek için, gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesâtıyla sefahete sevk etmek için bir iki komite çalışıyormuş. Aynen öyle de, bîçare nisâ taifesinin gafil kısmını dahi yanlış yollara sevk etmek için bir iki komitenin tesirli bir surette perde altında çalıştığını hissettim. Ve bildim ki, bu millet-i İslâma bir dehşetli darbe, o cihetten geliyor. Ben de siz hemşîrelerime ve gençleriniz olan mânevî evlâtlarıma katiyen beyan ediyorum ki:

Kadınların saadet-i uhreviyesi gibi saadet-i dünyeviyeleri de ve fıtratlarındaki ulvî seciyeleri de, bozulmaktan kurtulmanın çare-i yegânesi, daire-i İslâmiyedeki terbiye-i diniyeden başka yoktur. Rusya’da o biçare taifenin ne hale girdiğini işitiyorsunuz. Risâle-i Nur’un bir parçasında denilmiş ki:

Aklı başında olan bir adam, refîkasına muhabbetini ve sevgisini, beş on senelik fâni ve zâhirî hüsn-ü cemâline bina etmez. Belki, kadınların hüsn-ü cemâlinin en güzeli ve daimîsi, onun şefkatine ve kadınlığa mahsus hüsn-ü sîretine sevgisini bina etmeli. Tâ ki, o bîçare ihtiyarladıkça, kocasının muhabbeti ona devam etsin. Çünkü onun refîkası, yalnız dünya hayatındaki muvakkat bir yardımcı refîka değil, belki hayat-ı ebediyesinde ebedî ve sevimli bir refîka-i hayat olduğundan, ihtiyarlandıkça daha ziyade hürmet ve merhametle birbirine muhabbet etmek lâzım geliyor. Şimdiki terbiye-i medeniye perdesi altındaki hayvancasına muvakkat bir refâkatten sonra ebedî bir müfârakate mâruz kalan o aile hayatı, esasıyla bozuluyor.

Hem Risâle-i Nur’un bir cüz’ünde denilmiş ki:

“Bahtiyardır o adam ki, refîka-i ebediyesini kaybetmemek için sâliha zevcesini taklit eder, o da sâlih olur. Hem bahtiyardır o kadın ki, kocasını mütedeyyin görür, ebedî dostunu ve arkadaşını kaybetmemek için o da tam mütedeyyin olur, saadet-i dünyeviyesi içinde saadet-i uhreviyesini kazanır.

Bedbahttır o adam ki, sefahete girmiş zevcesine ittibâ eder, vazgeçirmeye çalışmaz, kendisi de iştirak eder. Bedbahttır o kadın ki, zevcinin fıskına bakar, onu başka bir surette taklit eder. Veyl o zevc ve zevceye ki, birbirini ateşe atmakta yardım eder. Yani, medeniyet fantaziyelerine birbirini teşvik eder.”

İşte, Risâle-i Nur’un bu mealdeki cümlelerinin mânâsı budur ki:

Bu zamanda aile hayatının ve dünyevî ve uhrevî saadetinin ve kadınlarda ulvî seciyelerin inkişafının sebebi, yalnız daire-i şeriattaki âdâb-ı İslâmiyetle olabilir.

Lem’alar, 24. Lem’a, s. 261

08.09.2006


Hz. Âdem’in Cennetten çıkartılışı rahmettir

-Dünden devam-

Akıl, ilim ve irade sahibi olan ve binlerce duygularla donatılan insanın Cehennemde sadece yanmak için bulunması hikmete ve akla uygun gelmiyor. Elbette o insan Cehennemde de bu duygularından faydalanacaktır. Nice harika zekâ ve akıl sahipleri (Edison, Einstein, Descartes) gibi dünyada keşif ve icat ile insanlığa faydalı şeyler yapanlar, yanlış inanç ve itikatları yüzünden Cehenneme gidiyorlar. Çünkü bunlar insanın gerçek yaratılış amacı olan iman ve ibadeti yapmayarak tâlî amaçlar peşinde koştukları için Cehennemi hak etmişlerdir. Tâlî amaçlar da onların hikmet-i İlâhî gereği dünyada yaşamalarına, insanlığa faydalı olmak ve ihtiyaçlarını karşılamak gibi amaçları gerçekleştirmelerine müsaade etmiştir. “Mü’minler için ahirete nispeten Cehennem hükmünde olan” bu dünyada medeniyetler kuran insan, Cehenneme sadece ateşte yanmak için gönderilmiş olamaz. Onun orada da birçok vazifesi olmalıdır. Bazı hapishanelerde devletin, mahkûmları çeşitli görevlerle üretime kattığı vakıadır. Cehennem de Allah’ın bir mülkü ve âlemidir ve yaratılışının pek çok amacı vardır. Sadece azap ve zindan olarak bakmamak gerekir. Bu vazifeler de Cennetin ebediyeti gibi ebedî olmayı iktiza eder. Tâ ki kâinattaki denge korunsun. Hem Allah’ın “Aziz, Cebbar, Kahhar, Mümit” gibi isimleri ebedî tecellî ister. Bu gibi esmânın azam derecede tecellî yeri Cehennemdir. Madem Esmâ-i İlâhî bâkîdirler, elbette tecelligâhın da bekaya mazhariyetini iktiza eder. Akıl, mantık ve hikmet-i İlâhî böyle iktiza eder.

Meseleye bu açıdan da bakmakta fayda vardır.

Allah’ın ilmi, iradesi ve

insanın ameli ile cehennemi

hak etmesinin hikmeti:

“Allah bizlerin bir kısmının Cehennemde yanacağını bildiği halde nasıl oluyor da bizi yaratıyor? Kötülüklerin içine dalabiliyoruz. Cezamızı çekeceğimizi bilsek de o bizim tevbe edip etmeyeceğimizi biliyor. Neden herhangi bir engel koymuyor?” gibi sorular ile de karşılaşıyoruz.

Allah Cehennemi yaratarak bir kısım insanların oraya girmesini murad etmiştir. Allah’ın iradesi haricinde hiçbir şey cereyan etmez, bir yaprak kıpırdamaz ve bir hareket olmaz. Kâinatta var olan her şey, iman-küfür, dalâlet-hidayet, hayır-şer Allah’ın dilemesi ve yaratması iledir. Kâinatta var olan kanunlar, tabiat kanunları Allah’ın iradesinin tecellîsi değil ise nedir? Yer niçin çeker? Su neden kaldırır? Ateş neden yakar? Rakamlar ve harfler nasıl iş görür ve neden bütün işler onlara bağlıdır? Sebeplerin icat noktasında hiçbir tesiri olmadığı halde yaratılışa neden âdî bir şart kılınmıştır? Bütün bunlar hep irade-i İlâhînin tecellîsi ve gereğidir. Allah öyle olmasını dilemiştir ve öyle olmuştur.

Hz. Âdem’i (as) yaratarak şeytanı onun ile imtihan etmiştir. Hz. Âdem’e (as) secde etmesini emrederek onu hür bırakmıştır. Böylece insanın yaratılış hikmeti gereği meydan-ı müsabaka ve imtihan açılmasını ve hür olarak yarattığı insanın cüz’î iradesi, ilmi ve kudreti ile şeytan ile mücadele ederek kabiliyetlerini geliştirip, binlerce amacı gerçekleştirecek şekilde eğitiminin önünü açmıştır. İnsanı Cennet gibi güzel ve mükemmel bir yerden dünya gibi Cennete nispeten Cehennem olan bir mekâna sebepsiz göndermek zulüm olacağından, rızası ile gelmesi için Cennette bir ağacın meyvesini yasaklamış ve şeytanın iğvası ile o ağaçtan yiyerek rızası ile dünyaya gelmesini murad etmiştir. Âdem’e (as) nübüvvet ve iman ile ibadet gibi bir görev vererek dünya zindanına gelmesini zahmetten rahmete çevirmiştir. Dünyadaki kazanımı ile Cennette kazanamayacağı mükemmel makam ve mertebelere çıkararak rahmetini tecellî ettirmiştir ve insana rahmetini göstermiştir. Böylece insanı meleklerden üstün hale getirerek, katında meleklerin gıpta edeceği makama yükseltmiştir. Dünyadaki meşakkatini böylece rahmete çevirmiştir.

“Günahından dolayı Cennete giren insana ne mutlu!” buyuran Peygamberimiz (asm) işte bu hususları kastetmiştir. Yaramazlık yaptığında babasının veya öğretmeninin attığı bir şefkat tokadı ile görünüşte çirkin görünen bir durumundan dolayı bir daha o davranışı yapmayarak nice yüksek makam ve mertebelere çıkanların “Ne iyi oldu da o tokadı yedim” dediği çok vakidir. Demek o tokat zulüm tokadı değil, bir şefkat tokadıdır. “Şefkat Tokatları Risâlesi”ni iyi okumak ve değerlendirmek lâzımdır. Yüce Allah’ın Âdem’i (as) Cennetten çıkarması zulüm değil, şefkat ve merhameti gereğidir. Allah “Adil”dir ve zulümden beridir. Şeytanı lânetlemesi ise yine zulüm değil adaleti gereğidir. Çünkü şeytana Allah’ın merhameti ile ettiği nimete ve meleklerden üstün bir makam vererek ettiği ihsan ve ikrama karşı şeytanın isyanı ve Âdeme düşmanlığı, haset ve fesadı, onun hakkında lâneti ve ebedî Cehennemi adalet yapmıştır. Günahı Hz. Âdem’i (as) peygamber mertebesine çıkarırken, ilmi ve ibadeti şeytanı Allah’a isyana sevk etmiştir. Bu ibret alınacak çok önemli bir husustur.

—Devam edecek—

M. Ali KAYA

08.09.2006


ESMA-İ HÜSNA

Nûr

Allah (c.c.) Nûr’dur, Münîr’dir, Münevvir’dir. Nûrlandıran, tenvîr eden, aydınlık veren Cenâb-ı Allah’tır (c.c.). Yeri göğü aydınlatan, kalplere îmân ve hidâyet nûru veren ve gönülleri tenvîr eden Cenâb-ı Haktır. Bütün kâinatın aydınlığı ve nûru doğrudan doğruya Cenâb-ı Allah’tandır. Allah’ın nûru her şeyi kuşatmış, karanlıkları aydınlıklara çevirmiştir.

Nûr ve Münîr isimleri ile bu isimlerin tef’îl babından ism-i fâili olan Münevvir ismi Peygamber Efendimiz (a.s.m.) tarafından bildirilmiştir. Bunlardan Nûr ismi Kur’ân’da da geçmektedir.

İlgili âyetlerden bir kaçını hatırlayalım:

“Allah göklerin ve yerin nûrudur.” (Nûr Sûresi: 35)

“Arz Allah’ın nûruyla aydınlanır, kitap açılır, peygamberler ve şâhitler getirilir ve onlara haksızlık yapılmadan aralarında adâletle hüküm verilir.” (Zümer Sûresi: 69)

“Gökleri ve yeri yaratan, zulümâtı ve nûru var eden Allah’a hamd olsun” (En’am Sûresi: 1)

“Allah îmân edenlerin dostu ve yardımcısıdır; onları inkâr karanlıklarından kurtarıp, hidâyet nûruna kavuşturur. İnkâr edenlerin dostu ise tâğutlardır; onları îmân nûrundan mahrum bırakıp, inkâr karanlıklarına sürükler.” (Bakara Sûresi: 257)

Güneşin, ulviyetiyle beraber bütün şeffâf ve parlak şeylere nihâyet derece yakın olduğu ve ışığı nereye gitmiş ise orada hâzır ve nâzır bulunduğu mîsalinden hareket eden Bediüzzaman Saîd Nursî, “Nûru’n-Nûr, Münevvirü’n-Nûr ve Mukaddirü’n-Nûr” olan Cenâb-ı Hakkın her şeye ilim ve kudretiyle nihâyetsiz yakın, hâzır ve nâzır bulunduğunu, her şeyin ise Ondan sonsuz derecede uzak olduğunu; Allah’ın işleri külfetsiz, zamansız, kolaylıkla ve yalnız tek bir emirle yaptığını; hiçbir şey, cüz’î-küllî, küçük-büyük kudret dâiresinden hârice çıkmadığını ve kibriyâsının her şeyi kuşattığını kaydeder.

Risâle-i Nûr’un bir çok müşkül meselelerin hallinde Nûr ismine mazhar olduğunu beyan eden Bedîüzzaman, böylece îmân hakikatlerinin aklî deliller ve nûrânî temsiller ile îzah edilerek, akılda ve kalpte îmânın inkişaf ettirildiğini kaydeder.

Bedîüzzaman’a göre, bir çiçek nasıl güneşin küçücük bir aynası ise, şu koca güneş dahî gök denizinde Şems-i Ezelînin “Nûr” isminden tecellî eden ışığının, yağmur tanesi gibi, bir aynasıdır. İşte, insan kalbinin nasıl bir Nûrun âyinesi olduğu bundan anlaşılmalıdır. Kemâl, ancak insanın muhabbetini kendi nefsinden çekip alarak ezelî Nûr’a yöneltmesiyle elde edilir. Her bir İlâhî ismin cilvesi sonsuz bir nûr gibidir ki, insan hayatından bütün âlemleri ve bütün karanlıkları ışıklandırır.

Güneşin, Allah’ın isimlerinden Nur isminin bir kesif âyinesi olduğunu beyan eden Bediüzzaman, varlıklar üzerinde herkesçe görülen lütuf ve kerem izlerinin, tezyin ve tenvîr fiillerini tahrik ettiğini, bu fiillerin de Müzeyyin ve Münevvir isimlerini varlıkların güzel ve nûrlu yapılarıyla okuttuklarını kaydeder. Bedîüzzaman’a göre, îmân, insanı âlây-ı illiyyîne çıkaran bir nûrdur. Îman nûruyla insan, sırf aydınlık ve nûr olan Cennete lâyık bir kıymet alır. Îmân insanın iç dünyasını aydınlattığı gibi, kâinatı da aydınlatmakta ve ışıklandırmaktadır. Îmân maziyi karanlıklardan, geleceği de zulümâttan kurtarmaktadır.

Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, sekiz ism-i azamın nûrânî bir sayfasından ibâret olan güneş, bu vasfıyla nûrânî bir ağaç hüviyetindedir. Gezegenler, güneşin hareketli meyveleridirler. Güneş ağaçların aksine olarak meyvelerini düşürmemek için silkinmekte, yani hareket etmektedir. Güneş hareket etmediği gün, meyvelerini de dağıtacaktır.

Bedîüzzaman’ın bir duâsı şöyledir: “Kalbimi ve kabrimi îmân ve Kur’ân nûruyla canlandır Yâ Nûr! Yâ Hak! Ya Hayy! Yâ Kayyûm!”1

(Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsna)

Dipnotlar:

1- Mesnevî-i Nuriye, s. 113

08.09.2006


Münâcâtü'l-Kur'ân

HÛD:

1. Ey onların gizlediklerini de, açığa çıkardıklarını da bilen! “O, kalblerde gizleneni en iyi bilendir!” (5)

2. Ey arşı su üzerindeyken, gökleri ve yeri altı günde yaratan! (7)

3. Ey her şeyi koruyan ve gözeten! (57)

4. Ey her şeye her şeyden yakın olan ve duâlara cevap veren! (61)

5. Ey zâlim olan memleketleri yakalayan! Yakalayışı çok acıklı ve şiddetli olan.(102)

6. Ey göklerin ve yerin sırrı yalnız kendisine âit olan ve bütün işler Ona döndürülen.(123)

08.09.2006


Zübeyir Gündüzalp'in Kaleminden

Bediüzzaman’ın muvaffakiyeti emsâlsiz

Kıymetli kardeşlerim,

İslâm tarihinde, altın sayfalarda mevkîleri bulunan büyük ve nazîrsiz zâtlar meydana gelmiştir. O misilsiz zâtların tefsirleri ve eserleri, hiçbir Avrupalı feylesofun eseriyle kàbil-i kıyas olmayacak derecede emsâlsizdir. O büyük İslâm müellifleri ve İslâm dâhîleri, herhangi bir hükümetin, senelerce ağır bir esâret ve koyu bir istibdâdı tahtında olmaksızın Kur’ân ve İslâmiyete hakkıyla ve hâlis bir sûrette hizmet etmişlerdi. Tarihte eşine rastlanmayan bir istibdâd-ı mutlak ve eşedd-i zulüm altında ve dehşetli bir esâret içinde bırakılan ve kendini ve eserlerini imhâ etmeye çalışan din düşmanlarına mukàbil, bir şahs-ı mânevî olan Bediüzzaman Said Nursî, Resûl-i Ekrem (a.s.m.) Efendimizin sünnetine tam ittibâ ederek, yaptığı dinî cihâd-ı ekberinde, beşer tarihinde misli görülmemiş bir tarzda muvaffak ve muzaffer olmuştur.

08.09.2006


Mu'cizât-ı Ahmediye'den (asm.)

Ağaç ona (a.s.m.) şahit oldu

Bir seferde Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanına bir bedevî geldi. Ferman etti: “Nereye gidiyorsun?” Bedevî dedi: “Ehlime.” Ferman etti: “Ondan daha iyi bir hayır istemiyor musun?” Bedevî dedi: “Nedir?” Ferman etti: “Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Onun bir olduğuna, hiçbir şeriki bulunmadığına ve Muhammed’in, Onun kulu ve resulü olduğuna şehadet etmendir.” Bedevî dedi: “Bu şehadete şahit nedir?” Ferman etti: “Vadi kenarındaki ağaç şahit olacak.” İbni Ömer der ki: O ağaç yerinden sallanarak çıktı, yeri şak etti, geldi, tâ Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanına. Üç defa Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm o ağacı istişhad etti, ağaç da sıdkına şehadet etti. Emretti, yine yerine gidip yerleşti. Mektubat, s. 126

08.09.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004