Çanakkale, modern silâhların âciz kaldığı, imanlı ve ihlâslı bir ordunun kahramanca tekniğe meydan okuduğu bir cengin adıdır. Aynı zamanda, tarihin akışını değiştiren ve “kitaplara sığmayan” büyük bir zaferin adıdır. 235 bin şehitle kazanılan bu destansı zaferi Mustafa Gökmen kaleme aldı.
ÇANAKKALE ZAFERİNİN 94. YILDÖNÜMÜNÜ
KUTLUYORUZ
Çanakkale Savaşı, Allah Allah nidalarıyla topların, tüfeklerin patladığı kan kokusunun barut kokusuna karıştığı mahşerin provası gibi bir savaştır. Bu savaşta, yer, gök bir birine karışmış ufacık bir kara parçasında sanki kıyamet kopmuştur. Dünyada bu kadar küçük bir kara parçasında yaşanan başka bu türden başka bir kanlı savaş daha yoktur. Çanakkale geçilmez, geçilemez! Çünkü şehidlerimiz orada nöbettedir de bu yüzden geçilemez. Yabancılar buradaki ruhu anlamakta aciz kalır. Çünkü bizi tanımazlardan da ondan. Düşman, askerimizin üstüne üstüne gelir, ama Balkan faciasını yaşayan askerin düşmana geçit vermeye hiç ama hiç niyeti yoktur. Gözlerinden yaşlar dökülen Mehmetçiğin vatana karşı sözü vardır. Kanının son damlasına kadar savaşacaktır. Vatan toprağına namahrem eli sürdürmemek için Allah Allah nidalarıyla düşmana karşı direnir. Canı pahasına da olsa siperinde tıpkı çakılı bir çivi gibi saplanır kalır. Vatanında kefensiz yatmayı göze alan kahramanlarımız taşları yastık, toprağı yorgan yaparlar kendilerine. Ve bu güzel vatanı millete kanları pahasına hediye ederler.
Çanakkale’de ecdadımız asil bir milletin nasıl olacağını öğretmiştir beşeriyete. Özellikle İngiliz ordusu saflarında Osmanlıya karşı savaşan Avustralya ve Yeni Zelanda askerleri medeniyeti ve hürriyetin ne olduğunu Osmanlı’dan öğrenmiştir. Bu iki ülkenin askerlerini düşmana bile müsamaha ile yaklaşıp, onun yaralarını tedavi eden bir milletin varlığını yaşayarak öğrendikleri için insanlıklarından utanmışlardır. Çanakkale Savaşı sonrası vatanlarına dönen bu ülkelerin askerleri millet olmanın şuuruna varmışlardır. Bugün bu şuuru diri tutmak için binlerce kilometre yol kat ederek dedelerinin bir hiç uğruna öldükleri Gelibolu’ya gelip ibret almaktadırlar.
ÇANAKKALE, HİROŞİMA VE
NAGAZAKİ’DEN DAHA MI KÜÇÜK?
Biz ise ne yapıyoruz? Coğrafya’da bir yer adı olarak biliyoruz sadece Çanakkale’yi. Çanakkale bir coğrafyadan çok daha fazla şey ifade eder veyahut etmesi gerekir aslında bizim için. Japonların ilk öğretime başlamadan önce bütün çocuklarını Hiroşima ve Nagazaki’ye götürüp buradaki manzarayı, yaşanan acıyı gösterdiklerini duymuştum. Bizim Çanakkale’mizde yaşanan savaş, Hiroşima ve Nagazaki’de İkinci Dünya Savaşı’nda yaşanan dramdan daha mı küçüktür? Hayır asla öyle değildir.
Çanakkale Zaferi dünya tarihinin seyrini değiştiren çok büyük bir zaferdir. Çanakkale savaşının geçtiği mekânlar adeta bir açık tarih müzesi gibidir. Birçok siper aradan geçen bunca zamana rağmen olduğu gibi durmaktadır. Birinci Dünya Savaşı’nın sonucunun şekillendiği bu yerle ilgili Millî Eğitim Bakanlığımız ne zaman topyekûn bir Çanakkale seferberliği başlatacak? Doğrusu merak etmemek elde değil. Bizler, medeniyet ve kültür noktasında millet olarak köksüz ve sefil milletleri model alacağımıza Japonları kendimize örnek alsak nasıl olur acaba?
KİTAPLARA SIĞMAYAN ZAFER
Çanakkale, bir başka ifadesiyle boğulmak, tarihten silinmek istenen bir milletin kurtuluşu için tıpkı bir can simidi gibi olmuştur. Çanakkale ruhu millî mücadelede de tekrar kendini göstermiştir. Bu yönüyle Çanakkale’de yedi düvele karşı sergilenen direnç bir “ibret vesikası” bir “kahramanlık destanı”ndan öte bir şeyin adıdır aslında. Çanakkale, modern silâhların aciz kaldığı, imanın tekniğe meydan okuduğu, imanlı, ihlâslı bir ordunun cengidir bir bakıma. Çanakkale, bu mânâyı idrakten aciz olanlara “dudakları uçuklatan,” onların “akıllarını durduran,” “kitaplara sığmayan” büyük bir zaferin adıdır aynı zamanda. Çanakkale, düşmanlarının “hasta dediği adamın” ayağa kalkarak son silkinişini gösterip devleştiği yerin adıdır. Evlâdından, yardan ve serden geçenlerin şehadete koştukları yerin adıdır. İslâmiyeti ve hilâfeti temsil eden bir milletin “Ben varım ve ayaktayım” dediği yerdir Çanakkale. Âkif’in deyimiyle daha önce Bedir’de yaşanmıştı bu sahne. Yani bu yönüyle Bedir’de İslâmın ilk kutlu savaşında şehadet şerbetini içenlerin yolunda gidenlerin toplandığı yerdir Çanakkale. Bir başka ifadesiyle şehidlerin ve Hazreti Peygamberin (asm) yardıma koştuğu bir ordu vardı Çanakkale’de. Toprak kan, kılıç kan, kefen kan ve barut kokuyordu bu topraklarda. Hissederek bilenlere hâlâ da kokmaktadır.
GÖRÜNMEZ ORDULAR
YARDIMA KOŞTURULDU
Çanakkale’de toprağın her karışı Mehmetçiğin kanına bulandı. Çanakkale, canını cennet karşılığında Allah’a satanların cem olduğu toprak parçasının adıdır orası. Şehadet karşılığında cennet onlar için müjdedir. Cenâb-ı Hak “İnanıyorsanız üstünsünüz” dememiş miydi? Elbette inananları yüz üstü bırakmayacaktı. Bırakmadı da. Bu yönüyle, bu cephede yaşanan olağanüstü hallere “hurafe” diyenlere de bir ibret vesikasıdır aslında Çanakkale. Düşman gemileri boğazı geçerken Seyyid Onbaşı ikiyüz yetmiş kiloluk mermiyi omuzlayıp topun namlusuna sürdü. Ve devrin en büyük savaş gemilerinden birisini batırdı. Ona bu gücü veren kimdi? Tarih çok savaşlar görmüştü ama bu savaş tam bir ölüm fırtınasıydı. Âkif’e göre bu bir “rezil istilâ”ydı. Buna karşı durmak için asker canhıraş bir şekilde çırpınıyordu. Kavi bir imana sahip olan ordunun aklında, “Ölürsem şehid, kalırsam gazi olurum” düşüncesinden başka bir şey yoktu. bu yüzden geri bakmadan yürüyordu.
Cenâb-ı Allah kendisi için cihad edenlere nusretini (yardımını) göndereceğine söz vermemiş miydi? İşte bu cephede yaşananlara ibretle bakan bu nusreti görür. Görmemek için kör olmak gerekir. Mesele, Seyyid Onbaşının rekoru Allah’ın yardımıyla olduğu gibi, Nusret Mayın Gemisi denize boşalttığı elde kalan son deniz mayınları savaşın seyrini değiştirmiştir. Bu cephede Allah’ın yardımı türlü türlü gelmiştir.
Bazen denizlerde bilinmeyen bir akıntı olmuş bu akıntı bize yaramıştır. Bugünkü ilericilerin (!) hurafe dedikleri bir sürü hadise yaşanmıştır bu cephede. Bunların çoğu düşmanlarımızın savaşla ilgili kayıtlarında da mevcuttur. Mesele gün gelmiş ters esen toz yüklü rüzgâr çıkmış, kimi zaman bulutlar ordumuzu saklamış düşman gözlerinden. Hiç hesap edilmeyen planlama hataları yaşanmış. Bazen haritalarda dağların yeri kaymış. Atışlar karavanaya gitmiş. Kimi zamanlar düşman komutanları kâbus görüp akıllarını oynatmış. Hiç olmadık zamanlarda kurdukları tuzaklar kendilerine dönmüş. Hatıralarda geçtiğine göre boş tepelerde “Türk var diye kaçtıkları” olmuş kimi zamanlar. Çalışan telefon hatları çalışmaz olmuş, komutan gemileri arıza yapıp iş göremez hale geldiği vakitler de olmuş düşmanın.
Bizim askerlerimizin “yeşil sarıklılar” dedikleri, düşman askerlerinin ise “görünmez ordular” dedikleri destek kuvvetleri gelmiş zaman zaman Çanakkale’ye... İşte Osmanlı’nın elinde kalan son deniz mayınlarının boğazın serin sularına döşenmesinde kullanılan geminin adının “Nusret” olması tesadüf değil, güzel ve anlamlı bir tevafuktur anlayana, anlamasını bilene... inanç ve iman her şeyin üstündeydi Çanakkale’de. Madde imana karşı pes etti. Cesaret, şecaat, kahramanlık aklınıza gelen her ne varsa hepsi mevcuttu orada... Bütün bunların hepsinin neticesi de zaferden başka bir şey olamazdı. Öyle de oldu zaten. Bize düşen tarihimize bu bilinç ve şuurla yaklaşabilmektir. Tarihimizden gerekli dersleri alıp yeni nesilleri bu şuurla yetiştirmektir.
DÜNYANIN TARİHİ ORADA DEĞİŞTİ
Birinci Dünya Savaşı 28 Haziran 1914’te başladı. Bir yandan Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya’dan oluşan İttifak Devletleri, bir yanda da İngiltere, Fransa ve Rusya’dan oluşan İtilâf Devletleri vardı. İtalya da bir yıl sonra İtilâf Devletlerine katıldı. Osmanlı ise 2 Ağustos 1914’te Alman ittifakı anlaşması yaptı. 1 Kasım 1914’te Osmanlı da sıcak savaşın içine girdi. İtilâf Devletleri, müttefikleri Rusya’ya yardım etmek ve Osmanlıyı saf dışı bırakmak için 19 Şubat 1915'te Çanakkale Boğazı’na saldırdı. Nusret’in döktüğü mayınlar düşman gemilerini can evinden vurmuştu. 18 Mart Deniz Zaferi aslında Çanakkale Savaşının kaderini belirledi. Düşman şaşkına döndü. Daha sonra karadan Çanakkale’yi geçmeyi denedi. Uzun ve kanlı savaşlar oldu. Düşman Ağustos 1915’ten sonra çekilme planları yapmaya başladı. 9 Ocak 1916’da tamamen çekildi. Çanakkale’nin geçilememesi ile dünya tarihinin seyri değişti. Savaşta iki tarafın da kaybı yaklaşık yarım milyon insandır. Bizim kaybımız 253 bin olarak ifade edilir. 18 Mart zaferi dünya tarihini değiştirmiştir.
|