Kültür-Sanat |
Demokrasiyi hazmedemeyenler var |
RİSALE-İ Nur Enstitüsü Tire Temsilciliği tarafından, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin vefatının ellinci yılı vesilesiyle düzenlediği, “Said Nursî ve Demokratik Açılım” konulu panel, Tire Belediyesi Seha Gidel Kültür Salonunda gerçekleştirildi. Bu panelle birlikte Risale-i Nur Enstitüsü, yurt çapındaki 2010 yılının akademik toplantılarını da başlatmış oldu. Yöneticiliğini Risale-i Nur Enstitüsü akademik kurul üyesi Gökçe Ok’un yaptığı panele, konuşmacı olarak gazetemiz Genel Yayın Müdürü Kâzım Güleçyüz, Av. Kadir Akbaş katıldı. Genel sunumunu Bekir Keseli'nin gerçekleştirdiği panelin açılış konuşmasını yapan Yeni Asya Gazetesi yazarlarından Süleyman Kösmene, Said Nursî’nin vefatının 50. yılında toplumu doğru bilgilendirmek bizim boynumuzun borcu olduğuna dikkat çekerek, “II. Meşrûtiyetin ilânından bu güne kadar geçen yüz yıllık süre içerisinde Bediüzzaman ve Nur Talebeleri meşrûtiyetin, cumhuriyetin adalet, meşveret ve kuvvetin kanunlara bağlanması demek olduğunu anlatmış, cumhuriyetin gerekliliği konusunda her zaman görüş bildirerek, savunarak, demokrasinin işlemesine katkıda bulunmuşlardır” dedi. Parlamentoya karşı olanların 31 Mart’ta kalkıştıkları ayaklanmayı engellemek için Bediüzzaman’ın büyük bir gayret içerisinde çabaladığını, mahkemede yargılanırken de meşrûtiyeti savunduğunu ifade eden Kösmene “Said Nursî meşrûtiyete sahip çıkmış meşrûtiyetin gayrimüslim ve azınlıklara verdiği hak ve özgürlükler nedeniyle endişe duyan medrese talebelerine gerçeği anlatmış, 60 kadar aşiret reisine mektup yazarak meşrûtiyeti sahiplenmelerini sağlamıştır” şeklinde konuştu.
BEDİÜZZAMAN FİKİRLERİNİ HAYATINDA YAŞAMIŞTIR
Oturumu yöneten, Risale-i Nur Enstitüsü Akademik Kurul üyesi Gökçe Ok, bugüne kadar okuduğu yazarlar arasında üç grup fikir adamıyla karşılaştığını, bunların arasında, Said Nursî’nin; görüntüsü, dik duruşu, fikirleri ve fikirlerini hayatında yaşaması anlamında gerçek bir fikir abidesi olduğunu vurguladı. Ok, “Rahmetli Cemil Meriç’in de dediği gibi, fikrin namusunu kurtaran adamdır Said Nursî. Bugünkü hükümet Said Nursî’nin yüzyıl önceki çağrısına ve yol haritasına icabet ederek açılım politikasını yönlendirmelidir. Aksi takdirde muvaffak olamaz” dedi.
DEMOKRATİK AÇILIM SADECE TERÖR DEĞİLDİR
Açılımın içerisinin doldurulmasının uygulama süreci kadar önemli olduğunu vurgulayan Kâzım Güleçyüz, “Terör çok canlar almış, canımızı yakmıştır. Türkiye’de demokrasi ve hürriyet eksikliği var. Büyük çoğunluk mağduriyet psikolojisi ile yaşıyor. AB demokratikleşme süreci kapsamında Türkiye’deki çalışmaları denetleyen Verheugen, Hatay Ortodoks Kilisesini ziyaret edip ‘sorunlarınız var mı?’ diye sorduğunda ‘Siz esas Müslümanlara sorun, onların bizden fazla sorunu var, daha kötü durumdalar’ cevabını almıştır. Bu cevap, demokratik açılımın içerisinin ne şekilde doldurulması gerektiği konusuna verilmiş en iyi cevaptır” dedi. Güneydoğunun bu hale gelmesinde en büyük rolün Diyarbakır cezaevi ve benzerlerinde uygulanan şiddet rejimi olduğunu ifade eden Güleçyüz, “1400 yıl önce sağlanan demokratik ortam, idarecilerin halka bakışı bugün bizlere örnek olmalıdır. Türkiye dokunulmazlıklar cennetidir. Demokrasiyi hazmedemeyenlerin ortaya koyduğu bu tabloda bürokratlar, genelkurmay başkanı, kuvvet komutanları başta olmak üzere bir çok insan dokunulmazlık zırhı altında saklanarak her türlü anti-demokratik oluşumu hayata geçirmektedirler. Said Nursî’nin dediği gibi, bizim düşmanımız cehalet, zaruret ve ihtilâftır. Bununla mücadele etmenin yolu da san'at, marifet ve ittifaktır yani sanayileşme, eğitim ve birleşmedir” ifadelerini kullandı.
GENELKURMAY HÜKÜMETİN EMRİNDEDİR
Diğer panelist, Demokrat Hukukçular Derneği Başkanı ve hukukçu-yazar Kadir Akbaş ‘sivil kurumlar orduyu yıpratmak istiyor’ bahanesiyle darbe planları yapan bir avuç çapulcu grubun olup bitenleri yalanlama çabası içerisine girdiklerini belirterek, “1960 yılında dönemin Genelkurmay Başkanı ‘ordu ancak hükümetin emrinde devletin bekasını korumakla görevli bir kurumdur’ diyerek bir avuç çapulcu teğmene kafa tutmuştur. Sonucunda ihtilâl yapanlar orduyu hukuk çerçevesinde tutmaya çalışan bu insanı tekmelemişlerdir. Ardından kurdukları uyduruk mahkemede üç demokrasi kahramanını şehit etmişlerdir. Yakın tarihimize baktığımızda bu tür planları ortaya koyan zihniyetin her zaman var olduğu açıkça görülecektir. Hükümetler, parlamenterler halka hesap veriyorken, hukuk devletinde hiçbir kurum mensubu bunun dışında kalamaz” diye konuştu. Genel Kurmayın ordunun hükümetin emrinde, ona bağlı bir kurum olduğunu kabullenmesi gerektiğinin altını çizen Akbaş “Ordu hükümete bağlı ve devleti dış düşmanlara karşı korumakla görevli bir kurumdur. Yakın dönemde Hilmi Özkök; orduyu bu çerçevede tutmaya çalışmış, bunda kısmen başarılı olsa da ordu içerisinde demokrasiyi içine sindiremeyen, anayasayı tanımayan bir avuç hazımsız insan bu sınırların dışına taşmaya çalışmıştır. Anayasada gerekli değişiklikler yapılarak ordu hükümete bağlanmalıdır. Ordu parlamentonun, hükümetin denetiminde olmalıdır. Ordunun, hükümetten, parlamentodan, başkumandan dediğimiz cumhurbaşkanından gizli hiçbir işi, hiçbir evrakı olamaz. Ordu devlet içerisinde devlet görüntüsünden sıyrılmalı ve hükümete tabi olmalıdır” vurgusunda bulundu. Panelin 2. bölümünde değişik örneklerle Bediüzzaman Said Nursî’nin demokratik açılım konusundaki fikir ve yöntemlerine örnekler veren konuşmacılar, katılımcıların sorularına da cevap verdi.
"Askerî yargı kaldırılmalı"
Ordunun kendi yargı erkini oluşturamayacağını da kaydeden Akbaş “Hiç kimse hem avukat, hem hakim, hem savcı, hem de suçlu olamaz. Askerî yargı organları Türk yargı hukukundan ayrı tutulamaz. Askerî yargının tek istisnası disiplin suçları olmalıdır. Bize yapı itibari ile en çok benzeyen Fransa yakın zamanda bütün askerî yargı organlarını, birimlerini kaldırmış, kapatmıştır. Polis nasıl yargıya hesap veriyorsa, idarî mahkemelerce denetleniyorsa asker de denetlenmelidir. Kendi suçlularını kendi yargılayan kurumlar eninde sonunda ülkenin başına dert olacaktır. Ordu hiçbir zaman durumdan vazife çıkartamaz” şeklinde konuştu. |
05.02.2010 |