"Gerçekten" haber verir 25 Nisan 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Kültür-Sanat

 

Kayıp

Yavaş yavaş merdivenden iniyordu. Her basamak bir sonraki basamağa yaklaştırırken yukarıdaki uğultular azalıyor, sesler önemini yitiriyordu.

Son basamağa geldi. Kapı aralıktı. Sanki onun dışarıya çıkabilmesi için kapı birileri tarafından açık bırakılmıştı. Avludan geçerken bilinmeyene doğru yürüyordu. Bahçe kapısına geldi. İlk kez tadacağı özgürlüğün son engeliydi bu. Sokağa çıktı.

Yürüdü. Önüne bakıyordu. Her iki yanındaki evler ve ağaçlar umurunda değildi. Kapı önlerinde oynayan çocuklar da. Onu sürükleyen her neyse peşine takılıyordu. Sokağın ucu kendini göstermiyordu. Bu sokaktan çıkıp çıkmamanın ne olduğunu da bilmiyordu aslında. Sadece birileri yanında yoktu. En çok onların nerde olduğunu ve neden yanında olmadıklarını anlayamıyordu.

Sokağın ucuna gelmişti. Dönüp arkasına bakmadı. İnsanlar geçip gidiyorlardı. Arabalar saniye saniyesine yeşil gözlerinde resim çiziyorlardı. Kimse arkasından arabalara dikkat et demiyordu. Önceden ona söylemişlerdi.

Adımlar yeniden yürümek için onu kışkırttı. Beş adım attı. Aniden durdu. Arabalara dikkat et demedikleri için sür'atle bir araba üzerine geliyordu.

***

Bardaklar boşalıyor bardaklar doluyordu. Hızını kesmeyen koşturma arkasına başka hızları takıyor, yüzlere bir yorgunluk bırakıyordu. Kahrı çekilen yorgunluk unutkanlığı da beraberinde getirmişti.

Evin hanımı en güzel pastaları misafirlerine ikram ediyordu. Sağından solundan gelen konuşmalara o da elinden geldiği kadar iştirak ediyor, konuşma konuşmayı tamamlayınca bir ayağa kalkıyor bir oturuyordu. Mutfak ve salon arasında gidip geliyor, aklı unutmaya odaklandığından gözünün önünde olmayanları hatırlayamıyordu.

Elinde pasta tabağıyla salona geçiş yaparken aniden durdu. Hatırlama unutmanın göbeğini kesti. “Nerde?” dedi. Cevap sorunun arkasından hemen geldi. “Yukarıya çıkmıştır.” Endişeye mahal yoktu. Pasta tabağını misafirin önüne koydu.

***

Olabilirdi tabiî. Neden olmasın. Hiçbir şey imkânsız değildi. Görünmeyen ufukta neler vardır. Dokunamadığının ötesi mû'cizeler sandığıdır. Açtığında rengi diğer renge karışmış neler bulursun.

“Çok şükür” dedi. Hani uzun zamandır unuttuğu bir sözcüktü. Gayri ihtiyari çıkmıştı dilinden. Şaşırmış bu şaşkınlığı arabayla yüz yüze gelmiş bir çocuğa takıldı. Bedenimi önce koştu yoksa aklımı kestiremedi. Gerçi artık çocuğun elinden tuttuğu için önemli değildi bu saatten sonra. Bir kayıp vardı. Adını bile söyleyemeyen bu ufaklığın evini nasıl bulacaktı?

Yolda karşılaştığı herkese sordu. Kimse bilmiyor, tanımıyor çocuğu. Saklı bir hazinenin içinden merakla koşuyordu. Sonunda varacağı neticeyi tahmin bile edemiyordu. Soracak kimse kalmamıştı. Yollar insan neslinden her canlıyı evlerine kapamış gibiydi.

Bu çocuk beklediği mû'cize olabilir miydi? Sandığın içindeki sürpriz. Görünmeyenin ufkunda el sallayan beklediği. Anne olma arzusu artık hastalık derecesine geldiği için bir şifa mıydı bu elinden tuttuğu çocuk. Onun annesi olmak. Belki de bir annesi yok.

Bir hanım evinden çıkmıştı. Ona sordu. “Şu camiye git. Anons yapsınlar. Belki bir tanıdık çıkar.” dedi ama ya onun anne olma arzusu. Sandığın kapağını kapatmak, el sallayana arkanı dönmek.

Mecburiyet boyun eğdirdi. Cami kapısı onun içindeki umudu yerlere bırakmış değildi.

***

Misafirler çoktan gitmiş evi sahiplerine bırakmışlardı. Yorgunluk şimdi dinlemeyi istese de birkaç dakikayla ancak yetinebilirdi. Ayaklar uzatılmış baş koltuğun kenarına yaslanmıştı. Görümcede en son tabağı mutfağa bıraktıktan sonra o da bir koltuğa uzandı.

“İki yaşlarında bir erken çocuğu kaybolmuştur. Üzerinde kahverengi bir kazak. Gri renkte bir pantolon var”

Camideki anons onlara yumuşacık dokundu. Şefkat esti salonun duvarlarına. İz bıraktı sözlerine. “Yazık” dedi. Görümcesine. “İnşallah çocuğun annesi babası bulunur.” Üzüntü kendi evlâdını hatırlattı. “Oğlum” dedi. Görümce “merak etme. Yengemin yanında olmalı.” Oh çekti. Ama camideki çocuk için çekemedi. Yenge aşağıya indi. Bu iki yorguna camideki anonsa üzüldüğü söyledi. Onlarda başlarını öne eğip kaldır- dılar.

Zoraki bir söz çıktı dilinden. “Oğlumu niye getirmedin.” Anlamama gezdi yengenin yüzünde. Şaşkınlık kendisiyle hiç ayrılmamış gibi cevap verdi. “Benim yanımda değildi. Yukarıya hiç çıkmadı.” Anne aniden yerinden kalktı. Onunla beraber içinde ve dışında olan bütün hislerde kalktı. “Camii” dedi. Fırladı.

Bu merdivenler ne uzun gelmişti. Nerde son basamak. Koşmak nasıl bir işkence. Korkunun vurduğu kalp çarpıntısında. Nefes alış şimdi niye rahatlık vermiyor? Sinirler hangi damarda geziyor?

Cami kapısı şu saniyeden itibaren farklı bir girişti. İşte derinden çekilen nefes. Kalp bıraktığı korkuyu. Koşmak ne güzel. Evlâdını kucağına alıp sıkı sıkı sardığı için.

FADİME KAYA

25.04.2009


 

İçimizdeki diriliş

Ruhumuz erguvanların açtığı mevsime çoktan kanat çırptı. İçimize baharın neşvesi, gönlümüze baharın hediyesi çiçekler oturdu. Kışın şiddetli geçen günlerinden, borasından, karından, fırtınasından sonra, baharın yeni ümit filizleri hepimizin sinesinde açmaya başladı.

Belki bazılarımız bu değişikliğe henüz adapte olamadı ama olsun. Nasıl olsa onlar da alışacak.

Evet, bahar geldi. Lâleler İstanbul’un dört bir yanında, binbir renkle arz-ı endam etmeye başladı. Hepimiz Nisan’ın bu güzel günlerini hazmetmeye çalışıyoruz. Hem bedenimizde, hem ruhumuzda... İlginç bir mevsim bu. Güneşin birkaç günde kendini gösterip birkaç gün çıkmaya nazlandığı, kendini arzuyla bekleyenlerin varlığını bildiğinden her zaman göstermek istemediği, bulutların zaman zaman çisil çisil yağan yağmurlarıyla güneşi ıslattığı, ama soğuk denecek kadar soğuk olmadığı bir iklim izdüşümü bahar... Farklı atmosferleri bünyesinde barındırarak onları hoşgörü ortamında yaşatan bir padişah adeta. Bahar, damla damla, yudum yudum girer dünyamıza. Önce cemrelerle hazırlarız kendimizi bu mevsime. Ruhumuzu tabiattaki uyanışa karşı psikolojik olarak uyarırız bir yerde. Daha sonra da mevsimin kendisiyle tanıştırırız. Tabiattaki dirilişe, ruhumuzu da şahit tutmak isteriz belki.

Bahar hep yeni umutları getirir beraberinde. İnsan pek üzülmek, kederlenmek istemez sarı, beyaz, pembe çiçekleri gördükçe. Bir gelin gibi çiçeklerle süslenmiş ağaçlar, yeni menfezler açar karanlık gönlüne. İçinden bir çocuk gibi coşkuyla zıplamak geçer. Çimenlerin, çiçeklerin üzerinde oturmak, onlara merhaba demek istersin.  

Bu sevinç pırıltılarını, kâinattaki yeni yeni diriliş hamlelerini evimize, ilişkilerimize de yansıtabiliriz mutlaka. Bu pozitiflik, eşimize, çocuklarımıza, dostlarımıza da cömertçe dağılmalı. Evlilikler monotonluktan kurtulup karşı tarafın geçmişte yaptıklarını affetmeye, ona bir şans daha vermeye kadar uzanmalı. Eşler fırsat buldukları herhangi bir zaman diliminde yürüyüşe çıkıp, topraktaki bu değişimden nasibdar olmalı. Bunlar benim naçizane bahar tavsiyelerim.

Son olarak, baharı şarj olmamız için bir vesile düşünelim ve öyle hareket edelim. Bakın her şey nasıl değişecek..?

HAVVA KÜÇÜK KONUR

25.04.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır

Kurumsal Linkler:
Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl

Reklam Linkleri:
Risale Yorum- Risale Çocuk- Oktay Usta - Euro Nur - Fıkıh İnfo- Ahmet Maranki- Cevşen - Yeni Asya Barla - Makdis