"Gerçekten" haber verir 25 Mart 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

O hüküm günü herkesin bir araya toplanacağı bir gündür. O gün, dostun dosta hiçbir faydası yoktur; onlar kimseden yardım da görmezler. Ancak Allah'ın rahmet ettiği kimse müstesnadır. Şüphesiz ki O'nun kudreti her şeye galiptir ve O çok bağışlayıcıdır.

Duhân Sûresi: 40-42

25.03.2009


İdarecilik, reislik değil, hizmetkârlıktır

[Kalbe ihtar edilen içtimaî hayatımıza ait bir hakikat]

Bu vatanda şimdilik dört parti var. Biri Halk Partisi, biri Demokrat, biri Millet, diğeri İttihad-ı İslâmdır.

İttihad-ı İslâm Partisi, yüzde altmış, yetmişi tam mütedeyyin olmak şartıyla, şimdiki siyaset başına geçebilir. Dini siyasete âlet etmemeye, belki siyaseti dine âlet etmeye çalışabilir. Fakat çok zamandan beri terbiye-i İslâmiye zedelenmesiyle ve şimdiki siyasetin cinayetine karşı dini siyasete âlet etmeye mecbur olacağından, şimdilik o parti başa geçmemek lâzımdır.

Halk Partisi ise: Hakikaten acip ve zevkli bir rüşvet-i umumîyi kanunlar perdesinde bazı memurlara verdikleri için, yirmi sekiz senelik bütün cinâyatıyla başkaların cinâyâtı ve İttihatçıların ve mason kısmının seyyiâtları da o partiye yükletildiği halde, Demokratlara bir cihette galip hükmündedirler. Çünkü ubudiyetin noksaniyetiyle enaniyet kuvvet bulur, nemrutçuluklar çoğalır. Bu benlik zamanında, memuriyet hakikatta bir hizmetkârlık olduğu halde, bir hâkimiyet, bir ağalık, bir nemrutçulukla nefse gayet zevkli bir hâkimiyet mertebesini bir kısım memurlara rüşvet olarak verdiği için, bütün o acip cinayetlerle ve kendinden olmayan ceridelerin neşriyâtıyla beraber bana yapılan muâmelelerinden hissettim ki, bir cihette mânen Demokratlara galip geliyorlar. Halbuki, İslâmiyetin bir kanun-u esasîsi olan, hadis-i şerifte “Seyyidü’l-kavmi hadimühüm” (Milletin efendisi, onlara hizmet edendir), yani “Memuriyet, emirlik ise, reislik değil, millete bir hizmetkârlıktır.” Demokratlık, hürriyet-i vicdan, İslâmiyetin bu kanun-u esasîsine dayanabilir. Çünkü kuvvet kanunda olmazsa şahsa geçer. İstibdad, mutlak keyfî olur.

Millet Partisi ise: Eğer İttihad-ı İslâmdaki esas olan İslâmiyet milliyeti ki, Türkçülük onun içinde mezc olmuş bir millet olsa, o Demokratın mânâsındadır, dindar Demokratlara iltihak etmeye mecbur olur. Frenk illeti tâbir ettiğimiz ırkçılık, unsurculuk fikriyle Avrupa, âlem-i İslâmı parçalamak için içimize bu frenk illetini aşılamış. Fakat bu hastalık ve fikir, gayet zevkli ve câzibedar bir hâlet-i ruhiye verdiği için, pek çok zararları ve tehlikeleriyle beraber, zevk hatırı için her millet cüz’î-küllî bu fikre iştiyak gösteriyorlar.

Şimdiki terbiye-i İslâmiyenin za’fiyetiyle ve terbiye-i medeniyenin galebesiyle ekseriyet kazanarak başına geçerse, ekseriyet teşkil etmeyen ve ancak yüzde otuzu hakikî Türk olan ve yüzde yetmişi başka unsurlardan olanlar, hem hakikî Türklerin, hem hâkimiyet-i İslâmiyenin aleyhine cephe almaya mecbur olacaklar. Çünkü, İslâmiyetin bir kanun-u esasîsi olan bu âyet-i kerime “Velâ tezirû vâziretün vizra uhrâ”dır. Yani, “Birisinin günahıyla başkası muahaze ve mes’ul olmaz.” (En’âm Sûresi, 6:164) Halbuki, ırkçılık damarıyla, bir adamın cinayetiyle mâsum bir kardeşini, belki de akrabasını, belki de aşiretinin efradını öldürmekte kendini haklı zanneder. O vakit hakikî adalet yapılmadığı gibi, şiddetli bir zulüm de yol bulur. Çünkü “Bir mâsumun hakkı, yüz câniye feda edilmez” diye İslâmiyetin bir kanun-u esasîsidir. Bu ise çok ehemmiyetli bir mesele-i vataniyedir. Ve hâkimiyet-i İslâmiyeye büyük bir tehlikedir.

Mâdem hakikat budur, ey dindar ve dine hürmetkâr Demokratlar, siz bu iki partinin gayet kuvvetli ve zevkli ve câzibedar nokta-i istinadlarına mukabil, daha ziyade maddî ve mânevî cazibedar nokta-i istinad olan hakaik-i İslâmiyeyi nokta-i istinad yapmaya mecbursunuz. Yoksa, sizin yapmadığınız eskiden beri cinayetleri nasıl eski partiye yüklüyorlarsa, size de yükleyip, Halkçılar ırkçılığı elde edip tam sizi mağlûp etmeye bir ihtimal-i kavî ile hissettim. Ve İslâmiyet namına telâş ediyorum.

Emirdağ Lâhikası, s. 386, (yeni tanzim, s. 746)

Lügatçe:

İttihad-ı İslâm: İslâm birliği.

cinâyat: Cinayetler.

seyyiât: Kötülükler, günahlar.

ubudiyet: Kulluk, ibadet.

enaniyet: benlik, gurur.

emirlik: İdarecilik, yöneticilik.

istibdad: Baskı, diktatörlük.

mezc: Katma, kaynaştırma

nokta-i istinad: Dayanak noktası.

ihtimal-i kavî: Kuvvetli ihtimal.

Bediuzzaman Said Nursi

25.03.2009


Ahrarlar ve Demokrat Parti

tuz Bir Mart İsyanının Hareket Ordusu tarafından şiddetle bastırılmasını takip eden günlerde İttihatçılara muhalif bütün kesimler dağıtıldı. Kimileri idam edildi, kimileri hapsedildi, bazıları sürgüne gönderildi, bir kısmı da yurt dışına çıkmak mecburiyetinde kaldı. İsyanın tertipçileri arasında kabul edilen Ahrar Fırkası mensupları da aynı akıbete maruz kaldılar ve fırka fiilen dağıldı. Sultan Abdülhamid tahttan indirilerek yerine Sultan Reşad getirildi. İttihat Terakki giderek ülke idaresine ağırlığını daha fazla koymaya başladı.

Bu döneme ait hadiseleri tetkik ve tahlil etmek yazımızın maksadı dışındadır. Ancak yakın tarihimizde “Bâbıâli Baskını” olarak meşhur olan hadiseye kısaca temas etmek icap eder.

1912 yılında “Halâskârân-ı Zabitan Grubu” isminde askerî bir hizip ortaya çıktı. İttihatçılara muhalif olan bu hizip, ordunun siyasetten çekilmesini hedefliyordu. Gerçekten de ordu, meşrûtiyetin ilânından itibaren devamlı olarak İttihat ve Terakki’nin yanında yer almış, en zor anlarında Cemiyeti dağılmaktan kurtarmıştı. Şimdi ise, ordunun siyasete müdâhalesinden rahatsızlık duyan başka bir askerî hizip siyasete müdâhale ediyordu. Hâlâskarân hareketinin muhalefetiyle, mevcut İttihatçı kabine istifa etmek durumunda kaldı. Kasım 1911’de kurulan Hürriyet ve İtilâf Partisi ile Prens Sabahaddin ve Nazım Paşa’nın Halâskârân-ı Zabitan grubu ile münasebetleri bulunduğu ifade ediliyordu.

1911’de kurulan Hürriyet ve İtilâf Fırkası İttihatçılara muhalif bütün siyasî güçleri bünyesinde toplamıştı. Rıza Nur, Damat Ferit, Mustafa Sabri, Miralay Sadık, Rıza Tevfik ve Müşir Fuad Paşa gibi tanınmış şahsiyetler Fırka’ya dahil olmuşlardı. Prens Sabahaddin ise bu yeni fırkaya mesafeli duruyordu.

Takip eden bir dizi hadiseden sonra 29 Ekim 1912 tarihinde Kâmil Paşa, II. Meşrûtiyet döneminde ikinci defa sadrazamlığa getirildi. Bu arada Balkan Harbi giderek kritik bir hal almaya başlamıştı. Kâmil Paşa İttihatçılara da, İtilâfçılara da mesafeli davranıyordu. Birbirine hayat hakkı tanımayan her iki fırka da, Kâmil Paşa hükümetini düşürmek maksadıyla ayrı ayrı tertiplere başladı. İttihatçılar erken davranarak “Bâbıâli Baskını”nı gerçekleştirdiler. 23 Ocak’ta 1913’te kabine toplantı halindeyken Bâbıâli’yi basarak Kâmil Paşa’yı silâh zoruyla istifa ettirdiler, Harbiye Nazırı Nazım Paşa’yı da vurarak öldürdüler. Kâmil Paşa hükümeti yine İttihatçılar tarafından, bu sefer kanlı bir askerî darbe ile devriliyor, “Ahrarların ikinci defa devrilmesi” böylece tahakkuk ediyordu.

Esasında bu tarihlerde Ahrar Fırkası mevcut değildi. Fırka 31 Mart hadisesinden sonra dağılmış, Ocak 1910 tarihinde kendini feshetmişti. Ancak, hürriyetperver görüşleriyle tanınan Kâmil Paşa, İttihatçılara muhalif, aynı zamanda İtilâfçılara da yüz vermeyen bir siyaset tatbik ediyordu.

Bediüzzaman 1950’li yıllarda Demokrat Parti’ye destek verdiği dönemde Demokratları; “Ahrar Fırkası yine otuz beş sene sonra dirildi” şeklinde tarif ederek her iki partiyi aynı misyonun temsilcisi ve birbirinin devamı olarak kabul ve tasvib edecektir. Bu dönemde Demokratlardan devamlı olarak “Ahrarlar” şeklinde bahsederek; II. Meşrûtiyet döneminde başlayıp uzun bir aradan sonra tekrar vücud bulan bir siyasî çizgiye ve anlayışa dikkat çekmiştir.

İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti

ve Bediüzzaman

II. Meşrûtiyet döneminin en çok tartışılan ve günümüze kadar “irtica” anlamında en müessir bir şekilde istismar edilen teşekkülü İtti- hâd-ı Muhammedi Cemiyeti’dir. Cemiyet, teşekkülünden iki ay sonra meydana gelen 31 Mart hadisesinin baş müsebbibi kabul edilmiştir.

Cemiyetin nizamnâmesi, cemiyetin “mürevvic-i efkârı” olan Volkan gazetesinde 16 Mart 1909 tarihinde neşredilmiştir. Bu nizamnâmede Bediüzzaman’ın ismi kurucuların arasında sekizinci sırada yer almıştır. Ancak Bediüzzaman, Divan-ı Harb-i Örfî isimli eserinde; “İşittim, İttihâd-ı Muhammedî namıyla bir cemiyet teşekkül etmiş. Nihayet derecede korktum ki, bu ism-i mübarekin altında bazılarının bir yanlış hareketi vücuda gelsin” ifadelerini kullanmaktadır. Kurucusu olduğu bir cemiyeti başkalarından “işitmesi” ve “nihayet derecede korkacağı” bir cemiyetin bizzat kurucusu olması pek makul görülmemektedir. Aynı ifadenin devamında Bediüzzaman’ın “cemiyetten alâkalarını kestiklerini” belirttiği Süheyl Paşa ve Şeyh Sadık gibi zatlar da kurucuların arasında, üstelik birinci ve ikinci sırada ilân edilmişlerdir. Süheyl Paşa ve Şeyh Sadık’ın istifa etmelerinden sonra, bilgileri dışında kurucu yapıldıkları gerekçesi ile kayıtlarının silinmesini isteyen başkaları da olmuştur. Bu bilgiler dikkate alındığında, Bediüzzaman’ın da kendi bilgisi dışında kurucu ilân edildiği hatıra gelmektedir.

Ancak Bediüzzaman, “kendi tarif ettiği vecihle” cemiyete intisab ettiğini belirtir. Fakat endişeleri bulunmaktadır. Ona göre, “cemiyetin ismi umumun hakkı olup tahsis ve tahdid kabul etmez.” Tereddütlerini ve intisab ettiği bu cemiyetten ne anladığını bizzat Volkan sütunlarında tafsilatıyla izah eden makaleler neşreder. Cemiyetin müntesibleri “Kalû Belâdan dahil umum mü’minlerdir.” Maksadı, dinin yüzde doksan dokuzunu teşkil eden “ahlâk, ibadet ve fazilet” için gayret etmektir. Yüzde bir nisbetinde olan siyaseti ise “Ulülemre” havale etmektedir.

Cemiyete, tarif ettiği mânânın inhisar altına alınmasına engel olmak ve fırkaların sebep olduğu iftirakların önüne sed çekmek için intisab ettiğini beyân etmiştir. İttihâd-ı Muhammedî’nin bir fırka olmadığı gibi bir cemiyet dahi olmadığını ifade eder. Askerlerin birtakım cemiyetlere katılmalarına karşı olduğu gibi İttihâd-ı Muhammedî’ye de katılmalarını tasvib etmez.

Eserlerinde İttihâd-ı Muhammedî ile ilgili verdiği tafsilatlı malûmatın tamamı dikkate alındığında, Bediüzzaman’ın esasında; İttihad-ı İslâmı gaye edinen bir cemaat tarifi yaptığı fark edilir. Cemiyet tarifini de aşan böyle bir dini cemaatın, siyasî harekete dönüştürülmesine muhalefet eder. Aynı zamanda bu tarz bir cemaatın siyaset ile münasebetinin sınırlarını da tayin etmektedir. Dinin siyasete âlet edilmesinden endişe ederek cemiyete dahil olduğu, bunun için Derviş Vahdeti de dahil olmak üzere efkâr-ı âmmeyi makaleleriyle ikaz ettiği anlaşılmaktadır.

Bediüzzaman, İttihat ve Terakki Fırkası’nın bozuk ve mason kısmını CHP ile, Ahrar Fırkası’nı Demokrat Parti ile irtibatlandırdığı gibi, Emirdağ Lâhikasında, Nur Talebelerinin de mânen İttihad-ı Muhammedî’den olduğunu belirtir. Meşrûtiyette, İttihad-ı Muhammedi’nin İttihatçıların mason kısmına karşı Ahrarlarla ittifak etmesi gibi, Nur Talebelerinin de Demokratlara nokta-i istinad olduğunu belirtir. O döneme ait çalışmalarda, Ahrar Fırkası ile İttihad-ı Muhammedi arasındaki münasebetlerin 31 Mart Vak’ası vesilesiyle ve hâdisenin müsebbibleri olarak ele alınmasının nerede ise genel kabul görmesi, Ahrar-İttihad-ı Muhammedî ittifakının sağlıklı bir tarzda araştırılmasına önemli bir mani teşkil etmiştir. Bediüzzaman’ın müteaddit defalar zikrettiği Ahrar-İttihad-ı Muhammedî ittifakı peşin hükümlerden uzak bir tarzda araştırılmayı beklemektedir.

Bediüzzaman’ın İstanbul’a ikinci gelişi

1910 yılının ilk aylarında İstanbul’dan ayrılan Bediüzzaman, Sultan Reşad’ın Rumeli seyahatine iştirak etmek üzere 1911 yılının Nisan ayında tekrar İstanbul’a gelir ve bu defaki gelişinde, 1912 Sonbaharına kadar takriben on dört ay İstanbul’da kalır.

Bu on dört ay boyunca İstanbul’da siyasî faaliyetler bütün hızıyla devam etmektedir. Muhalefette Osmanlı Demokrat Fırkası, Mutedil Hürriyetperveran Fırkası ve Ahali Fırkası gibi yeni fırkalar ortaya çıkmıştır. Kasım 1911’de Hürriyet ve İtilâf Fırkası kurulduğunda mezkûr fırkaların üçü de Hürriyet ve İtilâf Fırkasına iltihak etmişler ve muhalefet tek çatı altında birleşmiştir. Hürriyet ve İtilâf Fırkası, liberaller, muhafazakârlar, meşrûtiyetçiler ve mutlâkıyetçilerin tamamını bünyesinde toplamıştı. Memleket dahilinde giderek sertleşen bir İttihatçı-İtilâfçı bölünmesi ortaya çıkmıştı. Bu arada Trablusgarb kaybedilmiş ve Balkan Harbi başlamıştı.

Bütün bu hadiselerin cereyanı esnasında İstanbul’da bulunmasına rağmen, Bediüzzaman’ın sessizliği dikkat çekicidir. Eserlerinde o günlerin siyasî hayatıyla ilgili bir değerlendirme pek bulunmamaktadır. Bunun sırrını, aynı hadiselerin bir başka şahidinin hatıralarından tesbit etmek mümkün olabilir.

Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi o günler hakkında şu satırları kaleme almıştır:

“Bize denilecek ki; muhalefetsiz meşrûtiyet olmaz, meşrûtiyet demek, muhtelif fırkaların, sayısız fikirlerin çarpışması, dengesi demektir. Biz buna cevaben diyeceğiz ki: Fırkalı, muhalefetli, çarpışmalı meşrûtiyetimiz, ordunun berbat olmasına, milletin iki düşman parçaya ayrılmasına ve sonunda koca Rumeli’nin gitmesine sebep oldu.”

Aynı soruya daha sonraki yıllarda (1919) Bediüzzaman da benzeri bir cevap vererek; birbirini inkâr eden bir anlayış üzerine tesis edilmiş, müşterek bir noktada buluşmaları mümkün olmayan bir particilik anlayışını tasvip etmediğini beyan etmiştir. Bu derece şiddetli bir tarafgirlikle tatbik edilen particiliğin, harici müdâhalelere sebep olma tehlikesine de dikkat çekmiştir. Dolayısıyla İstanbul’a bu ikinci gelişinde, siyasî faaliyetler karşısındaki sessizliğini, bu tarz bir siyasetin tarafı olmak istememesine vermek mümkündür. Kendi siyasî düşünceleriyle bir alâkası bulunmayan, münhasıran bir iktidar mücadelesi mâhiyetinde cereyan eden siyasî çekişmelerden imtina ettiği anlaşılmaktadır.

Cumhurıyet dönemı

çok partılı sıyasî hayati

Bediüzzaman Said Nursî, bu yazının konusu olarak ele aldığımız mektubuna; “Bu vatanda şimdilik dört parti var: Biri Halk Partisi, biri Demokrat, biri Millet, diğeri İttihâd-ı İslâmdır” diyerek başlar ve önce İttihâd-ı İslâm Partisi’ni ele alır.

İttihâd-ı İslâm Partisi

Malûm olduğu gibi o isimde bir parti o gün bulunmadığı gibi günümüze kadar da o isimde bir parti kurulmamıştır. Mektupta mevcud bir parti gibi değerlendirmeye tâbi tutulması, bu mâhiyette bir partinin kurulmasını Bediüzzaman’ın muhtemel gördüğüne işaret ediyor .

İttihad-ı İslâm ifadesi ile ne kasdettiğini özellikle İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti ile ilgili bahislerde tafsilatıyla izah etmiştir. İttihad-ı İslâm özet olarak; Kur’ân’ın emir ve yasakları ile Sünnet-i Seniyyeye riâyet etmek, yeryüzündeki bütün Müslümanların arasında bulunan muhabbet ve uhuvveti kuvveden fiile çıkararak birbirlerine maddî ve manevî yardımcı yapmak ve bu sûretle terakkilerine yol açmak, İslâmı, evvelâ şahsında yaşamak sonra da-eğer aksi tesire sebep olmayacak ise-başkalarına tebliğ etmekten ibarettir. Bir bütün olarak “İ’lâ-i Kelimetullah” tabiri ile ifade edilen bu taleplerin siyasete taşınması maksadı ile kurulacak herhangi bir siyasî parti, “İttihad-ı İslâm Partisi” mâhiyetinde olacaktır.

Bediüzzaman böyle bir partinin teşkilinin ancak cemiyetin yüzde altmış-yetmişi tam dindar olduğu takdirde düşünülebileceğini belirtir. O durumda dahi dini siyâsete âlet etmekten sakınıp, siyâseti dine hizmetkâr yapmak için çalışması gerektiğini söyler. Ayrıca, eğer siyasî şartlar dini siyasete âlet etmeye mecbur edecekse, böyle bir durumda bu partiyi mahzurlu bulur. O, “dinin bir hakikatini bin siyasete tercih ettiğini” ifade etmiştir. Bir kısım münafıkların siyaseti dinsizliğe âlet etmelerine mukabil, dindar siyasetçilerin–Siyaset-i İslâmiye için dahi olsa–dini kullanmalarına muvafakat etmemektedir.

Bediüzzaman; “umumun mal-ı mukaddesi olan” dinin inhisar altına alınamayacağını belirtir. Çünkü toplumun bütün kesimlerinde, muhalif olsun muvafık olsun, dine muhtaç ve sahip olanlar bulunduğunu söyler. Dinin, inhisarcı bir anlayışla kendi taraftarlarına daha has gösterilmesi durumunda, toplumun önemli bir kesiminde dine karşı “aleyhtarlık meyli” uyandırma tehlikesine dikkatleri çeker. Bu durumda, birer elmas kıymetinde bulunan Kur’ân ve iman hakikatleri “propaganda-i siyaset” zannıyla, halkın nazarında basit birer cam parçası kıymetine düşürülecektir. Bu tür siyasî zeminlerde “siyaset vasıtasıyla dine hizmet” beyhûde bir teşebbüs ve yorgunluktur. Ayrıca, “siyaseten galebe çalınarak” iktidar imkânlarıyla cemiyeti İslâmî esaslar istikametinde dönüştürme teşebbüsü, insanları münafıklığa/iki yüzlülüğe itecektir.

Bediüzzaman’ın bu parti hakkındaki genel tavrı, içtihad hususundaki tavrını hatırlatmaktadır. İçtihad Risâlesi’nde, “İçtihad kapısı açıktır. Fakat şu zamanda oraya girmeye altı mâni vardır” dedikten sonra mânileri sıralayarak izah etmiş, neticede; içtihad kapısını zorlamak yerine, ihmale uğramış olan dinin temel esaslarının takviyesini tercih ve tavsiye etmiştir. Aynı şekilde; nazariyatta demokratik bir hak olarak ele aldığı “İttihad-ı İslâm Partisi”nin teşkili ile ilgili olarak, bu hususta teşebbüs edilebilmesinin asgarî şartını ifade etmiş, tatbikatındaki tehlikeleri ve riskli alanları da nazarlara vererek neticede; himmet ve gayretlerin cemaat tarzı sivil hizmet alanlarında teksif edilmesinin, siyasetin dine dost ve hizmetkâr yapılmasının daha doğru ve emin bir yol olduğunu izah etmiştir.

Cumhuriyet dönemi çok partili siyasî hayatında, “Siyasal İslâm” olarak isimlendirilebilecek ilk teşebbüs, Cevat Rifat Atilhan tarafından Ekim 1952’de kurulan “İslam Demokrat Partisi”dir. Mezkûr lâhikanın neşredildiği günlerde ortaya çıkan ve kayda değer bir varlık gösteremeyen bu parti, Vatan Gazetesi Başyazarı A. Emin Yalman’ın Hüseyin Üzmez tarafından vurulması olayı sebebiyle 1952 yılında kapatılmıştır. Bir daha 1970 yılına kadar bu anlamda bir parti siyaset sahnesine çıkmayacak, dindar siyasetçiler ağırlıklı olarak Demokrat Parti ve sonrasında da onun devamı olarak gördükleri Adalet Partisi bünyesinde faaliyet göstereceklerdir. Tâ ki 1970 yılına kadar.

(Devam edecek)

ORHAN DÜNDAR

25.03.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır

Kurumsal Linkler:
Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl

Reklam Linkleri:
Risale Yorum- Risale Çocuk- Oktay Usta - Euro Nur - Fıkıh İnfo- Ahmet Maranki- Cevşen - Yeni Asya Barla - Makdis