Türkiye’de öteden beri sancılı süreçlere şahit olan din–devlet–siyaset ilişkileri son günlerde dinî grupları ve cemaatleri tedirgin eden bir raporla farklı bir boyuta taşındı.
Diyanet İşleri Başkanlığı’na atfedilen ve “Gizli” ibaresi bulunan rapor “Dini –Sosyal Teşekküller, Geleneksel Dinî-Kültürel Oluşumlar ve Yeni Dinî Yönelişler” başlığını taşıyor. Önsöz’de, raporun Din İşleri Yüksek Kurulu’nun İnançlar ve Dinî Oluşumlar Komisyon koordinasyonunda hazırlandığı belirtiliyor.
Akademik yaklaşım ve ciddiyetten uzak, son derece subjektif değerlendirmelerle dinî grupların töhmet altında bırakıldığı raporla ilgili henüz Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan bir açıklama gelmemesi raporu sahipsiz bıraktı. Kamuoyu, sahiplenilmesi durumunda vahim sonuçlar ve tartışmalar doğuracak raporla ilgili, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan bir açıklama beklemeye devam ediyor.
Sivil alanlara işaret eden din işlerinin hangi şartlarda ve kimler tarafından doğru bir şekilde yürütüleceği öteden beri tartışılan bir husustur. Öteden beri tarikat ve cemaatleri tehdit olarak gören devletçi yaklaşımlara dinî hizmetlerle ilgili tartışmaların odağında olan Diyanet’in de müdahil olması kabul edilebilir bir durum değildir.
Raporun sahipsiz kalması hasebiyle –şimdilik- raporda cemaatimiz, gazetemiz ve Risale-i Nurlar’la ilgili görüş ve değerlendirmelerin, diğer cemaat ve dinî gruplara yaklaşım tarzının devletçi bir refleksi yansıttığını söylemekle yetinelim. Bu noktada da cemaatlerin insanlara dinî hakikatleri tebliğ eden, devletten ve siyasetten bağımsız, gönüllülük esasına dayanan şeffaf ve sivil yapılar olduğunu bir kez daha hatırlatmayı vazife biliyoruz.
Bilhassa siyasî, dünyevî, şahsî ve cemaatî bir menfaat gözetmeyen, müsbet iman hizmeti çerçevesinde insanların manevî hayatına katkı sunan ve imanla ahirete gitmesine çalışan Risale-i Nur cemaatlerinin böyle bir rapora konu olması, cemaatlerin de siyasî gelişmeler üzerinden kategorize edilmesinin kabul edilemez olduğunu belirtmek istiyoruz.
Ülkemizin zor günlerden geçtiği herkesin olduğu kadar cemaatlerin de malûmudur. Birlik ve beraberliğe, ittihad ve tesanüde daha fazla ihtiyaç duyulduğu bu günlerde devlet; bütün sivil unsurlara olduğu gibi dinî gruplara da eşit mesafede durmalı, bazı fertlerin ya da grupların olumsuzlukları karşısında dahi ‘suçun şahsîliği’ esasından hareketle, adaletle davranmalı, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi üst bir çatıyı bu işlere alet etmemelidir.
İslâm ahlâk ve akaidini hayata geçirmede yaşanan zorluklar ortada iken İslâm düşünce geleneğinin modern dönemlerdeki temsilcileri olan cemaatlerin yıpratılması, itibarlarının zedelenmesi ve İslâmî değerlerin yıpratılması manevî hayatımızı ve geleceğimizi tehlikeye atmak anlamına gelmektedir.
İslâmî hizmet, kısaca “emr-i bilmaruf nehy-i anilmünker”dir. Allah’ın yapılmasını istediği işleri tebliğ, yapılmasını yasakladığı işlerden ise sakındırma vazifesi şartlara göre her fert, cemaat, kurum ve kuruluşun vazifesidir. Ferdî ve içtimaî hayatta dinin temel gayesi olan iman, ibadet, ahlâk ve hukukun hâkim kılınmasını temin etmeyi de içine alan bu vazife için Diyanet cemaatleri dışlamamalı, cemaatleri kucaklayıcı ve yol gösterici konumunu muhafaza etmelidir.
Din, devlet ve siyaset ilişkilerinin daha sağlıklı zeminlere oturması ve yürütülmesi için de devletin ideolojik yaklaşımlardan kurtulması ve AB standartlarında bir demokrasiye kavuşması beklenen ve özlenen bir durumdur.