Boğaziçili akademisyenler, “Mücadelemiz yalnızca Boğaziçi Üniversitesi için değil, tüm üniversiteler için” diyor.
AKP’de uzun yıllar görev alan ve akademik çalışmalarında intihal yaptığı ortaya çıkan Melih Bulu’nun Türkiye’nin en prestijli eğitim kurumlarından biri olan Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanmasının üstünden iki hafta geçti. Gazete Duvar bugünlere nasıl gelindiğini, atamanın altında neler yattığını, kampüste neler yaşandığını ve bundan sonraki süreçten neler beklediklerini Boğaziçili akademisyenlerle konuştu.
OHAL uygulamalarını hatırlatıyor
Üniversiteleri tektipleştirme çabasının kökenlerinin 12 Eylül rejimine dayandığına dikkat çeken Doç. Dr. Zeynep Gambetti, “Boğaziçi’ne aniden rektör atanmasının OHAL uygulamalarını anımsattığı söylenebilir. 2016 sürecinde binlerce insanı işten atan KHK’lar da Cuma geceleri çıkarılırdı. Sanırım bu dönemde maksat infiali önlemekti. Ancak iktidar aynı fiilî durumu, üstelik OHAL bitmişken, Türkiye’nin en saygın üniversitelerinden birine rektör atamak için kullandığında ister istemez maksadının ne olduğu konusunda birçok soru işareti uyandırdı. Üniversitenin hiçbir bileşenine danışmadan, bu pozisyon için YÖK’e başvurmuş olan dokuz kişinin adını dahi açıklamadan, kapalı kapılar ardında verilen bu kararın infial yaratacağı hesaplanmış belli ki. İddia edildiği gibi üniversiteye fayda getireceği söylenen bir atama olsaydı, çok daha şeffaf bir süreç işlerdi” dedi.
Diğerleri için de ilham kaynağı olacak
“Melih Bulu’nun partili bir rektör olması, doktora tezi ve yayınlarında intihal şüphesi bulunması, kamuda kadrosunun olmaması hakkında çok yazıldı” diyen Gambetti, “Tüm bunlar son derece sorunlu. Liyakat konusu keza. Üniversiteye öğretim üyesi olarak alınacağı kuşkulu olan bir akademisyenin tepeden inme rektör olarak atanmasının meşrû bir gerekçesi olamaz. Ancak Boğaziçi’ndeki akademisyen ve öğrencilerin en temel itirazı, üniversite yönetiminin, dekanlarının, hocalarının veya diğer bileşenlerin hiçbir belirleyici rol oynamadığı bir atamanın yapılmış olmasıdır (…) Her şeye rağmen öğrencilerin, öğretim üyelerinin, sendikalı personelin ve mezunların tek ses olarak “Kabul etmiyoruz, vazgeçmiyoruz” diye irade beyan etmiş olmasını hem Boğaziçi açısından, hem de Türkiye açısından son derece önemli buluyorum. Bu süreç Boğaziçi’nin lehine sonuçlanırsa, diğer üniversiteler için de büyük bir ilham kaynağı olacaktır” şeklinde konuştu.
Beynelmilel bir dayanışmayı gerektirir
Gazete Duvar’ın haberine göre, Doç. Dr. Bülent Küçük kurum dışından yapılan bu atamada belirgin olan en önemli özelliğin atanan kişinin gücünü ve meşrûiyetini bilimsel-akademik ehliyetten ve itibardan almaktan ziyade, bu gücü iktidar ile kurduğu yakın ahbaplıktan alması olduğunu söyleyerek, “Bu bakımından da bu atama özü itibariyle politik bir atamadır diyebiliriz. Siyasî irade, akademik alanı hem politikleştirmek hem de ticarileştirmek istediği için diğer üniversitelerin eğitim kalitesini ve itibarını çeşitli yollarla arttırarak Boğaziçi gibi kurumların seviyesine getirmek yerine, Boğaziçi’nin simgesel ve kültürel sermayesini aşağıya çekmeyi yeğliyor. Dolayısıyla, Boğaziçi’nin karşı karşıya kaldığı kurumsal bozulma riski Türkiye’de genel bir kurumsal çöküşün devamı ise ve bu kurumun akademik kültürüne içkin olan evrensel değerlerin yitimi yalnızca Boğaziçili nüfusun bir kaybı olmayacaksa, bu kurumun muhafazası da daha beynelmilel bir dayanışmayı gerektirir” ifadelerini kullandı.