Haberler |
Şehitlerimize duâ gönderdik |
BİR Çarşamba gecesi çıktık eskimez geçmişin yolculuğuna… Ankara’nın gençliğinden müteşekkil elli kişilik bir grupla… Üniversiteli ağabeyler, liseli ve orta okullu kardeşlerle fedakâr ağabeylerimizin organizasyonunda buluşuyordu. Yolculuk öncesi son kontroller yapılıyor otobüste ve az sonra yola çıkılıyor… Yedi Âyet-el Kürsi ardından mikrofon Ahmet Agabeyde... Gezimizin programını arz ediyor kısaca, genel uyarılar ve âyetlerle yıkanmış yüzlerden tebessümler yayılıyor her metresine yolun. Akrep yelkovanı kovaladıkça teker teker kapanıyor gözler… Nuranî sohbetten motorun gürültüsü kalıyor geriye… Uyuyorlar. Namaza açıyoruz gözlerimizi bir ulu diyarda Bursa’dayız. Yaklaşık iki yüz metrelik yürüyüşten sonra eskimez bir abidenin avlusunda buluyoruz kendimizi: Ulu Camii… Birazcık soğuk da olsa, abdestin tatlılığı ruhun dimağına serpiliyor. Az sonra yaklaşık bin kişilik cemaatle sabah namazı: Âyet doluyor camiye ve namaz sonrası tesbihat… Bursa’daki ağabeylerimizden ilâhiyatçı Ramazan Agabey bize Ulu Cami’nin tarihini anlatmaya başlıyor. İrili ufaklı 7-8 grupta farklı rehberlerde aynı meşgale içinde. Her duvarında bir dervişin ahı var bu cami- nin… Yıldırım hızıyla uzanıyoruz 1400’lere… Somuncu Baba, Üftade, Emir Sultan, Yıldırım Beyazıt, Süleyman Çelebi, (radiyallahu anhüm ecmain) bir bir geçiyor gönül gözünün önünden… Ramazan Ağabeyin Ulu Cami anlatımından sonra Yeni Asya Vakfı Bursa temsilciliğine yol alıyoruz… Kahvaltı ve dinlenme faslından sonra bir başka Ulu’ya yol alıyoruz… Nazif bir bahar, yol ilerledikçe yerini lâtif bir kışa bırakıyor. Uludağ'dayız… Beyaz sayfası kapanmamış daha… Yeşil, beyaz ve mavinin her tonunu bulabilirsiniz burada. Ağabeyler ve kardeşler karın tadını çıkarmaya başlıyor. Fotoğraf çekenler, kayanlar, kartopu oynayanlar, teleferiğe binenler… Bir iki saat kalınıyor dağda. Açlık bastırmaya başlıyor hâliyle, öğlen namazı da eklenince otobüs çalışıyor ve biniliyor. Yine vakfa iniliyor Uludağdan ve öğle namazının ardından yemek yeniliyor. Ardından ikindi namazı ve tekrar yolculuk… Bursa’daki misafirperver ağabeylerimize teşekkür dilekleriyle, yola devam ediyoruz. Rotamız Çanakkale’ye doğru… Gökyüzü yavaş yavaş gündüzün ölümüne şehadet ediyor. Kana bulanıyor sema ve batıyor güneş bir sabah-ı haşri’ye uyanmak için… Anadolu’nun hemen her bölgesinden kardeşler var… Çanakkaleyi Anadolu’nun bir misâl-i musağğarı olarak ziyaret etmeye gidiyorduk adeta… Bir kasabada akşam namazı kıldık, tekrar yola koyulduk… Tesbihatlarımıza yolculukta olsak bile dikkat ediyorduk… Saat dokuz buçuk gibi vardık Çanakkale’ye… Biraz sonra Yeni Asya Vakfına da ulaştık… Herkeste yol yorgunluğu, önce yemek, ardından yatsı namazı… Sağ olsunlar oradaki ağabeyler itina ile bizle ilgilendiler, gece yarısına yakın girildi yataklara… Sabah namazına müteakip kahvaltı… Cuma sabahıydı… Hani diyor ya şair: “Bilinen sabahlardan değil, bilinen Cumalardan da değil diye”.. İşte öyle bir Cuma sabahıydı… Kış uykusunda baharla uyanan toprağın, geceden gündüze uyanan güneşin ve uykudan namaza uyanan bizlerin hayatta birbirine girift ve mütedahil dairelerdeki Kudretin sikkesini görmüş olduk… Otobüse binip feribot iskelesine doğru yola çıktık… İskeleden feribota binip denizi tefekküre başladık… Eceabat’a varmış olduk. Çanakkale’de üniversite öğrencisi iki abi bize rehberlik etmek için geldiler. Ve başladı eskimez geçmişin sahası… Zaman zaman şiddetli, hafif bir rüzgâr geziyor başımızda. Binlerce bedende tek ruhun öyküsünü anlatmaya başlıyor ağabeylerimiz… Tabyalar, toplar, tüfekler, kaleler, boğaz, Çanakkale ve Osmanlı askerleri… O kadar nuranî ki anlatılanlar, sanki bu dünyaya ait değil hele Onbaşı Seyyid’in öyküsü… Ne kadar lâtif, nuranî ve şecaat dolu… Allah umum şühedanın ruhuna milyonlar rahmet etsin. Öğlene doğru bir kasabaya uğradık. Gün o kadar güzel sunulmuş ki insanın önüne… Etraf yemyeşil, hafif bir rüzgâr, bahar ve Cuma… Yavaş yavaş abdest almaya başlıyor ağabeyler, kardeşler. Güzel kıraatli hocamızın kıldırdığı namazdan sonra ziyaretimize devam ediyoruz. 57. Alay Şehitliği, Conkbayırı, Çanakkale Anıtı... Eskimez geçmişten gönlümüze kareler sundu Çanakkale. Evet geçilmemişti Çanakkale… Osmanlı bir beden olsaydı bu şehir onun nefesi olurdu. Biz şimdi torunlar olarak bu nefesi, nefis için bad-ı heva zayi etsek, ne kadar hasaret içine düşeriz değil mi? Göklere yükselen minarelerin güzelliği kulaklara gelen ezanın tadı Çanakkale’nin çehresini cennetleştiriyor. ‘Çanakkalelilere’ nasıl bir haritada yaşadıklarının şuurluluğu içerisinde olduklarından dolayı teşekkürlerimizi haykırıyoruz. Son olarak bu programı organize eden bütün ağabeylerimize, Bursa ve Çanakkale‘deki mihmandarlarımıza, Yeni Asya Vakfı’na istifadeli sohbetinden dolayı yazarımız Ali Ferşadoğlu’na kalbi duâ, selâm ve teşekkürlerimizi sunuyoruz. |
M. SAİD NURSÖZ 25.05.2009 |