DANİMARKA'nın başkenti Kopenhag'da geçtiğimiz hafta kundaklanan İslam İnanç Toplumu binası çevresinde barış zinciri oluşturuldu.
Binlerce kişi el vererek sadece bina çevresinde değil arka sokakları da içine alan yaklaşık 1,5 km'lik insan zinciri oluşturdular. Bu kişiler arasında Müslümanlar ve Yahudiler; Danimarkalılar ve Türkler dahil bir çok farklı din ve milletten insan vardı.
İslam İnanç Toplumu üyeleri binaya 'İslam İnanç Toplumu, sevgi ve çiçekleri hak ediyor, Başka insanların inanç ve kültürlerine karşı nefret ve olaylara karşı mesafeli olunması gerekir İyi bir toplum için sevgi, saygı ve barış tohumları saçın, Kopenhag çok çeşitlilik için yazılı pankartlar astılar.
İslam İnanç Toplumu Sözcüsü İmran Shah, yaptığı açıklamada Çok güzel bir şey. İslam İnanç Toplumu'na destek olunduğuna şüphe yok. Böyle olması gerekir. Bugün mutluluk günü. Bu kadar insanı birada görmek duygulandırıcı. Gençlerimize eğitimlerine devam etmeleri ve oldukları gibi yaşamaları tavsiyesinde bulunuyorum derken, Yahudi Toplumu Lideri Dan Rosenberg Asmussen Bizim sempatimizi göstermek için buradayım. Kundaklama olayının verdiği endişeyi anlıyorum. Başkalarının da gelişi ve burada oluşu birbirimize sahip çıkmamız gerektiğini gösteriyor. 5 ay önce bize yönelik gerçekleşen saldırıdan sonra Sinagog çevresinde de benzeri zincir oluşturulmuştu bugün Yahudiler olarak biz de aynı desteği veriyoruz dedi.
Shene adındaki Danimarkalı Burada bir hafta önce çok kötü bir olay yaşandı. Bu tür saldırılardan korkmadığımızı ve desteğimizi göstermek için buradayım. Tabi ki böyle şeyler olmasa daha iyi ama burada tüm Dünyaya bizim böyle birbirimize destek olduğumuzu göstermek istiyoruz dedi.
Yaklaşık 1,5 saat süren gösteri sırasında, burkalı, Müslüman, Hıristiyan, Yahudi ayrım yapmadan herkes el ele vererek, saldırılar nereden gelirse gelsin inanç, milliyet, kültür nedeniyle yapılan saldırılara karşı mesafeli olunması konusunda fikir birliğinde olduklarını ifade ettiler.
İslam İnanç Toplumu üyeleri, katılımcılara soğuk su, tatlı, çikolata ve şekerler dağıttılar. İslam İnanç Toplumu sözcüsü İmran Shah, insan zincirini bir baştan diğer başa dolaşarak katılımcılara tek tek teşekkür etti.
Binanın penceresine yanıcı madde atarak kundaklayan 34 yaşındaki saldırgan olaydan kısa bir süre sonra yakalanmış, çıkarıldığı nöbetçi mahkemece gözaltı süresi 4 hafta uzatılırken, psikolojik rahatsızlığı nedeniyle ceza maddesinin 181'inci maddesi uyarınca tedavi altına alınmıştı.
Bediüzzaman’ın Avrupa’yı Avrupa’ya Şikâyeti
Avrupa insanının çok kere şahit olunan bu örnek davranışları, Bediüzzaman'ın 'Avrupa ikidir' tespitiyle yaptığı mükemmel izahatların ne derece doğru olduğunu bir kez daha göstermektedir.
Konuyla ilgili olarak Yeni Asya yazarı İlahiyatçı Süleyman Kösmene'nin “Mektubat isimli eserde geöen 729’da geçen ‘yirmi hükümet’ nedir? Avrupa Birliği ülkeleri olabilir mi?” sorusuna verdiği cevapla ilgili olarak kaleme aldığı kısa ve öz makalesini istifadenize sunuyoruz;
“Mektubat 729’da geçen ‘yirmi hükümet’ nedir? Avrupa Birliği ülkeleri olabilir mi?”
AVRUPA İKİDİR
Bediüzzaman Hazretleri Avrupa’ya tek pencereden bakmıyor. İki pencereden bakıyor ve Avrupa’yı ikiye ayırıyor:
1- İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyizle hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi san’atları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takip eden Avrupa.
2- Felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiatını mehâsin zannederek beşeri sefahate ve dalâlete sevk eden bozulmuş ikinci Avrupa.1
Avrupa’ya bu iki pencereden bakmazsak Avrupa’yı okuyamayız. İki Avrupa’dan birincisi hak, hukuk, hürriyet ve adalet esaslarıyla kurulan Avrupa Birliği’nin mimarı. İkincisi zulmetin, sefahetin, dalâletin, entrikaların, İslâm âlemi aleyhinde dönen dolapların teşvikçisi veya mimarı. Birinci Avrupa hayrı, vicdanı ve Hazret-i İsa’nın din-i hakikisini temsil ediyor. İkinci Avrupa şerri, nefs-i emareyi, şeytaneti ve deccalı temsil ediyor.
BEDİÜZZAMAN AVRUPA’YI AVRUPA İLE VURUYOR
Mektubat’ta Es’ile-i Sitte’ye, Bediüzzaman, İkinci Avrupa’ya hesap sorarak başlıyor. Yahut, İkinci Avrupa’nın insafsız zalimlerinin yüzüne tükürerek başlıyor. Önce, bu vicdansız gaddarları bize musallat eden Avrupa’nın insaniyetperver maskesi altında vahşi reislerine ve insafsız zalimlerine vuruyor. Ardından Avrupa’nın sahip çıktığı değerlerden olan hürriyet-i vicdan düsturuna uymayan bu İkinci Avrupa’yı ve İkinci Avrupa’nın yolunda giden bizim ülkemizin zalim gaddarlarını Birinci Avrupa’ya şikayet ediyor.
Çünkü Birinci Avrupa hürriyet-i vicdan, hukuk, adalet gibi önemli sosyal değerleri İsevilik din-i hakikisinin feyziyle kabulde samimi ve ciddidir.
İkinci Avrupa ise medeniyet, insaniyet-perverlik ve yukarıdaki medeniyet değerlerinde samimiyetsizdir.
ŞİKÂYET KONUSU NEDİR?
Ülkemizde ezanı aslî metinleriyle okumak yasaklanmıştır. Ehl-i imana olan bu dinsiz tecavüz keyfî bir istibdatla ülkeyi cehennem yerine çevirmiştir. Bediüzzaman, kendisi tamir ettirdiği hususi mabedinde, hususi ibadetinde, bir iki kardeşiyle ezanı ve kameti içeride gizli okuyorlar. Fakat buna da müdahale ediliyor ve “Ne için Arapça kamet ediyorsunuz ve gizli ezan okuyorsunuz?” diye sorgulanıyor.
İşte bu noktada Bediüzzaman feveran ediyor: “Sükûtta sabrım tükendi. Kabil-i hitap olmayan öyle vicdansız alçaklara değil, belki milletin mukadderâtıyla keyfî istibdatla oynayan firavunmeşrep komitenin başlarına derim ki: Ey ehl-i bid’a ve ilhad! Altı sualime cevap isterim.”2
DİNSİZLİĞİ DİN SAYMAK NE GADDAR BİR VAHŞETİR!
Birinci Sualde Bediüzzaman keyfiliklere çok sert çıkıyor. Diyor ki: “Dünyada hükümet süren, hükmeden her kavmin, hatta insan eti yiyen yamyamların, hatta vahşî, canavar bir çete reisinin bir usûlü var, bir düsturla hükmeder. Siz hangi usûlle bu acip tecavüzü yapıyorsunuz? Kanununuzu ibraz ediniz. Yoksa bazı alçak memurların keyiflerini kanun mu kabul ediyorsunuz? Çünkü böyle hususî ibâdâtta kanun yapılmaz ve kanun olamaz.”
Ardından İkinci Sualde bu İkici Avrupa’nın firavunmeşrep komitelerini ve bu komitelerin keyfi tecavüzlerini, insan ve din hukukunu önemseyen ve adaletperver Birinci Avrupa’ya şikâyet ediyor.
Bu bölümde ilginç bir laiklik dersi de veriyor Bediüzzaman. Diyor ki: “Hangi kuvvetiniz var ki, siz kendinize “lâdinî” ismi vermekle ne dine, ne dinsizliğe ilişmemeyi ilân ettiğiniz halde, dinsizliği mutaassıbâne kendine bir din ittihaz etmek tarzında, dine ve ehl-i dine böyle tecavüz, elbette saklı kalmayacak, sizden sorulacak. Ne cevap vereceksiniz?” Hemen ardından geçen bir tabir insanı gerçekten şaşırtıyor.
Diyor ki: “Yirmi hükümetin en küçüğünün itirazına karşı dayanamadığınız halde, nasıl yirmi hükümetin birden itirazını hiçe sayar gibi hürriyet-i vicdaniyeyi cebrî bir surette bozmaya çalışıyorsunuz?”3
Bu cümle tarihi bir vesikadır.
Yirmi hükümetten maksat, hürriyet-i vicdaniyeyi iftiharla kabul eden ve Birinci Avrupa’nın değerleri üzerine yükselen Avrupa Birliği ülkeleri olabilir. Gerçi bu gün itibariyle sayıları 28’i bulsa da ve daha da genişlemeye istidatlı bulunsa da, o gün itibariyle bu hukukî zemini oluşturan çekirdek ülkeler kast edilmiş olabilir.
Dipnotlar: 1- Lem’alar, s. 119. 2- Mektubat, s. 416. 3- Mektbat, s. 729.
DOĞRU İSLAMİYETİ VE İSLAMİYETE LAYIK DOĞRULUĞU YAŞARSAK EĞER...
Bediüzzaman, doğru İslamiyeti ve İslamiyet'e layık doğruluğu layıkıyla yaşayabildiğimiz ölçüde sair dinlerin tabilerinin cemaatler halinde fevc fevc İslamiyet'e dahil olacakları müjdesini vermektedir. Risale-i Nur'un farklı bölümlerinde bu yöndeki ifadeler dikkat çekicidir.
(...) Eğer biz doğru İslâmiyeti ve İslâmiyete lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek, bundan sonra onlardan [diğer din mensuplarından] fevc fevc dahil olacaklardır.
Biliniz, hakikî vukuatı kaydeden tarih, hakikate en doğru şahittir. İşte, tarih bize gösteriyor. Hattâ, Rus’u mağlûp eden Japon Başkumandanının İslâmiyetin hakkaniyetine şehadeti de şudur ki:
Hakikat-i İslâmiyetin kuvveti nispetinde, Müslümanlar o kuvvete göre hareket etmeleri derecesinde ehl-i İslâm temeddün edip terakki ettiğini tarih gösteriyor. Ve ehl-i İslâmın hakikat-i İslâmiyede zaafiyeti derecesinde tevahhuş ettiklerini, vahşete ve tedennîye düştüklerini ve herc ü merc içinde belâlara, mağlûbiyetlere düştüklerini tarih gösteriyor. Sair dinler ise bilâkistir. Yani, salâbet ve taassuplarının zaafiyeti nispetinde temeddün ve terakki ettikleri gibi, dinlerine salâbet ve taassuplarının kuvveti derecesinde de tedennî ve ihtilâllere maruz kaldıklarını tarih gösteriyor. Şimdiye kadar zaman böyle geçmiş.
Hem Asr-ı Saadetten şimdiye kadar hiçbir tarih bize göstermiyor ki, bir Müslümanın muhakeme-i akliye ile ve delil-i yakinî ile ve İslâmiyete tercih etmekle, eski ve yeni ayrı bir dine girdiğini tarih göstermiyor. Avâmın delilsiz, taklidî bir surette başka dine girmesinin bu meselede ehemmiyeti yok. Dinsiz olmak da başka meseledir. Halbuki, bütün dinlerin etbâları ise—hatta en ziyade dinine taassup gösteren İngilizlerin ve eski Rusların—muhakeme-i akliye ile İslâmiyete dahil olduklarını ve günden güne, bazı zaman takım takım, kat’î bürhan ile İslâmiyete girdiklerini tarihler bize bildiriyorlar. (Haşiye)
Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemâlâtını ef’âlimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri, elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler; belki küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyete dehâlet edecekler.
Haşiye: İşte bu mezkur dâvâya bir delil şudur ki: İki dehşetli harb-i umûminin ve şiddetli bir istibdâd-ı mutlakın zuhuruyla beraber, bu dâvâya kırk beş sene sonra şimalin İsveç, Norveç, Finlandiya gibi küçük devletleri Kur’ân’ı mekteplerinde ders vermek ve kabul etmek ve komünistliğe, dinsizliğe karşı sed olmak için kabul etmeleri; ve İngilizlerin mühim hatiplerinin bir kısmı, Kur’ân’ı İngilize kabul ettirmeye taraftar çıkmaları; ve küre-i arzın şimdiki en büyük devleti Amerika’nın bütün kuvvetiyle din hakikatlerine taraftar çıkması, ve İslâmiyetle Asya ve Afrika’nın saadet ve sükûnet ve musâlaha bulacağına karar vermesi ve yeni doğan İslâm devletlerini okşaması ve teşvik etmesi ve onlarla ittifaka çalışması; kırk beş sene evvel olan bu müddeayı ispat ediyor, kuvvetli bir şâhid olur.
Hutbe-i Şâmiye, s. 28
***
Eğer biz doğru İslâmiyeti ve İslâmiyete lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek, bundan sonra onlardan fevc fevc dahil olacaklardır.
Hem de tarih bize bildiriyor ki, ehl-i İslâmın temeddünü, hakikat-i İslâmiyete ittibaları nisbetindedir. Başkaların temeddünü ise, dinleriyle mâkûsen mütenasiptir. Hem de hakikat bize bildiriyor ki, mütenebbih olan beşer, dinsiz olamaz. Lâsiyyema, uyanmış, insaniyeti tatmış, müstakbele ve ebede namzet olmuş adam dinsiz yaşayamaz. Zira uyanmış bir beşer, kâinatın tehacümüne karşı istinad edecek ve gayr-ı mahdud âmâline neşvünemâ verecek ve istimdatgâhı olacak noktayı, yani din-i hak olan dâne-i hakikati elde etmezse yaşamaz. Bu sırdandır ki, herkeste din-i hakkı bulmak için bir meyl-i taharrî uyanmıştır. Demek istikbalde nev-i beşerin din-i fıtrîsi İslâmiyet olacağına beraatü’l-istihlâl vardır.
Münâzarât, s. 259
Haber Merkezi