Basından Seçmeler |
Darbelerin yerini artık yargı aldı YARGININ BAĞIMSIZ AMA TARAFSIZ OLMADIĞINI SÖYLEYEN ANAYASA HUKUKU PROFESÖRÜ TURHAN, “ÇAĞIMIZDA ASKERÎ DARBE TEHLİKESİ ARTIK ÇOK ZAYIFLADI. BUNUN YERİNİ ŞİMDİ YARGI ALMAYA BAŞLADI. DEMOKRASİ VESAYET ALTINDA. VESAYETİ ORDU VE YARGI KURMUŞ” DEDİ... Yargının bağımsızlığı Anayasa’da hükümlerle ve kurumlarla güvence altına alınmış, ama neden biz hâlâ yargının bağımsız olup olmadığını tartışıyoruz?
Gerek 1961 Anayasası gerekse 1982 Anayasası yargı organının bağımsızlığını, yargıçlık teminatını oldukça ayrıntılı bir şekilde düzenlemiş, büyük güvenceler getirmiş. Bunu sağlayacak bir de Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nu getirmiş. Yalnız, Türkiye’de bağımsızlık, yargıçların tarafsızlığını, yansız olmalarını sağlamıyor. Verilen teminatların ve kurulun asıl amacı, bağımsızlık sonucunda yargının yansızlığını gerçekleştirmek, ama ülkemizde yargı organı bu tür bir yansızlığa sahip değil.
PSİKOLOJİK BİR OLAY
Neden?
Benim incelediğim davalarda, özellikle anayasa yargısında, genellikle hakimler ve savcılar, kişi ile devlet arasındaki uyuşmazlıklarda devletten yana tavır alıyorlar. Devletin resmi ideolojisinden yana tavır alıyorlar. Hakimlerin bağımsızlığı veya hakimlik teminatı, anayasada yazılan hükümlerle gerçekleştirilmesine rağmen, yansızlık psikolojik bir olay. Dolayısıyla, yansızlığı Anayasa hükümleri ile gerçekleştirmek mümkün değil.
ORTADA BİR SORUN VAR
Anayasa’da hakim ve savcı teminatını getirirken, HSYK bir dâvâyı yürüten savcıların görev yerlerinin değiştirilmesi önerisinde nasıl bulunulabiliyor?
Orada bir sorun var. Yargı organının bağımsızlığı, hakimlik teminatı dediğimizde, görevden alınamamaları, emeklilik yaşından önce emekliye sevk edilememeleri, mali teminatları, idari görevlere atanmamaları teminatını anlıyoruz. Fakat, coğrafi teminat yok. Anayasa, yerlerinin değiştirilemeyeceği ile ilgili bir güvence getirmemiş. Bir hakimin görevini tamamen huzur ve sükun içinde yapabilmesi için bunlara ek olarak görev yerinin değiştirilememesi gerekir. Bu teminat eski Hakimler Kanunu’nda vardı, coğrafi teminat 1972 yılından beri ülkemizde mevcut değil. Ayrıca, bir hakimin kendi isteği olmaksızın, hakimlik sınıfından alınıp savcılık sınıfına nakledilmemesi de gerekir.
HİÇ İTİRAZ EDİLMİYOR
Yargı, yasama ve yürütmenin üstünde bir pozisyonu nasıl alabilir?
Bizim ülkemiz demokrasi açığı olan bir ülke. Bizim ülkemizde demokrasiye hiç itiraz edilmiyor, ama yaygın bir biçimde halktan korkuluyor. Bunun en bariz örneğini Aysun Kayacı’da görebilirsiniz. “Benim oyumla çobanın oyu nasıl bir olabilir” dedi, bu görüş benim gördüğüm kadarıyla sadece Aysun Kayacı’da değil, çok büyük bir kitlede var. Bunlar, “Halkın seçtikleri her şeyi yapamamalı. Bunlar üzerinde bir denetim kurulmalı” diye düşünüyor. Bu denetim de özellikle askerlere ve yargı organına ihale edilmiş durumda, onlar bu denetimi yapıyorlar. Halka güvensizlik olması nedeniyle asker ve sivil bürokratlar halk üzerinde bir vesayet rejimi kurmuşlar ve bunu sürdürüyorlar.
ÖN PLANA ÇIKMAYA BAŞLADI
Yargı eliyle mi yapılıyor artık darbeler?
Çağımızda askeri darbe tehlikesi artık çok zayıfladı. Bunun yerini şimdi yargı almaya başladı. Ordunun geri çekilmesi ile birlikte yargı ön plana çıkmaya başladı. Yargı içinde de en fazla bu denetimi yapma yetkisine sahip olan Anayasa Mahkemesi. Anayasa Mahkemesi Anayasa’ya uygunluğu denetliyor, 1982 Anayasası ne kadar değiştirilirse değiştirilsin, Anayasa Mahkemesi’nin vesayetine izin verecek bir anayasa durumunda kalıyor. Bu Anayasa- ’nın en kısa zamanda baştan sona değiştirilmesi lazım.
TÜRKİYE’DEKİ DEMOKRASİ VESAYET ALTINDA
Tarafsız olması gereken yargının bir ideolojisi olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Türkiye’de yargının bir ideolojisi var. Yargının ideolojisi resmi devlet ideolojisi. Kişi ile devlet arasında bir sorunla karşılaştığında devletten yana tavır alıyor.
GÖREV EDİNMİŞLER
Görev edinmişler
Neden böyle bir yaklaşım sergiliyor? Çünkü, Türkiye’deki demokrasi vesayet altında bir demokrasi. Bu vesayeti yerine getiren iki önemli yer var. Birisi ordu, askerler, öbürü de yargı organı. Bunlar kendilerine böyle bir görev edinmişler. Meclis üzerinde bir vesayet görevine sahip olduklarını düşünüyorlar. Son zamanlarda askerler bu görevinden yavaş yavaş çekilmeye başlamasına rağmen, yargı bunu oldukça heyecanlı bir şekilde üstlenmeye çalışıyor. Yargı organlarının böyle bir misyonu olmuş.
ANAYASA ÖYLE DİYOR
Yargı neden böyle bir misyon üstleniyor?
Çünkü, Anayasa’da sistem böyle. Anayasa’nın başlangıcında “Türk vatanı ve milletinin ebed varlığını ve Yüce Türk Devleti’nin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O’nun inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda...” diye başlıyor. Bütün Anayasa’da bunlar var. Yargı organı bunları korumakla kendisini yükümlü hissediyor, “Ben koruyacağım” diyor.
ÖZGÜRLÜKLER İKİNCİ PLANDA TUTULUYOR
Yargının resmî ideolojisi olması yargıya nasıl yansıyor?
Bir yargıç ne kadar yükselirse resmi ideolojiyi savunması da o oranda artıyor. Yani, resmi ideolojiyi fazla savunmayan yargıçlar ve savcılar fazla yükselemiyorlar. Yargıtay’a, Danıştay’a veya Anayasa Mahkemesi’ne gelmiş olan yargıçlar büyük ölçüde bu ideolojiyi benimsemiş kişiler oluyorlar. Bu ideoloji devletçi bir yaklaşımı gerektiriyor, hak ve özgürlükler ikinci planda tutuluyor.
ANAYASA DEĞİŞMELİ
Bu nasıl değişebilir?
Anayasa’nın değiştirilmesine bağlı. n Anayasada yasama, yürütme ve yargının bir diğerine üstünlüğü yok, bu Anayasa’ya uymayı kendisine görev edinen yargı, yürütme ve yasamanın üstünde olma gücünü nereden alıyor? Anayasa, “kuvvetler ayrılığı, kuvvetlerin birbirine üstünlüğü değildir” diyor. Siz de haklı olarak “Bu durumda ne oluyor?” diyorsunuz, şu anda Türkiye’de yargının üstünlüğü ortaya çıktı.
BAŞÖRTÜSÜ KARARI...
Yargının “Ben yasama ve yürütmenin üstündeyim” görüşü ne zaman ortaya çıktı?
Anayasa Mahkemesi’nin son verdiği, başörtüsü kararı ile ortaya çıktı. Anayasa Mahkemesi, bu kararı ile “Ben bundan böyle artık Anayasa değişikliklerinin Anayasa’ya uygunluğunu denetleyeceğim” dedi.
ANAYASA MAHKEMESİ CHP’NİN OLDU
Anayasa Mahkemesi’nin yapısı nasıl olmalı?
Anayasa Mahkemesi 11 asil, 4 yedek üyeden oluşuyor. Hepsini Cumhurbaşkanı atıyor. Bu atamaların en az yarısını Meclis yapmalı.
İKTİDAR DÂVÂ AÇMAZ
Anayasa Mahkemesi, bir bakıma muhalefet görevini de yerine getiriyor.
Cumhurbaşkanı, iktidar, anamuhalefet partisi ve TBMM’nin beşte biri tutarındaki üyeleri, kanun yayınlandıktan sonra 60 gün içinde iptal davası açabiliyor. İktidar çıkardığı kanunlar için iptal davası açmaz. Bu davaları anamuhalefet partisi açıyor. İktidar partisinin çıkardığı hemen hemen bütün yasaları Anayasa Mahkemesi’ne götürüyor. Anayasa Mahkemesi, bu iptal davaları yüzünden bir yerde muhalefetteki partinin, özellikle şu anda CHP’nin mahkemesi haline dönüşüyor.
YENİ DÜZENLEME ŞART
Bu durum nasıl ortadan kaldırılabilir?
Yeni Anayasa’da iptal davası açılmasına ilişkin düzenleme kaldırılmalı. Çünkü, bu Anayasa Mahkemesi’nin de siyasileşmesine neden oluyor. Eğer cumhurbaşkanının iktidar partisi ile arası iyi değilse, o da Anayasa Mahkemesi’ne gidiyor. Bunu önlemek için iptal davası kaldırılmalı. Hak ve özgürlükleri zedelenen kişiler, doğrudan doğruya Anayasa Mahkemesi’ne gidebilmeli. Böyle bir bireysel başvuru hakkı getirilirse Anayasa Mahkemesi de daha çok hak ve özgürlükleri koruyan bir mahkeme haline gelecektir.
Röportaj: Seda Şimşek Bugün, 3.8.2009 |
04.08.2009 |
Hükümet iki büyük fırsatı harcadı
Hükümet, Türkiye tarihinde eline geçmiş bulunan iki büyük fırsatı heba etti: Biri 2003 ile 2005 yılları arasındaki iç ve dış konjonktürü yanlış okuması, diğeri yeni ve sivil anayasa hazırlığına girişirken bahsettiğimiz yanlış yönteme başvurması. Çok yazık oldu. Bu yanlışlarda ısrar edildiği için yaptığı düzenlemeler Anayasa Mahkemesi’nden ve Danıştay’dan dönüyor. Başörtüsü düzenlemesi sadece AYM’-den dönmekle kalmadı, neredeyse AK Parti’yi kapattırıyordu. Şimdi askere sivil yargı yolunu açan düzenleme yine AYM’de, imam hatiplerin mağduriyetini gideren düzenleme de Danıştay’da. Yani hükümet tek tek ampullerle uğraşıyor da, ana sigortaya gidip sorunu merkezden çözmeyi bir türlü başaramıyor. Ali Bulaç, Zaman, 3.8.2009 |
04.08.2009 |