Büyük İslam Alimi Bediüzzaman Said Nursi ve yine Bediüzzaman'ın tarifiyle 'Veli Padişah' olan Abdülhamid Han arasındaki dialog ve karşılıklı bakış açıları doğru bir yaklaşımla ele alınmalıdır, doğru ve hakperest bir şekilde değerlendirilmelidir.
Yeni Asya Yazarı Orhan Dindar'ın konuyla ilgili olarak kaleme aldığı kapsamlı yazı dizisi bu doğrultuda çok önemlidir;
Bediüzzaman Said Nursi ve Abdülhamid Hanı doru bir şekilde değerlendirmenize yardımcı olacak yazı dizisini istifadenize sunuyoruz;
“Pişmanlık” iddiaları delilsiz, zayıf ve mücerret'' ve “Ben maaş dilencisi değilim…” başlıklı makalelerle başlayan yazı dizisi, ''Bediüzzaman’ın eleştirisini sathi değerlendirdi'', ''Sultan’ın hukukunun muhafazası için mi yapıyorlar?'', ''Abdülhamid’in istibdadı meşrûlaştırılmaya çalışıldı'' başlıklı makalelerle sona erdirilmiştir.
Yazı dizisi kapsamındaki 45 makalede tartışmalara konu edilen önemli mesele güzel bir şekilde izah edilmektedir. Her makalenin sonunda istediğiniz yazıya ulaşabilirsiniz;
Makalelerden bazılarını okumak için tıklayınız;
http://www.yeniasya.com.tr/orhan-dindar/pismanlik-iddialari-delilsiz-zayif-ve-mucerret_339493
http://www.yeniasya.com.tr/orhan-dindar/ben-maas-dilencisi-degilim_339629
http://www.yeniasya.com.tr/orhan-dindar/bediuzzaman-in-elestirisini-sathi-degerlendirdi_347728
http://Abdülhamid’in istibdadı meşrûlaştırılmaya çalışıldı
http://www.yeniasya.com.tr/orhan-dindar/sultan-in-hukukunun-muhafazasi-icin-mi-yapiyorlar_347884
Bediüzzaman’ın Volkan’dan Abdülhamid’e hitabı
Makalede, Padişaha bundan sonrası için, maddî ve manevî bütün iktidarını, milletin asıl derdi olan akıl ve kalb hastalığının tedavisine sarfetmesi tavsiye edilmektedir.
Sultan Abdülhamid’in bir de dâimi misafirleri vardır. Bunlar; memleketin muhtelif kıt’alarından dâvet edilmiş “Kürt rüesâsı, Arap ulemâsı” gibi insanlardır. Bunların bir kısmı misafirhâne-i hümâyun denilen dairede otururlar, yemekleri saray mutfağından gider, Hazine-i Hassa’dan kendilerine maaş verilir, çocukları mekteplerde ücretsiz olarak tahsil ettirilir.
Bunların daha itibarlı olanlarına hususî konaklar tahsis edilmektedir. Bu şekilde o misafirlerin bulundukları bölge ahalisinin muhabbetlerinin kazanılması ve bilhassa harici mihraklarca ifsad edilmelerine mâni olunması hedeflenmiştir.
Bediüzzaman Meşrûtiyetin îlânından sonra Volkan Gazetesinde neşrettiği bir makâlesinde Sultan Abdülhamid’e şöyle hitâb eder:
“İstibdad kâlb-i memâlik olan İstanbul’da kan bırakmadığından, hüsn-i niyeti gösterir bir şefkatle meşrûtiyeti kansız kabul ettiğin gibi, menfur olmuş Yıldız’ı mahbub-i kulûb etmek için, eski zebâniler yerine melâike-i rahmet gibi muhakkikîn-i ulemâyı doldurmak ve Yıldız’ı dârülfünun gibi etmek ve ulûm-i İslâmiyeyi ihya etmek ve Meşihat-ı İslâmiyeyi ve hilâfeti mevki-i hakikîsine is’ad etmek ve milletin kalb hastalığı olan zaaf-ı diyanet ve baş hastalığı olan cehâleti servet ve iktidarınla tedavi etmekle Yıldız’ı süreyya kadar âlâ et; tâ Hânedân-ı Osmanî ol burc-i hilâfette pertevnisar-ı adalet olabilsin. Hem de, havâic-i zaruriyeye iktisat et; tâ alışılmış olan israfata iktidarı olmayan bîçare millet de iktida etsin.”15
Bu ifâdelerde aslında, üzerinde en fazla münâkaşa yapılmış ve her biri müstakil birer çalışma konusu olan bazı temel konular sıralanmıştır. Biz sadece yazımızla alâkaları nisbetinde ve özet olarak temas etmeye çalışacağız.
İstibdadın memleketin kalbi olan İstanbul’da kan bırakmadığı tesbitiyle, bilhassa devletin idare merkezinde makûl ve meşrû bir tarzda da olsa muhâlefet etme imkânı kalmadığı ifâde edilmektedir.
Memleket ve devlet hakkında herhangi bir fikir ve teklif sahibi olan insanlar, ya iltifat ve hediyelerle savuşturularak susturulmakta, ya muzır addedilerek uzak diyarlara nefyedilmekte ya da kendileri yurt dışına çıkarak oradan muhâlefet etme mecburiyetinde bırakılmaktadırlar.
Hükûmet de tamamen devre dışı bırakıldığı için, Padişah’ın etrafında hakikatleri seslendirecek ve kendisiyle hakkıyla istişare ve istifâde edilecek kimsenin kalmamış olduğu değerlendirilmektedir. Ancak ifâdeye dikkat edilirse, bu menfi tablonun fâili olarak yine bir şahıs değil sistem yâni istibdad gösterilmektedir.
Sultan Abdülhamid’in, “Meşrûtiyeti kansız kabul etmesi” ve “Şefkati” ayrıca ele alınacaktır.
Makâlede, Yıldız’ın menfur bir hâle düştüğü tesbiti yapılmaktadır. Ancak, bu menfi hâlden çıkarılarak tekrar efkârı ammenin kâlbinde sevgili olacak bir makama kavuşabilmesinin yollarına da işaret edilmektedir.
Bediüzzaman’a göre, Yıldız’ın tekrar “Mahbub-u kulûb” olabilmesinin yolu, siyâsi hâkimiyetin bir merkezi olarak değil, bir ilim ve irfan yuvası şeklini almasıyla mümkün olacaktır. Zira artık “Meşrûtiyette hâkimiyet millettedir ve efkâr-ı ammenin misal-i mücessemi olan mebûsân hâkimdir.”16
Bunun için de, Yıldız’daki istibdad devri kadrolarından bazı “Müdâhin memur ve mantıksız zabitler ”17 in tahkik ehli ulemâ ile tebdili cihetine gidilmesi tavsiye edilmiştir. (Bu hususun günümüzde de çokça tartışılan sıcak bir gündem maddesi olması sebebiyle ayrıca dikkate alınarak tahlil edilmesi önemlidir.)
Padişaha bundan sonrası için, maddî ve manevî bütün iktidarını, milletin asıl derdi olan akıl ve kalb hastalığının tedavisine sarfetmesi tavsiye edilmektedir. Zaten Bediüzzaman’ın İstanbul’a gelmesinin ana sebebi de budur.
Şark vilâyetlerindeki vahşet ve tedenninin temel sebebi olarak gördüğü cehâlet, zaruret ve ihtilâfın izâle edilmesiyle ilgili fikirlerini ve münhasıran bu maksadla hazırladığı “Medresetü’z-Zehrâ” teklifini Padişaha arz etmek üzere mâbeyne mürâcaat etmiştir. Sultan da aslında bu ihtiyacın farkındadır.
Bilhassa İslâm birliği siyasetini tesis etmek için eğitimde ıslâhatı zarurî gördüğünden bu maksatla bir irade çıkartarak Şeyhülislâm başkanlığında komisyonlar görevlendirmişti. Bir türlü tam olarak neticelendirme imkânı bulamadığı bir arayış içerisindedir. Yâni aslında, Hükümdar ve Bediüzzaman maksadda müttefiktirler, lâkin arzu edilen mülâkat maalesef temin edilememiştir.
Dipnotlar:
15- Makalât; 63.
16- Münâzarât; 225.
17- Münâzarât; 226.
Bediüzzaman, Abdulhamid Han, Meşrutiyet ve Mutlakiyet
Haber Merkezi