Dünyanın maddî ve manevî buhranlar, krizler geçirdiği bir devirde “İttihad-ı İslâm/İslâm birliği”nden bahsetmek bazıları için “zamansız” gibi görünse de, bu hedefin gerçekleşeceğine olan inancımız tamdır.
Çünkü biz, “İslâm parça parça olmuş” diyen bir itiraz sesine, “Tahsile gitmişler...” cevabı veren bir âlimin eserlerinden istifade etmeye çalışıyoruz. Dolayısıyla ‘kış şartları’ hüküm sürüyor görünse de, baharın kapıda olduğuna inanıyoruz.
Bilindiği üzere Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, bu meseleye çok önem vermiş ve her fırsatta ittihaddan, ittifaktan ve ihtilâfları sona erdirmekten bahsetmiştir. Bu noktada atılan adımları da tebrik ve teşvik etmiş. Meselâ, başlangıçta Türkiye ve Pakistan arasında kurulan ve sonradan başka ülkelerin de katıldığı “Bağdat Paktı (1955-1959)”nı bu sebeple alkışlamıştır.
Bediüzzaman’ın ısrarla takip ettiği bu hedef, gerçekleşmesi gereken bir hedef olarak önümüzde duruyor. Pakistan Cumhurbaşkanı Memnun Hüseyin de, İslâm ülkelerini her türlü problemini çözebilmek için ‘birlik’ olmaya çağırmış.
Elbette bu çağrı başka idareciler tarafından da yapılmıştır ve muhtemelen çağrılar devam edecektir. Çünkü, milyarı aşan nüfusu ve diğer imkânlarıyla İslâm ülkeleri huzura erebilmiş değil. Bu birliğin temin edilmesine mani olan pek çok sebep varsa da, bu engellerin aşılması gerektiği de tartışmasızdır.
Pakistan Cumhurbaşkanı Memnun Hüseyin’in dikkat çektiği başka hususlar da var. Hüseyin, İslamabad’da düzenlenen “6’ncı İslâm Ülkeleri Düşünce Kuruluşları Forumu’’nda yaptığı konuşmada bu maksat için ortaya konulacak çabaların sadece ulusların kendi refahı, kendi gelişmişliği için değil ‘Ümmet’ bilinci çerçevesi altında yapılması gerektiğine işaret etmiş.
Pakistan Cumhurbaşkanı Memnun Hüseyin, şunları da söylemiş: “Bugün İslâm dünyası aşırıcılık, mezhepçilik, siber terör gibi tehlikeler ile karşı karşıyadır. Bu sorunlar sadece yaşandığı bölgeleri değil tüm İslâm dünyasını etkileme kapasitesine sahiptir. Nefret ve şiddet yöntemlerinin İslami düşünceyi kirletmesine izin vermemeliyiz. Buradan tüm İslâm ülkelerine seslenmek isterim ki içimizdeki çok yönlü güvenlik sorunlarını ancak birlik olarak çözebiliriz. Müslüman coğrafyasındaki kaynakları daha verimli ve adaletli kullanmak için de aramızdaki diyaloğu arttırmalıyız. Her birimizin jeopolitik önemi, her birimizin kaynakları ve gelişmişliği hepimiz için olmalıdır.” (AA, 8 Mart 2015)
“Nefret ve şiddet yöntemlerinin İslâmî düşünceyi kirletmesine izin vermemeliyiz” tesbiti ile “Müslüman coğrafyasındaki kaynakları daha verimli ve adaletli kullanmak” gerektiği yönündeki teklif de dikkat çekici. Ayrıca, “Her birimizin jeopolitik önemi, her birimizin kaynakları ve gelişmişliği hepimiz için olmalıdır” beyanı da göz ardı edilemez. Neticede söz konusu olan İslâm ve İslâm ülkeleri ise, “Ben zenginim, başka İslâm ülkeleri ölürse ölsün” denilemez. Çünkü tenkitler, eleştirilen o ülkeye değil; bir bütün olarak “İslâm dünyasına” yönelmiş durumda.
Bazı İslâm ülkelerinin zengin olması, bazılarının fakirlikle hatırlanması “İslâm kardeşliği”ne uygun olur mu? El birliği ve iş birliği ile aradaki uçurum ortadan kaldırılmalıdır. Bunun yolu da ihtilafları bir yana bırakıp, ittifak imkânlarını aramaktan geçer.
Temennimiz ve duâmız, bu isabetli çağrıların artması ve “İttihad-ı İslâm”ın tecelli etmesidir.