Bediüzzaman Said Nursî, insan fıtratını da dikkate alarak getirdiği izahlarla, aile hayatının gerçek mutluluğunun (hem dünyada, hem de âhirette) ancak İman ve İslâm hakikatleri dairesinde mümkün olabileceğini söylüyor.
Bediüzzaman Said Nursi:
Aklı başında olan bir adam, refîkasına [eşine] muhabbetini ve sevgisini, beş on senelik fâni ve zâhirî hüsn-ü cemâline bina etmez. Belki, kadınların hüsn-ü cemâlinin en güzeli ve daimîsi, onun şefkatine ve kadınlığa mahsus hüsn-ü sîretine sevgisini bina etmeli. Tâ ki, o bîçare ihtiyarladıkça, kocasının muhabbeti ona devam etsin. Çünkü onun refîkası, yalnız dünya hayatındaki muvakkat bir yardımcı refîka değil, belki hayat-ı ebediyesinde ebedî ve sevimli bir refîka-i hayat olduğundan, ihtiyarlandıkça daha ziyade hürmet ve merhametle birbirine muhabbet etmek lâzım geliyor. Şimdiki terbiye-i medeniye perdesi altındaki hayvancasına muvakkat bir refâkatten sonra ebedî bir müfârakate mâruz kalan o aile hayatı, esasıyla bozuluyor.
Hem Risâle-i Nur'un bir cüz'ünde denilmiş ki:
"Bahtiyardır o adam ki, refîka-i ebedîyesini kaybetmemek için sâliha zevcesini taklit eder, o da sâlih olur.
Hem bahtiyardır o kadın ki, kocasını mütedeyyin görür, ebedî dostunu ve arkadaşını kaybetmemek için o da tam mütedeyyin olur, saadet-i dünyevîyesi içinde saadet-i uhrevîyesini kazanır.
Bedbahttır o adam ki, sefahete girmiş zevcesine ittibâ eder, vazgeçirmeye çalışmaz, kendisi de iştirak eder.
Bedbahttır o kadın ki, zevcinin fıskına bakar, onu başka bir surette taklit eder.
Veyl o zevc ve zevceye ki, birbirini ateşe atmakta yardım eder. Yani, medeniyet fantaziyelerine birbirini teşvik eder."
İşte, Risâle-i Nur'un bu meâldeki cümlelerinin mânâsı budur ki:
Bu zamanda aile hayatının ve dünyevî ve uhrevî saadetinin ve kadınlarda ulvî seciyelerin inkişafının sebebi, yalnız daire-i şeriattaki âdâb-ı İslâmiyetle olabilir.
Lem'alar, s. 464
***
Konuyla alakalı olarak yazarımız Zeynep Çakır'ın Eğlencelik çerez değerinde olmasın evlilikler! başlıklı yazısını okuyabilirsiniz.
***
Hem, refîka-i hayatını, rahmet-i İlâhiyenin mûnis, latîf bir hediyesi olduğu cihetiyle sev ve muhabbet et. Fakat çabuk bozulan hüsn-ü sûretine muhabbetini bağlama. Belki kadının en câzibedar, en tatlı güzelliği, kadınlığa mahsus bir letâfet ve nezâket içindeki hüsn-ü sîretidir. Ve en kıymettar ve en şirin cemâli ise, ulvî, ciddi, samimi, nurânî şefkatidir. Şu cemâl-i şefkat ve hüsn-ü sîret, âhir hayata kadar devam eder, ziyâdeleşir. Ve o zaife, latîfe mahlûkun hukuk-u hürmeti o muhabbetle muhâfaza edilir. Yoksa, hüsn-ü sûretin zevâliyle, en muhtaç olduğu bir zamanda, bîçare, hakkını kaybeder.
Sözler, s. 583