27 Mayıs 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Güncel

 

Darbe düzeni devam ediyor

Toplumsal Dayanışma Kültür Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneği, 27 Mayıs darbesi için yaptığı açıklamada, halka darbenin değişik usullerle devam ettiğini vurgulayarak, “Darbeler sadece fiilî ya da postmodern müdahalelerle yapılmaz. Darbe yasalarını yaşatarak, bir asra yakındır sürdürülen darbeden beter dayatmalarla yapılır” denildi.

Darbe düzeni devam ediyor

Toplumsal Dayanışma Kültür Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Derneği’nden (TOKAD), yapılan açıklamada, 27 Mayıs’ın halkı darbelerle terbiye etmenin başlangıcı olduğu belirtilerek, darbenin değişik usullerle devam ettiğinin altı çizildi.

27 Mayıs darbesinin 50. yılı sebebiyle TOKAD’dan yapılan açıklamada, 27 Mayıs darbesinin halkı terbiye etmek isteyen egemenlerin gerçekleştirdiği darbe zincirinin ilk halkası olarak değerlendirildi. Halkın değerlerine savaş açan darbeci zihniyetin 27 Mayıstan 12 Mart muhtırasına, 12 Eylül’den 28 Şubat’a oradan da 27 Nisan e-muhtırasına devam ettiğinin vurgulandığı açıklamada, “Ergenekoncu”, “Balyozcu” darbeci anlayışla topyekûn mücadele edilmesi gerektiği vurgulandı. “Türkiye, bir darbeler ülkesidir. 27 Mayıs’ın açtığı yoldan devam eden 12 Mart muhtırası, 12 Eylül darbesi, 28 Şubat postmodern müdahalesi darbeciler için yeterli olmamış, bir de Kutlu Doğum Haftası etkinliklerinde ilahi okuyan kızlara 27 Nisan gecesi e-muhtıra vermişlerdir” cümleleriyle darbeciliğin kısa bir geçmişinin çıkarıldığı açıklamada halkın seçtiği başbakan ve bakanların asılmasının bazı kesimlerce ilericilik olarak kabul edilmesi mide bulandırıcı bir durum olarak değerlendirildi. Açıklamada, halka darbenin değişik usullerle devam ettiğinin altı çizilerek, şöyle denildi: “Şu bir gerçektir ki darbeler sadece fiili ya da postmodern müdahalelerle yapılmaz. Darbe yasalarını yaşatarak, bir asra yakındır sürdürülen darbeden beter dayatmalarla yapılır. Başörtülü kızlarımızı okul kapılarından sürerek yapılır. İnsanların dillerini ve kimliklerini yasaklayarak yapılır. Halkı korkularla teslim alarak yapılır. Okullardaki tek tipçi militarist eğitim anlayışları devam ettirilerek yapılır. Katsayı zulmüyle çocuklarımız üniversitelere alınmayarak yapılır. Çözülmeyen Kürt sorunu üzerinden gerçekleştirilen hak ihlalleri ile yapılır. Madenlerde öldürülen, asgari ücretlerle köle gibi çalıştırılan, savaşlara yollanan Anadolu halkının sırtında asalakça yaşamaya devam edilerek yapılır. Kısacası darbenin usulleri çoktur. Halka karşı egemenlerin yürüttüğü savaşın görünen ve görünmeyen bin türlü tarafıdır darbeler.”

Açıklamada, darbe ve darbecilere karşı şu çağrıdu bulunuldu:

“Bu çerçevede farklı toplumsal kesimlere de bir çağrıda bulunmak istiyoruz: İyi darbe, kötü darbe olmaz! 12 Eylül’e karşı çıkarken 28 Şubat’ı görmemek; 27 Mayıs’la 27 Nisan’ı atlamak vicdana, ahlaka asla sığmaz! Özgür ve adil bir ülke ancak adalet temelinde, farklı kimlik ve inançlara saygı duyularak kurulabilir. O nedenle önyargı ve bencilce yaklaşımlar darbeciliği yok etmez, aksine karşıtlıklar üreterek darbeciliği besler. Dolayısıyla zulme ve zalimlere karşı birlikte direnecek bir irade ortaya konulmadığında kazananlar sadece zalimler olacaktır!”

27.05.2010


 

YASSIADA'DA GÖREV YAPANLAR TERFİ ETTİ

Celal Bayar'ın torunu Emine Gürsoy, 27 Mayıs'ta “seçilmiş” genç subayların Yassıada'da görev yaptıklarını ve silâhlı olarak mahkeme salonunda nöbet tuttuklarını belirterek, “Tutuklamaları yapan, darbe muhafızlığını gören o subaylar ileriki yıllarda hep terfi etti” diye konuştu.

1960 DARBESİNDE “İYİ EĞİTİM” ALDILAR

Gürsoy, aralarında Çevik Bir, Doğu Aktulga, Şener Eruygur, Çetin Doğan, Hurşit Tolon, Tuncer Kılınç gibi 28 Şubat'ta, Ergenekon'da ve Balyoz darbe planında adı geçenlerin de bulunduğu generaller için “60 darbesinde iyi eğitim aldılar, yetiştirildiler” dedi.

Hepsi 27 Mayıs’ın yetiştirmesi

Celal Bayar’ın torunu Emine Gürsoy, 27 Mayıs darbesinde tutuklamaları yapan, Yassıada’da nöbet tutan, darbe muhafızlığını gören “Şener Eruygur, Hurşit Tolon, Çetin Doğan, Çevik Bir, Tuncer Kılınç, Teoman Koman, İlhami Erdil’in de aralanda bulunduğu, bir çok genç subayın ileriki yıllarda hep terfi ettirildikleri ve hep milletin karşısına çıktıklarını söyledi.

Emine Gürsoy, Vatan gazetesine verdiği röportajda, darbeden çok kısa bir süre önce 21 Mayıs’ta Harp Okulu öğrencilerinin Ankara’da yaptığı yürüyüşün komutanlarının teşvik ve himayesinde yapıldığını belirtti. Büyükbabası Bayar’ın bu subayların disipline sevk edilmesini ve cezalandırılmasını istediğini kaydeden Gürsoy, şunları kaydetti:

“Bu konular Yassıada’da dava konusu oldu. ‘Cumhurbaşkanı bu işlere karışmamalıydı,’ dendi. Bayar da ‘Elbette ki karışmalıydım, memleketin güvenliğini temin etmek en birinci telakki ettiğim görevdi’ demişti. Bayar, ‘Harp Okulu’nu imha edecekti’ dendi. Akla hayale sığmayacak şeyler. Yine bu aynı öğrenciler, darbe günü DP’lileri tutuklamakla görevlendirildiler. Yine o dönemin genç subayları -seçilmiş genç subayları- Yassıada’da görev yaptılar. Silahlı olarak mahkeme salonunda nöbet tuttular vs. (Yaklaşık 3 bin ordu personeline bu görevleri dolayısıyla MBK ek maaş bağladı). Bu insanlar o yıllarda tabiî genç insanlar, bu işlerin içinde yetiştiler, yetiştirildiler. Tutuklamaları yapan, Yassıada’da nöbet tutan, darbe muhafızlığını gören o subaylar ileriki yıllarda hep terfi ettiler ve hep karşımıza çıktılar: Şener Eruygur, Hurşit Tolon, Çetin Doğan, Çevik Bir, Tuncer Kılınç, Altay Tokat, Kemal Yılmaz, Edip Başer, Tamer Akbaş, Yaşar Büyükanıt, Fevzi Türkeri, Akay Şakman, Teoman Koman, İlhami Erdil, Namık Kemal Ersun, Necip Torumtay, İsmail Hakkı Karadayı, Kemal Yamak, İlhan Oral, İrfan Tınaz, Doğu Aktulga... Hiçbiri Harbiye yürüyüşünü ve Yassıada‘yı ağızlarına almadı. Hiçbiri 27 Mayıs darbesinden ve yapılanlardan dolayı pişmanlık duyduklarını söylemedi. Harbiye’de ve Yassıada’da ne yaptıklarını anlatmadılar. Ama 60 darbesinde bu isimler iyi eğitim aldı.”

27.05.2010


 

Muğlalı Kışlasında kanlı oyun

Van’ın Özalp ilçesinde Mustafa Muğlalı Kışlası içindeki 2. Hudut Tabur Komutanlığı atış poligonunu çevreleyen tel örgülerin dışında önceki gün çocukların oynadığı sırada meydana gelen patlamada 1 çocuk ölmüş, 5’i de yaralanmıştı. Olayın ardından ilçe esnafı dün işyerlerini açmadı.

Muğlalı Kışlası’nda ölüm oyunu

Van’In Özalp ilçesinde henüz bilinmeyen sebeple meydana gelen patlamada oyun oyanayan çocuklardan biri vefat ederken, 5'i yaralandı.

Mustafa Muğlalı Kışlası içindeki 2. Hudut Tabur Komutanlığı atış poligonunu çevreleyen tel örgülerin dışında, çocukların oynadığı sırada meydana gelen patlamada yaralanan çocuklardan Olcay Akyürek (13), ambulans helikopterle getirildiği Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi’nde yapılan müdahaleye rağmen kurtarılamadı.

Patlamada yaralanan Nurullah Erçiçek (9), Orhan Erçiçek (11), Yunus Yaman (13), Doğukan Meşe (12) ve Fidan Coşar’ın (9) tedavileri ise sürüyor.

Van Valiliğinden yapılan yazılı açıklamada, önceki gün saat 16.00 sıralarında, Özalp ilçesinde meydana gelen patlamada, 2’si ağır 6 kişinin yaralandığı hatırlatılarak, şöyle denildi:

‘’Yaralılardan Oğuzcan Akyürek isimli çocuk, Sağlık Bakanlığımızın helikopter ambulansı ile kaldırıldığı Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde bütün müdahalelere rağmen saat 18.00 sıralarında ölmüştür. Diğer ağır yaralı Nurullah Erçiçek (10) ile çeşitli yerlerinden yaralanan Yunus Yaman (12), Seyfullah Erçiçek (12), Doğukan Meşe (13) ve Rıdvan Coşan isimli çocuklar ise Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesine kaldırılmış olup tedavileri devam etmektedir. Olayla ilgili Van Emniyet Müdürlüğüne ait bomba imha ve olay yeri inceleme ekipleri, çalışmalarını sürdürmektedir. Konu ile ilgili olarak Cumhuriyet Savcılığı adli tahkikat başlatılmıştır.’’

ESNAF İŞ YERİNİ AÇMADI

Bu arada patlamanın ardından ilçe esnafı dün iş yerlerini açmadı. Esnaf, sabah erken saatlerden itibaren Kaymakamlık binası önünde toplanmaya başladı. Patlamada, vefat eden Oğuzcan Akyürek’in (13) cenazesinin de yakınları tarafından Yüzüncü Yıl Üniversitesi Araştırma Hastanesi Morgu’ndan alınarak ilçeye getirileceği öğrenildi.

27.05.2010


 

Bir Yassıada da Sivas’ta kuruldu

27 Mayıs 1960 askeri darbesinin ardından Sivas Kabakyazı’da oluşturulan kampta zorunlu ikamete tabi tutulan doğu illerinin tanınmış aileleri ile bölgenin önde gelen kanaat önderlerinin yaşadığı sürgün günleri kitap oldu.

Gazeteci-Yazar Nevzat Çiçek tarafından yazılan ve yakında Lagin Yayınları tarafından piyasaya verilecek olan “27 Mayıs’ın Öteki Yüzü: Sivas Kampı” isimli kitapta, 27 Mayıs askeri müdahalesinden 4 gün sonra Sivas Kabakyazı’da oluşturulan toplama kampının gizli kalmış yönleri yaşayanların ağzından anlatılıyor. Sivas Kampı’nda çoğunluğu Kürt ailelerine mensup 485 kişi zorunlu olarak tutulmuş, ardından 55 kişi 33 vilayete sürgüne gönderilmişti. Bu uygulama daha sonra ortaya çıkacak ayrılıkçı ideolojilerin sebebi olarak görülmüştü. Kitabın üç yıllık bir araştırmanın sonucu olduğunu söyleyen Çiçek, 27 Mayıs’ın çok bilinmeyen Sivas Kampı uygulamasını bütün yönleriyle gözler önüne sermeye çalıştığını belirtti. Nevzat Çiçek, 1938 ile 1960 yılları arasında devletle Kürtler arasında adı konmamış bir ittifakın olduğunu; ancak Sivas Kampı’nın bu ittifakı bozduğunu kaydederek, “Kampın oluşturma fikrini, Numan Esin gibi isimler kendilerinin karar vermediğini söylüyor. Kamp adeta küçük Yassıada olarak aydınlarca görüldüğü için bugüne kadar incelenmedi. Kamp özellikle dindarlar ve Kürtler arasında çok büyük baskı yarattı ve insanların devlete olan güvenlerini sarstı” dedi.

27.05.2010


 

Cindoruk: Yara kapanmadı

DP Genel Başkanı Hüsamettin Cindoruk, ‘’27 Mayıs askerî müdahalesinin üzerinden 50 yıl geçmesine karşın yaşananların unutulmadığını, yaranın kanamaya, vicdanların sızlamaya devam ettiğini’’ belirtti.

Cindoruk, 27 Mayıs 1960 askerî müdahalesinin 50. yılı dolayısıyla yayımladığı mesajda, şunları kaydetti: ‘’Türk siyaset ve hukuk tarihinin en kara ve karanlık gününün üzerinden tam yarım yüzyıl geçti. Darbeden kısa bir süre sonra bazı hukuk profesörleri, ‘Darbe meşrûdur’ diye fetva vermiş; bunun üzerine oluşturulan Yassıada Mahkemesi’nin hakimleri ise, 15 Eylül 1961’de hukukun evrensel kurallarını gözardı ederek, vicdanları sızlamadan, darbecilerin emriyle idam kararı verdikleri kalemlerini kırmışlardı. Oysa, asıl kırılan, milletin onuru ve iradesiydi. Aradan 50 yıl geçti, ama yaşananlar unutulmadı. Yara kanamaya, vicdanlar sızlamaya devam ediyor. 50 yıl sonra, bir darbenin yıl dönümünü değil, demokrasi şehitlerimiz merhum Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın aziz hatırasını anıyoruz. Hem de minnetle, saygıyla ve rahmetle... Darbeciler çoktan unutuldu. Demokrasi şehitlerimiz ise, aziz milletimizin hafızasında ve gönlünde sonsuza dek yaşamaya devam ediyor.’’

27.05.2010


 

Millet iradesinin hançerlendiği kara gün

Bayramınız kutlu olsun(!) 27 Mayıs ihtilâli ile ilgili bir yazıya bu şekilde başlatan talihsiz olay, 27 Mayıs darbesi sonrası seçilmiş başbakanın ve bakanlarının asıldığı tarihin ülkemizde “Hürriyet ve Anayasa Bayramı” olarak kutlanmış olmasıdır.

Öğrendiğimde beni şaşkına çeviren şey ise bu bayramın “82” darbe anayasasının yürürlüğe girmesiyle kalkmış olması...

27 Mayıs 1960 ihtilâli ülkemiz için önemli bir dönüm noktası olarak tarihteki yerini almıştır. Öncelikle bu konuda hatırı sayılır birkaç kişinin tesbitlerinden bahsetmek istiyorum. Bunlardan birincisi bir gazeteci. Kendisi 1960 darbesi ile birlikte siyaset yapan ehl-i insaf kimselerin siyasete küsüp kendi dünyalarına çekildiklerini ya da başka bir alana yönelmeleri sonucu siyasetin bugün hoşlanmadığımız parmak kaldıran siyasetçilere dönüştüğünü ifade etmiştir. Bunun yanı sıra akademisyen kimliği ile öne çıkan muteber kişi ise bugün 27 Mayıs 1960 tarihine darbe diyenlerin o gün darbe diyemediklerini söylemesidir. Her iki duruma da göz attığımızda haklılık payı oldukça yüksek gözüküyor. Bunların değerlendirmelerini size bırakarak 27 Mayıs 1960 öncesi olanlara kısaca göz atalım.

CELAL BAYAR SAF DIŞI

Mustafa Kemal’in ölümünden sonra—ölmeden kısa bir süre önce arasının bozulduğu- İsmet İnönü, cumhurbaşkanı seçilmişti. Mustafa Kemal’i bir vücudun başı olarak kabul ettiğimizde İnönü bu vücudun sağ kolu, Celal Bayar da sol koluydu. İsmet İnönü, göreve gelir gelmez sol kolu kesip atma taraftarı olmuştur.

İNÖNÜ KİME BENZİYOR?

Geçtiğimiz günlerde Erdoğan ile Baykal arasında İnönü’nün kime benzediğine dair tartışmalar yaşanmıştı. Erdoğan, İnönü’yü Hitler’e benzetmişti. Bu benzetmeden sonra Zaman gazetesi yazarı Mümtaz'er Türköne ise bir yazısında İnönü’nün Hitler’e değil, Mussolini’ye benzediğini hatta 1932 yılında İtalya’ya ülkemizden giden bir heyetin İtalya’ya hayran kalarak orada gördüklerini geri döndüklerinde ülkemize uygulama girişimlerinden bahsetmişti. Hatta bu doğrultuda 19 Mayıs kutlamalarının da faşizmin pratiğe dökülmüş hali olduğunu vurgulamıştı. Bu çerçeveden baktığımızda İnönü’yü Mussolini ile buluşturabiliriz. Lâkin bunun yanı sıra hayatını 6 ilke ile belirleyen Mustafa Kemal’in ardından başa geçen İsmet İnönü, 6 ilkeyi uygulamak yerine 3 ilke üzerine ağırlık vermiştir.

“Ne varsa devlet içindedir, hiçbir şey devlet dışında değildir, hiçbir şey devlete karşı olamaz.” Bu sözler tabiî ki İnönü’nün benzediği iddia edilen Mussolini’ye ait. Bu ilke devletçilik ilkesi ile birebir örtüşüyor. Okul kitaplarında devletçilik ilkesinin daha çok iktisadî alanla ilgili olduğu yazılsa da İnönü, büyük bir başarı ile bu ilkeyi siyasî hayata da uygulamış ve baskıcı bir yönetim oluşturmuştur.

İnönü’nün şiddetle uyguladığı ikinci ilke ise laiklik olmuştur. Bu konuyla alâkalı Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil’in sözlerini hatırlamak yerinde olacak: “Laiklik, en azından Batı ülkelerinde, devlet ile din işlerinin birbirinden ayrılışını belirtir. Biri dünya meselelerine hükmederken, diğeri manevî alanın düzenleyicisi olarak kalır.”

İnönü’nün anladığı laiklik, bu mânâda bir laiklik değildir. Kendisi tıpkı komünistler gibi, laiklikte sadece dine karşı çıkan ve insanın kalbinden din duygusunu ve Allah sevgisini söküp atmak için, dine savaş açan bir maddecilik şekli görür. Dolayısıyla da gaye bellidir: En azından yarısı henüz eğitimsiz olan halkı, kendi zaafları ve ihtirasları karşısında donanımsız bırakmak tehlikesine rağmen, din kurumunu yıkıp ortadan kaldırmak...” 1

Sanırım bu sözler üzerine laiklik uygulamaları adı altında yapılan faaliyetlerden çok da bahsetmeye gerek yok. Çünkü zaman geçmiş olsa da bugün ortaya atılan ‘laiklik karşıtı’ ithafına maruz kalmış her fiil, o günlerde de öyle gözüküyordu.

Bir diğer ilke ise milliyetçilik idi. Bu konuda da İnönü, Mustafa Kemal’i geçerek dil konusunda radikal kararlara imza atmıştır. Bu doğrultuda Türkçemiz ile bütünleşmiş Arapça ve Farsça kelimelere karşılık olarak zorlama Türkçe kelimeler ürettirmiş ve son olarak da 1943 yılında anayasanın dili, bu revizyondan nasibini almıştır. İşin dinî boyutuna bakıldığında da gençler arasında Allah’a inanmadığını söylemek ve her türlü manevî değere karşı olmak bir moda haline geldi. Böylelikle de dinî ve manevî değerlerden yoksun, anlık ve maddî menfaat peşine bağlı bir nesil ortaya çıktı. 2

Bu noktada yazının başında bir gazetecinin ifade ettiği ehl-i hak insanların siyasetten çekilmeleri tezini doğrular nitelikte olduğunu görüyoruz. Bugün şikâyetini ettiğimiz olayların temelinin 60’lı yıllarda atılmış olmasını içler acısı bir durum olarak nitelendiriyorum.

DEMOKRAT PARTİ’NİN KURULUŞU

Konuya daha net bakabilmek için, Demokrat Parti’nin de kuruluşuna kısaca değinelim. 1943 yılından sonra milletvekilliğinden istifa eden Celal Bayar, İnönü’den intikamını almak için fırsat kolluyordu. Bu doğrultuda da 1945 yılında CHP’den istifa etti. Partiden daha demokratik bir yönetime geçilmesi için önerge verdikleri için ihraç edilen Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü ile bir birlikteliğe başlamış oldular. Halk da bu isimlere “Dörtler” namını taktı. Bu dörtler kendi aralarında toplantılarına hız verip yeni bir partinin temellerini attılar ve 1945 yılı sonlarında Demokrat Parti kuruldu. Partinin programı ise 7 Ocak 1946’da ilân edildi.

NANKÖR MİLLET!

Dörtlerin kurduğu Demokrat Parti’nin (DP) hızlı yükselişinin önüne geçemeyeceğini anlayan iktidardaki CHP yöneticileri, erken seçim kararı ile bir dört yıl daha iktidarlarını uzatma gayesi taşımışlardı. Bu doğrultuda da 1946 yılında erken seçim kararı alınır. Bu kararın arkasında farklı bir düşüncenin olduğunu sezen Demokrat Partililer buna karşı çıksa da, “açık oy, gizli tasnif” ile ülke genelinde seçim yapılır. Seçim sonuçları ise şu şekilde olur:

CHP 396 sandalye

DP 62 sandalye

Bağımsızlar 17 sandalye

Bu sonuçlardan da anlaşılacağı gibi DP, halk nezdinde büyük bir itibar görmüştür, ama iktidara daha bu seçimlerde gelecek olan DP, çalınan oylar sebebiyle muhalefette kalmıştır. Hatta o dönem anlatılanlara göre İnönü, Çankaya Köşkünde en yakın arkadaşlarının huzurunda açılan sandıklardan kendi Ankara adaylarının kaybettiklerini görünce pencereye doğru yönelerek şehre bakmış ve şu sözleri sarfetmiştir: “Nankör millet!”3

Ülke şartları her geçen yıl daha da ağırlaşıyor ve ülke de seçim söylentileri dolaşıyordu. 1949 yılları sonlarına doğru ülkenin sürüklendiği durum öyle bir hal aldı ki CHP de seçimden başka bir alternatif düşünemiyordu. Çünkü ülke siyasî, iktisadî ve malî açıdan oldukça zor günler geçiriyordu. 1950 kışının sonuna doğru da seçim kararı alındı.

TARİH 14 MAYIS 1950

Bu zamana kadar karşısında bir muhalif bulunmayan İnönü, halka gidip oy isteme zahmetinde hiç bulunmamıştı. Bu seçim öyle değildi. Karşısında kampanyası bizzat Celal Bayar tarafından yönetilen bir DP vardı. Böylelikle ilk defa halkın ayağına giden İnönü, demokrasinin gereğini zorla da olsa yerine getiriyordu. Meydanlarda taraftarlarından şiddetli alkış alan İnönü, Taksim meydanında şu konuşmayı yapmıştı:

“Vatandaşlarım!

Bazıları bizi anayasaya aykırı kanun çıkarmakla suçluyorlar. Kesinlikle yalana dayalı bir suçlamadır bu. Çünkü bizzat anayasal rejimimiz gereği böylesi kanunların olmasına imkân yoktur. Parlamento, millî iradenin yegâne temsilcisi olduğundan, işte onun bu sıfatıyla onun oyladığı her kanun anayasaya uygun olur. Kanun yapma hak ve görevi sadece Meclis’e aittir. Bundan dolayı çıkardığı kanunların Anayasa’ya uygun olup olmadığına da yalnızca o karar verir.”4

Bu sözleri okuduğunuzda çok şaşırdığınıza yürekten inanıyorum. Çünkü bu konuşmayı yapan aynı İnönü, daha sonra DP iktidarını anayasaya aykırı kanun çıkarmakla suçlayacaktır. Böyle bir zihniyetin hâlâ bugün de varlığını koruduğunu, ana muhalefet partisi tarafından Anayasa Mahkemesinin ikinci adres yapılmasından rahatlıkla görebilmekteyiz. Ki Genç Siviller, bu durumun eleştirisini Meclis ile Anayasa Mahkemesi arasında—dönemin Kemal Sunal’ın başrolde oynadığı ‘Postacı’ filmini hatırlatırcasına—dosya taşıma yarışması düzenlemesi, bu konuda manidar bir tabloyu ortaya çıkarmaktadır.

İNÖNÜ HEYKELİ!

O dönemde de devlet harcamalarını denetleyecek bir mekanizmanın olmaması, üstüne bir de muhalefetin oluşturulmaması iktidara çok büyük rahatlıklar sağlıyordu ki, bunun en bariz örneğini İnönü’nün kendi bronz heykelini İtalya’da yaptırmasıdır. Bu heykelini Taksim meydanının girişine diktirecek olan Millî Şef, heykelin mermer kaidesini bile yaptırmıştı. Hatta DP’nin iktidara gelmesi ile dikilemeyen heykelin mermerden yapılmış kaidesi yıllarca orada durdu. Peki bu heykelin devlete maliyeti neydi? Birkaç yüz bin İsviçre Frangı. Peki akıbeti ne oldu? Mecidiyeköy’de devletin bir deposunda kaderine terk edildi.

İNÖNÜ’NÜN ÜÇ OKUNA KARŞI DP’NİN ÜÇ

KARARI

Yazının başlarında da belirttiğimiz gibi İnönü, Mustafa Kemal’in ortaya koyduğu 6 oktan üçüne ağırlık verdi ve icraatlarını bu doğrultuda şekillendirdi. DP iktidarı ise, göreve gelir gelmez Cumhurbaşkanlığı seçiminde Celal Bayar’ı köşke, Refik Koraltan’ı da Meclis Başkanlığına getirmiştir. İktidar olmasının ardından DP’nin hızlı bir şekilde aldığı kararları şöyle sıralayabiliriz:

1. Ezanın aslına çevrilmesi. Ezanın Türkçe okunmasına dair kanun Mustafa Kemal hayattayken kabul edilmişti. Kanunun sonuna istediği dilde okunabilir gibi bir ifade ekleyerek tercih hakkını müezzinlere bırakan DP hükümeti, böylelikle ülke semalarında ezanın aslı gibi okunmasına imkân sağlamış oldu.

2. Yine tek parti devrinde okullardan din eğitimi kaldırılmıştı. Bu alandaki boşluğun farkına varan DP iktidarı, ilkokul dördüncü sınıftan itibaren velinin isteği doğrultusunda din dersini seçmeli olarak koymuştur.

3. Son olarak ise İnönü’nün özellikle üzerinde dil devrimi sonucunda anayasadan çıkarılan kelimeler aynıyla iade edilmiştir.

Devrildikten sonra “Allah kimseye İnönü gibi bir CHP muhalefeti nasip etmesin” diyecek kadar işin vehametini gözler önüne serebilen Menderes ve kabinesi, Bakanlar Kurulu toplantılarını Ankara’da Başbakanlık konutu yerine Yalova’da yapıyordu.

BOYNUNDA BİRKAÇ KİLOLUK TAŞLA

DOLAŞTIRILAN VALİ

Zaman geçiyor olsa da DP lehine geçtiği pek de söylenemezdi. Ülkede sürekli bir kaos ortamı oluşturulmaya çalışılıyor ve daha yeni iktidar olmuş DP, yapmış olduğu doğru işler kadar devlet tecrübesi eksikliği ile bazı yanlış kararlar da alıyordu. Zaten Said Nursî’nin eserlerinde bahsettiği fesat komitesi bunun için vardı. Hükümete yanlış kararlar aldırtıp, ayaklanma başlatarak ülkeyi kaos ortamına sürüklemek. 50’li yılların sonlarına doğru Meclis’te neredeyse kavgasız oturum olmaz olmuştu. Ülkede tansiyon yükseliyor ve muhalefette yer alan CHP, halk yürüyüşlerine başlamıştı. Hatta Uşak’ta bir dönem böyle bir olay olduğunu ve İnönü’nün kafasına küçük bir taş atılıp, bu taşın İnönü’nün kafasını yardığı iddia edilir. Bunun üzerine CHP’liler DP’lileri, DP’liler ise CHP’lileri suçlarlar ve iş öyle bir boyut alır ki, Yassıada Mahkemelerine konu olur. Peki 27 Mayıs sonrasında darbeciler, Uşak valisine ne yapar? Ellerine kelepçe takar ve İnönü’ye atılan o taşı hatırlatırcasına, Uşak valisinin boynuna birkaç kiloluk taş bağlayarak olayın geçtiği yerlerde dolaştırırlar. İşte ülkemizin demokrasi yolunda vermiş olduğu kavganın hiç de kolay olmadığını gösteren bir tablo. (27 Mayıs İhtilâli ve Sebepleri, Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil)

27 MAYIS SABAHI...

Gelişen olaylarla ilgili ve tarihî serencamla ilgili bir çok kaynağa ulaşabilirsiniz. Bu sebeple, 27 Mayıs sabahından da kısaca bahsedip yazıyı noktalamayı düşünüyorum. Sabahın dördünde silâh seslerinden uyanan Bayar, birini bekliyormuşcasına kalkıp hazırlanır ve telefona sarılır, fakat telefon kesiktir. Pencereden baktığında Köşk’e doğru yöneltilmiş namluları görünce işin vehametini anlar. Aile sakinleri ve köşk personeliyle beklemeye başlar. Herkes şaşkınlık içerisindedir ve veteriner general eşliğinde bir albay zorla içeri girer. Cumhurun başına şu talimatı verir:

“Derhal istifa ediniz ve peşimizden geliniz yoksa ateş ederim!”

Bayar’ın cevabı manidardır: “Millet iradesiyle buradayım ve yine o iradeyle buradan giderim.”

Fakat silâh zoruna daha fazla direnemeyen Bayar, Çankaya Köşkünden götürülür.

Sabahın dördünde operasyona başlayan darbeciler, başbakanı bulamazlar çünkü Başbakan Eskişehir’de açılış merasimleri için yoldadır. Eskişehir’e gittiğinde kendini karşılamaya gelen askerler, Menderes’e sırtlarını dönerler. Bunun şaşkınlığını yaşayan Menderes, bozuntuya vermeden programına devam eder ve halkın teveccühü karşısında kendilerine bir şey olmayacağına iyiden iyiye inanır. O gece geç yatan Menderes, sabaha doğru 4’te uyandırılarak gelişmelerden haberdar edilir ve sebepsizce Konya’ya gitme kararı alınır. Bununla ilgili yapılan yorumlar ise, Konya’da bulunan ikinci ordunun başındaki komutanın iktidar yanlısı olduğunun bilinmesi. Bu sebeple Menderes’in böyle bir karar verdiğine dair yorumlar da yapılır.

MENDERES: ORDU BİZE

KARŞI AYAKLANMAMALIYDI!

Yolda giderken Hasan Polatkan radyoyu açar ve o sırada darbe bildirisi okunmaktadır. Hasan Polatkan, Menderes’e dönerek şöyle der:

-Hayırlısı, zaten bu gergin ortamın sonsuza dek böyle sürüp gitmeyeceği ortadaydı.

Menderes şu şekilde karşılık verir:

-Ordumuza gereken değeri vermiştik, saygınlığını arttırmak için elimizden gelen hiçbir şeyi esirgememiştik. Bize karşı ayaklanmamaları gerekirdi.

Konya’ya girilir ve Başbakan şoförüne doğruca valiliğe sürmesini emreder. Valilikte karşılanan Menderes, hızlıca valinin odasına çıkar. Vali, Başbakanın emrine amade olduğunu ifade eder etmez telefon çalar ve karşıdaki ses:

“Sayın vali bizimle misiniz, değil misiniz?” der. Başbakanın huzurunda ne yapacağını şaşıran vali:

“Komutanım bana bir anlık düşünme fırsatı vermenizi istiyorum” der ve ahizeyi bırakır. Durumun farkında olan Menderes:

“Sayın valim, bizim için mesleğinizi feda etmeyiniz. Artık biz kendimizi kaderin eline teslim ediyoruz” der. Birkaç dakika sonra bir grup subay içeri girer ve Menderes’e dönerek:

“Sizi bütün maiyetinizle birlikte tutuklayıp Eskişehir’e götürme emri aldım!”

“Emrinizdeyiz!”

Belki bir hüznün, bir kırıklığın, bir ümitsizliğin ifadesiydi Menderes’in son sözleri. Belki de tam tersi. Böylelikle darbe, nihayetine kavuşmuş ve istenilen olmuştu.

HİÇBİR DARBE TASVİP EDİLEMEZ

Darbenin başını çekenlerden, Alparslan Türkeş’ten dinleyelim:

“... Bir ihtilâl olarak 27 Mayıs’ı planlayanlardan, öncülüğünü yapanlardan biriyim. İçinde bulundum, ama gördüm ki; bir defa memleket nizamı bozuldu mu, tekrar memlekete düzen kurmak, huzuru tesis etmek çok zor olur. Ben bunu yaşadım, 27 Mayıs döneminde yaşadım.

Her yerden ufak sergerdeler çıkmaya başladı. Silâhlı Kuvvetler’den çıktı, sivillerden çıkanlar oldu. Her yerde ayrı birer Millî Birlik Komitesi zuhur etti. Akşam radyoda bilmem nerenin Millî Birlik Komitesi tebliği yayınlanıyor. ONUN İÇİN HER TÜRLÜ HUKUK DÜZENİ, EN İYİ İHTİLÂL DÜZENİNDEN ÜSTÜNDÜR, İYİDİR.” 5

DİPNOT:

1. 27 Mayıs İhtilâli ve Sebepleri, Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil, s. 34.

2. 27 Mayıs İhtilâli ve Sebepleri, Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil, s. 38.

3. 27 Mayıs İhtilâli ve Sebepleri, Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil, s. 56.

4. 27 Mayıs İhtilâli ve Sebepleri, Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil, s. 66.

5. O Yıllar, Yaşar Okuyan, s. 64-65.

DARBE GÜNÜNÜ BAYRAM İLÂN ETTİLER

Darbeden sonra ortaya haksız yere yapıldığı yıllar sonra dile getirilen darbenin anısına “27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramı” ülke nezdinde kutlanmaya başlandı. Bu ne yaman çelişki ki bu bayram, sivil iktidarlar tarafından kaldırılamayıp ‘82 darbe anayasası yürürlüğe girince darbe yönetimi tarafından kaldırılıyor. Yani dinsizin hakkından imansız gelir lâfını hatırlatarak. İşin içinde çok gariplikler var, ama maalesef Türk siyaset tarihine bu olay, bu şekilde geçmiş. Yürekleri sızlatan da zaten bu. Olaylara bugünden bakınca değerlendirmek kolay gelebilir. Ki, bir hocamın dediği söz manidar: “27 Mayıs 1960 tarihine o gün darbe diyemeyenler bugün darbe diyorlarsa, onların samimiyetinden şüphe ederim. Şimdi herkes darbe diyor, ama ya o gün?”

Unutmayalım ki; “Bu ülkede gerekirse Menderes gibi idama korkusuzca gideriz” diyen insanların bunu yapmaları beni derinden sarsmıştır. Bu sadece o dönem için değil, bugün içinde aynı şeyler geçerli. Yani demokrasinin yıldızının yanına “-lar” çoğul ekini eklemek kolay da “-lar” ekinin hakkını verebilmek oldukça zor. Tabiî siyasetçi pragmatist olacak ve son söylediğine bakacaksın diyebilirsiniz. İşte bir darbenin bir ülkeye olan maliyetinin kısacık bir özeti.

Ülkenin geleceğine adeta set çeken 27 Mayıs mimarlarının yanı sıra set çekenlere destek veren bugüne kadar tüm atanmış ve seçilmişlere inat, demokrasinin yıldızları olabilmiş. Yassıada mağdurlarını rahmetle anıyor ve demokrat günler görmemiz temennisini tekrarlamak istiyorum.

YAVUZ TOPALCI [email protected]

27.05.2010


 

Türk basını bağımlı

AP Türkiye raportörü Oomen Rujiten, “Türkiye’de basın inşaat, altyapı ve petrol şirketlerine sahip holdinglere büyük ölçüde bağımlı. Bu holdingler kendi çıkarlarını gözetiyor” dedi.

Türk basını bağımlı

Avrupa Parlamentosu Türkiye raportörü Ria Oomen Rujiten, Türk medya sektöründe birçok farklı kuruluşun bulunduğunu belirterek, ‘’Türkiye’de basının inşaat, altyapı ve petrol şirketlerine sahip holdinglere büyük ölçüde bağımlı olduğunu yazdım. Bu holdingler kamu yararı yerine kendi çıkarlarını gözetiyor” dedi.

Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu toplantısı çerçevesinde İstanbul’da bulunan Rujiten, Boğaziçi Üniversitesi’nde bir derse katılarak öğrencilerin sorularını cevapladı.Türkiye’de sabırsızlanan bazı insanların kendisine ne zaman başka bir fasıl açılacağını sorduklarını söyleyen Rujiten, şunları kaydetti:

‘’AB’ye katılmak, fasıl açmaktan öte bir şey. Bildiğiniz gibi aday ülkenin AB Kopenhag kriterlerini yerine getirmesi gerekiyor. Buna göre bir demokrasiye, yargının bağımsız ve adil olduğu hukuk sistemine sahip olmanız gerekiyor. Her bireyin hakları ve ifade özgürlüğü, inanç özgürlüğü, cinsiyet özgürlüğü gibi kolektif insan haklarına sahip olmanız gerekiyor. Bunların sadece anayasa ya da yasalarda değil insanların kalplerinde de olması gerekiyor.’’

Kopenhag kriterlerine uyum sağlamaya çalışan Türkiye’nin bunu Avrupa için değil, kendisi için yapması gerektiğini ifade eden Rujiten, ‘’Eğer modern bir ülke olmasını istiyorsanız çaba sarf etmeniz gerekiyor. Parlamento, Türkiye’nin ilerlemesine bakıyor. Ben bu noktada görevliyim. Eleştiriler yapabilirim ama şu ana kadar kaydedilen mesafeyi göz önünde bulundurduğumda olumlu görüyorum’’ dedi.

‘’HAZIR DEĞİLSİNİZ’’

Rujiten, bir öğrencinin ‘’Bulgaristan ve Romanya çok kısa bir sürede istikrarlı bir demokrasiye sahip olabiliyor da köklü bir devlet olan Türkiye neden olamıyor? Burada çifte standart mı uygulanıyor?’’ şeklindeki sorusunu şöyle cevapladı:

‘’Bana göre siz hazır değilsiniz. Bazı parlamento üyelerine göre Bulgaristan ve Romanya AB’ye 1,5 yıl önce katılmalıydı. Onlara hazır olmaları için 1,5 yıl verdik. Sebep büyük orandaki yolsuzluktu. Kopenhag kriterleri yerine getirilmemişti. Yargıları bağımsız değildi. Eğer bağımsız bir adalet sisteminiz yoksa yolsuzluğa karşı bir şey yapamazsınız. İkinci husus Kopenhag kriterleridir. Modern bir demokrasiye sahip değilseniz, her bir bireyin haklarını tanımıyorsanız, sadece modern bir toplum değil herkesin özgürce düşünebildiği, hakları olan ve çalışabildiği, inancını yaşayabildiği bir toplum da olamazsınız. Bu bizim nasıl işbirliği yaptığımızı gösterir.’’

Rujiten, ‘’Her genişlemede Kopenhag kriterlerinin yerine getirilip getirilmediğine bakıyoruz. Rum Ortodoks kilisesinin de Müslüman toplum ile aynı fırsatlara sahip olması gerekir. Bu bizim demokrasi ölçütlerimizden biri. Benim ülkemde nasıl Katolik toplum kilise yapabiliyorsa, Müslüman toplum da cami yapabilir.’’ dedi.

Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ve Almanya Başbakanı Merkel’in gündeme getirdiği ‘’imtiyazlı üyelik’’ statüsüne de değinen Rujiten, ‘’Ben imtiyazlı üyelik nedir anlamıyorum. Böyle bir şey bilmiyorum ama kriterleri yerine getirdiğinde AB üyesi olup olmamak Türkiye’ye kalmış bir şey olacak’’ dedi.

Kıbrıs meselesiyle ilgili bir soru üzerine de Rujiten, ‘’Eğer bu mesele çözülürse AB-Türkiye ilişkilerindeki birçok sorun da çözülür. Fasıl açma ve kapama genellikle Kıbrıs’ta bir çözüm konusundaki niyete bağlı’’ şeklinde konuştu.

‘’HOLDİNGLER KENDİ

YARARINI GÖZETİYOR’

Köşe yazarlarıyla yaptığı toplantıda ‘’Türkiye’de basın özgürlüğü ve tekeller’’ konusunun gündeme geldiği hatırlatılarak değerlendirmesi istenen Rujiten, Türk medya sektöründe birçok farklı kuruluşun bulunduğunu söyledi. Rujiten, ‘’Raporumda Türkiye’de basının inşaat, altyapı ve petrol şirketlerine sahip holdinglere büyük ölçüde bağımlı olduğunu yazdım. Bu holdingler kamu yararı yerine kendi çıkarlarını gözetiyor. Avrupa’ya baktığınızda da medya sektörü düzenlemelerinin bütün Avrupa’da uygulandığını söyleyemem tabii. Fransız medyası da böyle holdinglerden oluşuyor ama doğu toplumları için bu sağlıklı değil.’’ dedi.

27.05.2010


 

Madenciler iş bıraktı

Zonguldak’ta meydana gelen grizu faciası ile çalışma hayatındaki sorunlar ve Tekel işçilerinin durumuna dikkat çekmek amacıyla madenciler, dün sabah bir saat iş bırakma eylemi yaptılar.

Madenciler iş bıraktı

Zonguldak’ta meydana gelen grizu faciası ile çalışma hayatındaki sorunlar ve TEKEL işçilerinin durumuna dikkat çekmek amacıyla madenciler, dün sabah bir saat iş bırakma eylemi yaptı.Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Karadon Müessese Müdürlüğü maden ocağında madenciler, 17 Mayısta meydana gelen grizu patlamasında hayatını kaybedenleri andı, Türk-İş, DİSK, Kamu-Sen ve KESK’in çalışma yaşamındaki sorunlar ve TEKEL işçilerinin durumuna dikkat çekmek amacıyla kararlaştırdığı ‘’üretimden gelen gücün kullanılacağı genel eyleme’’ destek verdi. Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu, TTK Gelik İşletmesinde madencilere hitaben yaptığı konuşmada, “Türkiye’nin madenci ölümlerini tarihe gömmek için işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında her türlü önlemi alması gerekiyor’’ dedi.Genel Maden İşçileri Sendikası Genel Başkanı Ramis Muslu da bugünkü eylemin taşeronlaşma ve iş güvensizliğine karşı yapıldığını belirterek, ‘’1 işçimizi dahi artık kaybetmek istemiyoruz. Taşeron firmalar, hak edişleri verilerek ocaktan çekilmelidir’’ dedi. Bu arada, Türk-İş Genel Merkezi önüne kendilerini zincirlemek isteyen, aralarında Tekel işçilerinin de bulunduğu 10 kişilik grup gözaltına alındı.

27.05.2010


 

Sınır güvenliği İçişleri’ne

Avrupa Birliği üyelik müzakerelerinde ‘’Adalet, Özgürlük ve Güvenlik’’ faslında yer alan ‘’Entegre Sınır Yönetimi’’ kapsamında’’ Entegre Sınır Yönetimi Koordinasyon Kurulu’’ kurulacak.

Uyum çalışmaları çerçevesinde sınır kapıları ile kara ve deniz sınırlarında görev yapmak üzere İçişleri Bakanlığına bağlı profesyonel bir sınır güvenlik teşkilatının kurulması da amaçlanıyor.

‘’Entegre Sınır Yönetimi’’ne ilişkin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan imzalı genelge dünkü Resmî Gazete’de yayımlandı. ‘’Entegre Sınır Yönetimi’’nin, AB üyelik müzakerelerinde ‘’Adalet, Özgürlük ve Güvenlik’’ faslında yer aldığı kaydedilen genelgede, konuyla ilgili AB uyum çalışmalarının İçişleri Bakanlığının koordinasyonunda, ilgili kurumların da katkılarıyla sürdürüldüğü belirtildi. Türkiye’nin daha açık ve daha güvenli bir sınır kontrol ve gözetim yapısına sahip olabilmesi için bu konuda görevli kuruluşların ve mevzuatın AB müktesebatıyla uyumlu hale getirilmesinin hedeflendiği ifade edilen genelgede, tüm sınır kapıları ile kara ve deniz sınırlarında görev yapmak üzere İçişleri Bakanlığına bağlı profesyonel bir sınır güvenlik teşkilatının kurulmasının amaçlandığı da bildirildi. Genelgede, şunlar kaydedildi:

‘’Entegre Sınır Yönetimi ile ilgili olarak, Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Ulusal Program, Türkiye’de Dış Sınırların Korunmasına Yönelik Strateji Belgesi, Türkiye’nin Entegre Sınır Yönetimi Stratejisinin Uygulanmasına Yönelik Ulusal Eylem Planı, Reform İzleme Grubu Kararları, Katılım Ortaklığı Belgeleri, İlerleme Raporları gibi ulusal ve uluslar arası belgelerde yer alan hedeflerin gerçekleştirilmesi için strateji ve politika geliştirmek, kamu kurum ve kuruluşlarınca yerine getirilmesi gereken hususların uygulanmasını izlemek ve değerlendirmek, üst düzeyde koordinasyon ve işbirliğini sağlamak üzere İçişleri Bakanlığı Müsteşarı veya görevlendireceği müsteşar yardımcısının başkanlığında, Genelkurmay Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, Gümrük Müsteşarlığı, Denizcilik Müsteşarlığı, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, Emniyet Genel Müdürlüğü, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve İller İdaresi Genel Müdürlüğünden kurumları adına karar vermeye yetkili üst düzey temsilcilerin katılımı ile ‘Entegre Sınır Yönetimi Koordinasyon Kurulu’nun kurulması uygun görülmüştür. Kurul yılda en az iki defa toplanacak, çalışma usul ve esasları Kurul tarafından belirlenecek, sekretarya hizmetleri İçişleri Bakanlığının ilgili birimi tarafından yürütülecektir. Kurul, gerekli gördüğünde, diğer bakanlık, kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum örgütleri, meslek birlikleri ve özel sektör temsilcilerini toplantılarına davet edebilecektir. Kurul tarafından ihtiyaç duyulması halinde alt kurullar, teknik komiteler ve çalışma grupları oluşturulabilecek, bu kurul, komite ve gruplarda ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının yanı sıra sivil toplum örgütleri, meslek birlikleri ve özel sektör temsilcileri de yer alabilecektir. Kurul çalışmalarının bir bütünlük içinde gerçekleştirilmesi ve eş güdümün gerektiği gibi sağlanması için tüm kamu kurum ve kuruluşlarınca gereken destek ve yardımın sağlanması hususunda bilgilerini ve gereğini rica ederim.’’

27.05.2010


 

Et entegre tesisinde arama

Erzİncan’da bir et entegre tesisinde ‘’Ergenekon’’ soruşturması kapsamında arama yapıldığı bildirildi.

Edinilen bilgiye göre, Erzincan İl Jandarma ve Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerince, Erzincan-Çağlayan karayolunun 5. kilometresinde bulunan bir et entegre tesisinde, Ergenekon soruşturması kapsamında sabah saatlerinde çalışma başlatıldı. Basın mensuplarının alınmadığı tel örgüler arkasında dedektörlerle arama yapıldığı dikkati çekti. Bu arada, öğle saatlerinde İl Özel İdare Müdürlüğü’ne ait bir kamyon ve iş aracı da tesislere getirildi. Öte yandan, söz konusu tesisin sahibi Ö.Ü’nün kardeşi H.Ü’nün ‘’Ergenekon’’ davasında tutuklu yargılandığı öğrenildi.

27.05.2010


 

Son Şahitlerden Şenel vefat etti

Bedıüzzaman Said Nursî Hazretlerini gören son şahitlerden Hafız Namık Şenel, dün sabah saatlerinde geçirdiği kalp krizi neticesi vefat etti.

Cenaze namazı bugün önce saat 10.00’da Nazilli Koca Camii’nde, aynı gün ikindi namazını müteakip Emirdağ Çarşı Camii’nde kılınacak olan Şenel, Emirdağ’da defnedilecek. Aslen Emirdağ’ın Veysel Köyünden olan Şenel, bir müddet Üstadın imamlığını da yapmıştı. “Son Şahitler Bediüzzaman Said Nursî’yi Anlatıyor” kitabının 4. cildinde Üstad ve talebeleriyle ilgili pek çok hatırası bulunan Hafız Namık Şenel, Emirdağ’da Üstad’la Menderes’in uzaktan selâmlaşmasına da şahitlik edenlerdendi. İlgili hatırayı, merhum ağabeyimize rahmete vesile olması dileğiyle aktarıyoruz: “Merhum Adnan Menderes 1958 yılında Emirdağ’a gelmişti. Mahşerî bir kalabalıkla yürüyorlardı. Tam Üstad Hazretlerinin oturdukları evin önüne geldiklerinde, ona Üstadın evini gösterdiler. Ben de bu manzarayı görmek için tam karşıya durmuştum. Merhum Menderes pencereden bakan Üstada elini kaldırarak selam verdi. Üstad ise buna mukabeleten iki elini birden kaldırarak kucak açmış şekilde Menderes’e selâm verdi. Bu sırada öyle bir alkış tufanı koptu ki, ben öyle bir alkış görmedim. Sanki yer yerinden oyunuyordu.” (Son Şahitler, c. 4, s. 115)

27.05.2010


 

Karışan cenazeler sahiplerine verildi

Maden ocağındaki patlamanın ardından cenazeleri karıştığı iddia edilenlere yapılan DNA testleri tamamlandı. Açılan 6 mezardan çıkarılan cenazeler gerçek sahiplerine teslim edildi.

Alınan bilgiye göre, 17 Mayıstaki grizu patlamasının ardından bazı ailelerin, cenazelerin karıştığı yönündeki iddiaları üzerine yapılan DNA testleri sonuçlandı. Test sonuçlarına göre, kimliği belirlenemediği için Zonguldak Atatürk Devlet Hastanesi morgunda cenazesi bekletilen 3 işçinin Kadir Ötgüç, Hasan Ersin ve İlker Bebek olduğu belirtildi. Maden ocağında ulaşılamayan işçilerin ise Engin Düzcük ve Dursun Kartal olduğu belirlendi. Ötgüç'ün ailesine teslim edilen cenazenin, maden mühendisi Ramazan Yavuz'a, Yavuz'a ait sanılarak defnedilen cenazenin Murat Özbay'a ait olduğu belirlenen testler sonucunda, Hasan Ersin diye defnedilen cenazenin de Ahmet Karabektaşoğlu'nunki olduğu tesbit edildi. Ersin'in cenazesinin ise morgda bekletilen 3 cenaze arasında yer aldığı öğrenildi. Engin Düzcük sanılarak toprağa verilen cenazenin Erdem Alkin, İlker Bebek diye defnedilenin Sabri Özdal olduğu, Düzcük'ün maden ocağından çıkarılamayan 2 işçiden birisi olduğu anlaşıldı. Özdal sanılarak toprağa verilen cenazenin ise Erkan Taşdemir'inki olduğu kaydedildi. Yanlış defnedilen cenazelerin mezarları açılarak çıkarıldığı ve getirildiği Zonguldak Atatürk Devlet Hastanesinde ailelerine teslim edildiği bildirildi.

27.05.2010


 

Türk’e yumruğa 4 yıl hapis istendi

Kapatilan DTP’nin Genel Başkanı Ahmet Türk’e yumruklu saldırıya ilişkin hazırlanan iddianamede tutuklu İsmail Çelik hakkında, "Vücutta kırık oluşturacak şekilde kasten yaralama” suçundan 1,5-4 yıla kadar hapis cezası istendi.

Muş’un Bulanık ilçesindeki olaylarda 2 kişinin ölmesiyle ilgili Samsun 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen dava çıkışı Ahmet Türk’ün adliye önünde basın açıklaması yaparken saldırıya uğramasıyla ilgili soruşturma tamamlandı. Cumhuriyet Savcılığı tarafından hazırlanan iddianamede, tutuklu sanık İsmail Çelik hakkında “vücutta kırık oluşturacak şekilde kasten yaralama” suçundan 1,5 ila 4,5 yıl arasında hapis cezası talep edildi. Tutuksuz sanık Uğur Keskinsoy hakkında ise TBMM Destek Hizmetleri Daire Başkanlığına ait TBMM 028 plakalı araca zarar verdiği iddiasıyla “kamu malına zarar verme” suçundan 1-6 yıl arasında hapis cezası istendi.

27.05.2010


 

İşsizliğin çözümü meslekî eğitimde

Demokrat Eğitimciler Sendikası (DES) ve DES Stratejik Araştırmalar merkezi (DESAM) 19 – 25 Mayıs tarihlerinde kutlanan Gençlik Haftası kapsamında hazırladığı “İşsizliğin Çözümü Meslekî Eğitimde” adlı Ar-Ge raporunda, Türkiye’deki genç nüfusun işsizliğine dikkati çekti.

Türkiye’de 15 – 24 yaş aralığındaki genç nüfusun yüzde 25,5’inin işsiz olduğu vurgulanan raporda, işsizliğin önüne ancak meslekî eğitimle geçilebileceği kaydedildi. Türkiye’de eğitim ile istihdam ilişkisinin zayıf ve çarpık olduğunu belirten rapora göre, Türkiye’deki üniversite mezunlarının yüzde 25’i işsiz fakat buna karşılık nitelikli iş gücü bulmakta zorlanan pek çok işveren de bulunuyor ve Türkiye’de 1 milyon dolayında yabancı işçinin de çalıştığı da yapılan tesbitler arasında. Kamu ve özel İş piyasası ile YÖK ve Millî Eğitim Bakanlığı arasında programlı ve etkili bir diyaloğun ve koordineli ortak aklın oluşturulmasına büyük ihtiyaç olduğunu vurgulayan rapor hakkında değerlendirmelerde bulunan DES Genel Başkanı Gürkan Avcı, “Türkiye’de örgün ve yaygın eğitim kurumları ile gerek kamu ve gerekse özel sektörün ihtiyacı ve iş piyasası kısa – orta ve uzun vadeli olarak planlanmalıdır” dedi.

325 BİN ÖĞRETMEN ADAYI ATANMAYI BEKLİYOR

Atanmayı bekleyen 325 bin öğretmen adayının 5 yıl sonra 600 bini bulacak olması da bu plansızlığın ve koordinasyonsuzluğun önemli bir göstergesi olarak görülmesi gerektiğini kaydeden Avcı, üniversite eğitimi almış genç nüfus başta olmak üzere bütün işsiz vatandaşlara ivedilikle hayat boyu öğrenme kapsamında verilecek nitelikli meslekî eğitim ve kurs faaliyetlerinin sistematik bir yapıya kavuşturulması gerektiğini vurguladı. Bu faaliyetlerin örgün eğitim kurumları tarafından destek ve katılımını gerçekleştirerek işe başlanılması gerektiğini söyleyen Avcı, “Bu sistemle işe yaramayan düz lise diplomaları ve marketlerde kasiyer olmak dışında referans değeri olmayan üniversite diplomaları yerine, alınacak olan meslekî yeterlilik belgelerinin en az diploma kadar değer göreceği muhakkaktır” dedi.

GELİŞMİŞ ÜLKELERDE ÖĞRENCİLERİN YÜZDE 65’İ MESLEK LİSELERİNDE

Eğitim konusunda bütün gelişmiş ülkelere bakıldığı zaman düz liselerde okuyan öğrenci sayısının yüzde 35 iken meslek liselerinde okuyan öğrenci sayısının yüzde 65 olduğunun görüleceğini bildiren Gürkan Avcı, Türkiye’denin bunun tam tersi olduğunu söyledi. Eğitim sisteminin meslek liselerinin önünü kapatan bir noktada olduğunu söyleyen Avcı, “Meslekî eğitimin önünü kapatan engeller yargı yoluyla ve YÖK düzenlemeleriyle düzeltilemiyorsa, bunun TBMM’de kökten çözülmesi en pratik çözüm yoludur” dedi.

27.05.2010


 

ÖĞRENCİLERDEN SEMA GÖSTERİSİ

Hatay’ın Dörtyol ilçesinde ana sınıfı öğrencilerinin hazırladığı yılsonu gösterisine İlk Adım Ana Okulu öğrencilerinin sunduğu sema gösterileri damgasını vurdu.

İlçe merkezindeki ana sınıfı öğrencilerinin katıldığı program kaymakamlık binası önünden spor salonuna kadar yürüyüşle başladı. Spor salonunda saygı duruşu ve İstiklâl Marşının okunmasının ardından bir konuşma yapan Dörtyol Kaymakamı Hayri Sandıkçı, okul öncesi eğitime büyük önem verdiklerini belirterek, önümüzdeki yıldan itibaren belde ve köylerde okul öncesi eğitime gitmeyen çocuğun kalmayacağını söyledi. Sandıkçı, “Çocukların eğitiminde çok önemli yeri olan okul öncesi eğitimin başarılı olabilmesi için ailelerle okulun birlikte hareket etmelerinin çok faydalı olacağına inanıyorum.” dedi. Minik öğrencilerin sema gösterisi ile çeşitli yörelere ait halk oyunlarının sergilenmesi büyük ilgi gördü. Şiirlerin okunmasının ardından öğrenciler öğretmenleri ile 10. Yıl Marşı’nı ve Hayat bayram olsa adlı şarkıyı seslendirdi.

27.05.2010


 

Haziranda çipli pasaport geliyor

Emnİyet Genel Müdürlüğü, hazırlıkları yılları alan e-pasaportu 1 Haziran’dan itibaren vermeye başlıyor. Vatandaşlar, pasaport başvurularını bulundukları illerden yaparken, yeni pasaportlar Gölbaşı’nda kurulan merkezden basılarak kargo aracılığıyla gönderilecek. Yeni pasaportlar sınır kapılarında ve hava limanlarındaki yoğunluğu önlerken, sahteciliğe karşı etkin güvenlik katmanı içeriyor.

Türkiye’nin de yeraldığı 190’ın üzerinde üyesi bulunan Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü (ICAO) tarafından alınan tavsiye kararı uyarınca, üye ülkeler 1 Nisan 2010 tarihi itibariyle Makinede Okunabilir Pasaport (MOP) üretimine başlandı. Eski tip pasaportların ise bütün dünyada 24 Kasım 2015 tarihi itibariyle yürürlükten kaldırılmasını öngören karar çerçevesinde, uzun zamandır çalışmaları sürdürülen yeni pasaportlar, 1 Haziran 2010 tarihinden itibaren verilmeye başlanacak. Emniyet Genel Müdürlüğü, ‘’Biyometrik’’, ‘’Elektronik’’, ‘’Çipli’’ pasaport olarak da adlandırılan e-pasaportların basımı için Gölbaşı’nda Pasaport Basım Merkezi kurdu. Vatandaşlar 81 il emniyet müdürlüğü ve 110 ilçe merkezi, yurt dışında konsoloklar ve büyükelçiliklerden başvuru yapabilecekler. Vatandaşlar, gerekli belgelerle yaptıkları başvurular, illerin pasaport birimleri tarafından online sistemle Pasaport Basım Merkezi’ne ulaştırılacak. Merkez, pasaportu hazırlanmasının ardından kargo ile vatandaşın beyan ettiği adrese gönderilecek. Adresinde iki defa aranan kişi bulunamazsa, pasaportunu başvuru yaptığı ilden alabilecek.

YENİ YAPILANMA

Emniyet Genel Müdürlüğü, pasaportların getireceği yeni iş yükünü organize edebilmek için yeni bir yapılanmaya gidiyor. Yabancılar Hudut İltica Daire Başkanlığı bünyesinde şube müdürlüğü olarak faliyet yürüten birim Daire Başkanlığı oluyor. Pasaport Daire Başkanlığı’nın kuruluş çalışmaları İçişleri Bakanlığı tarafından yürütülürken, bu dairede ve basım merkezinde görev yapacak 220 personel belirlendi. Makinede Okunabilir Pasaportlarda, klâsik pasaportlardan farklı olarak kimlik sayfasının alt kısmında her biri 44 karakterden oluşan ve özel okuyucu cihazlarla okunabilen iki satırlık bir alan bulunuyor. Halen kullanılan ve makinede okunamayan nitelikteki eski tip pasaportlar geçerlilik süreleri 24 Kasım 2015 tarihine kadar kullanılabilecek. Rengi daha önce lacivert olan yeni sistemde ise bordoya dönüştürülen umuma mahsus e-Pasaportlar; en az 6 ay olmak üzere 1 yıllık, 2 yıllık, 3 yılllık ve üstü süreli olarak düzenlenebilecek. Bu pasaportlar 10 yıla kadar süreli olabilecek.

27.05.2010


 

Hac kuraları çekildi

Hac farizasını yerine getirmek için bu yıl kutsal topraklara gidecek adaylar, bilgisayar ortamında çekilen kurayla belirlendi.

Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’nun da katıldığı kura çekimi, Başkanlığın Konferans Salonu’nda yapıldı. Bardakoğlu, haccın evrensel boyutu öne çıkan ibadetlerden biri olduğunu söyledi. Ümit ve dua ile hacca niyet etmiş kişilerin büyük bir kısmına bu imkanı verememenin ve kısıtlı sayıda kişiyi hacca götürebilmenin hüznünü yaşadıklarını belirten Bardakoğlu, başvuran her 11 hacı adayından sadece birinin hacca gidebileceğini bildirdi. Bunun, Suudi Arabistan’ın uyguladığı kotadan kaynaklandığını hatırlatan Bardakoğlu, en iyi hac organizasyonunu yapan ülkelerden biri olması dolayısıyla Türkiye’nin her yıl ek kontenjan aldığını ifade etti. Bardakoğlu, bu yıl Harem bölgesindeki yıkımlar dolayısıyla ek kontenjan verilip verilmeyeceği konusunda henüz kesin bir karar olmadığını dile getirdi. Bu yıl kuraya, 800 bin hacı adayının katıldığını bildiren Bardakoğlu, bunlardan 74 bininin hacca gidebileceğini söyledi. Başvuran kişilerin adil ve hakkaniyetli bir şekilde seçilebilmesi için geçen yıldan beri ‘’katsayı’’ uygulamasına geçtiklerini belirten Bardakoğlu, bu kapsamda 4 yıldır kuraya katılan ancak ismi çıkmayan adayların 16 kez kuraya katılacaklarını, 2 yıldır başvuru yapanların ise 4 kuraya katılma hakkına sahip olacaklarını kaydetti.

27.05.2010


 

LYS’de çoğunluk iki sınava girecek

Ünİversİteye girişte ikinci aşama sınavları olan ve toplam beş ayrı alanda düzenlenecek Lisans Yerleştirme Sınavlarına (LYS) başvuran adayların çoğunluğunun tercihi ‘’iki sınava’’ katılmak oldu.

Sınavları gerçekleştirecek olan Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi’nin (ÖSYM) Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan, 2010-LYS’ye toplam 872 bin 800 adayın başvurduğunu bildirdi. Üniversiteye girişin birinci aşaması olan Yükseköğretim Geçiş Sınavı (YGS) sonucunda 1 milyon 233 bin 580 aday LYS’ye katılma hakkı elde etmişti. Adaylardan 680 bin kişinin iki sınava, 146 bin kişi üç sınava, 13 bin 300 kişinin dört sınava, 2 bin kişinin beş sınava girmek için başvurduğunu kaydeden Yarımağan, ‘’LYS puanıyla öğrenci alacak programların kontenjanları henüz belli değil, ama geçen yıl 275 bin kişiydi. Bu sene de 300 bin dolayında olur. 300 bin dolayındaki bir kontenjan için 872 bin kişi rahatlıkla yetecek bir sayı’’ diye konuştu.

27.05.2010


 

Giyim yardımları nakden ödeniyor

2009 toplu görüşmelerinde mutabakata alınan ‘Giyim Yardımlarının Nakden Ödenmesi’yle ilgili yönetmeliğin Bakanlar Kurulu tarafından imzalandı. Sağlık-Sen’den yapılan açıklamaya göre, söz konusu değişikliğin, önümüzdeki günlerde Resmî Gazete’de yayımlanması bekleniyor.

Giyim Yardımlarının nakden ödenmesi ile ilgili yönetmelik değişikliğinin yürürlük tarihi 1 Ocak 2010 olacak. Son olarak 31 Mart 2010 tarihinde Maliye Bakanı ile görüşen Memur-Sen Yönetimi, giyim yardımlarının nakden ödenmesi konusundaki düzenlemenin bir an önce hayata geçirilmesi talebini iletmişlerdi.

27.05.2010


 

Aile hekimlerinin nöbetine iptal istemi

Türk Sağlık-Sen, aile hekimlerinin adlî tıp nöbetinde görevlendirilmesinin iptali için mahkemeye başvurduklarını bildirdi.

Sendika Genel Merkezi’nden yapılan yazılı açıklamada, sendika tarafından Düzce’de görev yapan aile hekimlerinin nöbet ve icap nöbeti tutmak suretiyle adlî tıp hizmetlerinde görevlendirilmelerinin iptal edilmesi için Sakarya Nöbetçi İdare Mahkemesinde dâvâ açıldığı belirtildi. Dâvâ dilekçesinde Aile Hekimliği Yönetmeliğinde aile hekimlerinin görevleri arasında nöbet ve icap nöbeti tutmak suretiyle adlî tıp hizmetlerini görmek gibi bir göreve yer verilmediği ifade edilen açıklamada, aile hekimlerinin yangın, deprem, sel felâketi gibi olağanüstü durumlar hariç çalışma saatleri dışında çalıştırılmalarının mümkün olmadığına dikkat çekildi.

27.05.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Bütün haberler

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.