"Gerçekten" haber verir 20 Ocak 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Basından Seçmeler

TSK baştan aşağıya yenilenmeli

Ordumuzun acilen ve baştan aşağıya şeffaflaşmaya ve yeniden yapılanmaya ihtiyacı var.

Bu ihtiyaç demokrasi için gerekli, hukuk devleti için gerekli ama emin olunuz herşeyden önce militer anlamda etkinlik için gerekli.

Siyasete, Türkiye’yi duvar atlatmaya, kamp değiştirmeye bu kadar odaklanmış komutanların, subayların yönettiği bir ordunun militer etkinliğinden bahsetmek gerçekten zorlaşabilir.

Oysa Türkiye’nin 21. yüzyılın küresel siyasal ve güvenlik belirsizlik ortamında asli işine odaklanmış, siyasete değil ama siyasi otoritenin mutlak emrinde militer etkinliğini nasıl maksimize edebileceğine odaklanmış bir TSK’ya çok ihtiyacı var.

21. yüzyıl askeri darbelerin, vesayet rejimlerinin değil ama bir kamu hizmeti olarak değişen bir küresel güvenlik konseptinin öne çıkacağı yüzyıl olacak; umarım bu basit gerçek bir gün TSK komutanlarının da temel gündem maddesi olur.

Çok da gerilere, 1960 darbesine, 12 Mart muhtırasına, hatta 12 Eylül rejimine bile gitmeye gerek yok; 28 Şubat süreci ve sonrasında, 2002 seçimlerini izleyen dönemde TSK komutanlarının içine girdiği ilişkileri hatırlamakta büyük fayda var.

Cuma günü Genelkurmay İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Metin Gürak haftalık basını bilgilendirme toplantısında ‘masuniyet karinesi’, ‘adil yargınma hakkı’ gibi çok kutsal hukuki kavramlara gönderme yaparak Ergenekon kelimesini kullanmadan bu süreci eleştirdi ve temel hukuki hakların çiğnendiğini ifade etti.

Ergenekon adı verilen soruşturma sürecinde temel hukuki ilkelerin çiğnenip çiğnenmediğini bilemiyorum, umarım herşey usulüne uygun yapılmaktadır ve yapılır.

Ancak, anlamakta çok zorlandığım mesele Genelkurmay basın sözcüsünün böyle açıklamayı neden yaptığıdır; amaç bu süreçte gözaltına alınan ya da tutuklanan muvazzaf ya da emekli subayları korumak ise yargı sürecinde bu tür bir müdahale kabul edilebilir bir şey zaten değildir. TSK yargı sürecine yönelik yorumlar yapmak yerine kanımca çok radikal bir özeleştiri yapmak zorundadır ve çok da uzun olmayan bir vadede bu noktaya gelinecektir, gelinen bu nokta da Türkiye’nin güvenliği için çok yararlı olacaktır.

28 Şubat döneminde o çok çirkin andıçları hazırlayan paşalara TSK kurumsal olarak ne gibi bir yaptırım uygulamıştır? Bu paşalar emeklilik dönemlerinde hala TSK hizmetlerinden mesela ordu evlerinden yararlanabiliyorlar mıdır?

2003-2004 döneminde Sarıkız, Ayışığı, Eldiven gibi darbe projelerini yapan paşalara yine TSK kurumsal olarak ne yapmıştır?

Bugün artık Özden Örnek’in günlüklerinin sahte olduğuna inanan pek kimsenin de kalmadığı biliniyor; öyleyse TSK’nın en tepesinde yaşanan bu hukuksal, siyasal, askeri skandal karşısında kurum ne gibi bir müeyyide uygulamıştır?

27 Nisan muhtırası saçmalığı için kurumsal hangi disiplin mekanizması devreye sokulmuştur?

Bu muhtırada belirli bir yurtaşlık anlayışını benimsemeyen Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları için ‘düşman’ ifadesi kullanılarak hem büyük bir hukuk skandalı yaratılmış, hem de yine büyük bir hukuk cehaleti sergilenmiş idi ama o cümleyi oraya koyan hakkında ne gibi işlem gerçekleşti, bir bilgimiz yok. Geçen hafta ortalıkta tanınmamak için sakal uzatan, ülkeye gizli giriş yapan, bağlı olduğu Genelkurmay Başkanı’nı dinleten bir emekli general dolaşıyor idi.

Yine aynı hafta toprak altında, parklarda, apartman kapılarında ordunun depolarında olması gereken patlayıcılar, silahlar ele geçirildi.

TSK’nın bir kurum olarak bu ortamda Ergenekon soruşturmasında olan ya da olmayan usul hatalarını eleştirmekten başka işinin olup olmadığını okurların izanına bırakmak gerekebilir. TSK yurttaşların vergileriyle faaliyet gösteren bir kamu hizmet birimidir ve bu kamu kurumlarında yaşanan hukuk dışı olayların kurum içinde çözüleceği diye bir ilke, çift başlı yargı hukuk devletlerinde olamaz.

TSK hemen askeri liselerde, harp okullarında, harp akademilerinde müstakbel subay öğrencilerine ve subaylara aşılaya geldiği ideolojiyi değiştirmek, askerliğin özünün siyaset üzerinde vesayet kurmak değil, militer etkinlik olduğunu anlamak ve anlatmak zorundadır.

Star, 19.1.2009

Eser Karakaş

20.01.2009


Ergenekon çözülür mü?

Hrant Dink’in devletin töre cinayetine kurban gitmesinin üzerinden iki yıl geçti.

Devletin töre saydığı, bazı ‘kırmızıçizgiler’ var ve bu çizgilerin ötesine geçtiğine inanılanlar Dink gibi yok ediliveriyor. Hoş, o çizgilerin yakınından bile geçmeyenlerin de bir senaryoda kimvurduya gittiği oluyor. Düzenin muhafaza edilmesi, çizgiyi aştığı düşünülenin cezalandırılması, gücün gösterilmesi, korkunun esaretiyle güçsüzleşen bireyin yüksek otoriteye teslimiyetinin sağlanması, töre cinayetleri gibi, hukuki düzenin koruyucusu olması gereken devletin, “rutin dışına çıkan” faaliyetlerinin de asıl amaçları. Halkın ve devletin töre cinayetlerinde, genelgeçer ahlak ve hukuk kurallarının birden etkisizleştiğini; cinayetleri işleyenler kadar azmettirenlerin de, yapılanın suç olmadığı düşüncesini paylaştığını görüyoruz. Üstelik, söz konusu töre olunca cinayetin desteklenmesinde eğitim seviyesinin yüksekliği, sosyoekonomik ve coğrafi konum gibi olgular fark yaratmıyor. Meraklısına, Dicle Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Mazhar Bağlı’nın TÜBİTAK desteğiyle Türkiye genelinde töre cinayetlerini araştırdığı çalışmada, toplumun en çekirdek özelliklerini deşifre eden bir sürü ipucu var.

Peki, ya devletin çekirdek özellikleri? İlk darbeden bu yana Türkiye’de bir “öz devlet” var. Gelenekten beslenen, sürekli iç ve dış düşmanlarla mücadele ruhunun otoriterliği meşrulaştırdığı ve seçimle işbaşına gelen siyasi güce de hükmeden bir yapı bu. İçerisinde görünmez seçimler, siyasi oyunlar olan asıl bir güç odağı yani.

Çekirdeğinde ordu var. Ordunun içinde de farklı gruplaşmalar, etki ve çekim alanları; asıl iktidarı elinde tutan farklı görüşteki isimler. İstihbarat mensupları, emniyet güçleri, siyasetçiler, bürokratlar, işadamları, gazeteciler de halka halka dış çeperlerdeki nüfuz alanında bu yapının. Hukuki düzen 1960’tan beri askerî müdahaleyle yapıldığından, sistem her şeyden önce öz devleti korumayı hedefliyor. Bu yüzden ilk darbeden bu yana geçen 40 yıldaki hukuki düzenlemeler, öz/derin devlete dokunmuyor.

Bugün, Ergenekon’u tartışırken de, aslında derin devletin içindeki bir derin devlet kanadını tartışıyoruz. Derin devletimizin içinde farklı etki grupları, bir de, Ergenekon’u yaratan sistem ve onu tekrardan hep üretebilecek yapısı var.

Bu noktada, İtalya’da 1990’larda Gladio diye anılan gizli yapılmaya yönelik soruşturma ile 2009 Türkiyesi’nin Ergenekon soruşturmasını karşılaştırmakta yarar var. İtalya’nın özelliği, Soğuk Savaş döneminde olası bir Sovyet istilasına karşı kurulan, çekirdeği askerî istihbarat, paramiliter neferler ve muvazzaf subaylardan oluşan Gladio şebekesinin Türkiye ile beraber Avrupa’da en geliştiği yer olması.

İtalya’da 1990’da başbakan Giulio Andreotti, savcı Felice Casson’un askerî istihbarat servisinin arşivlerinde Gladio’ya ilişkin belgelere rastlaması üzerine ortaya çıkan skandala ilişkin açıklamalar yapmak zorunda kalmıştı. İtalya-Türkiye benzetmesi aynen geçerli olabilse, bu olay, bir sivil savcının askerî arşivlerde araştırma yapabilmesi ve bu sayede elde ettiği bilgilerle, mesela önemli bir siyasetçiyi, ülkede son yarım yüzyıldır gizli istihbarat örgütleriyle ilişki içinde faaliyet gösterdiğini itiraf ettirebilmesine denk gelirdi. Oysa, Türkiye’de böyle bir araştırma mümkün olamayacağından, hesap verme baskısı sınırlı kalacaktır.

Türkiye’de 2007’de bir gecekonduda ihbar üzerine bulunarak Ergenekon soruşturmasını tetikleyen bombaların ele geçirilmesine karşılık gelen olay, İtalya’da 1972’de polisin Trieste yakınlarında bir çöplükte mühimmat ele geçirmesine karşılık sayılabilir. Yani, Gladio-Ergenekon soruşturmaları karşılaştırmasında, Türkiye henüz İtalya’nın 1980’lerine bile gelemedi.

Çünkü İtalya’da, Türkiye’den farklı olarak ordu, kendi yargısı ve denetlenemez muamma iç dünyasıyla, siyasetin üzerine konumlandırılmamıştı. Dahası, Kürt konusu gibi, Gladio’yu Soğuk Savaş sonrasına taşıyabilecek ve sürekli besleyecek, silahlı çatışma potansiyeli taşıyan bir sorun da yoktu.

İtalya’daki derin devlet sorunu temelde siyasi idi, Türkiye’deyse yapısal kökler çok daha derin.

Ergenekon soruşturmasının derinleşmesi ve tetikleyeceği onlarca soruşturma sonucunda, belki bir 10 yıl sonra bugün üzerinde fikir yürütülen derin devletin ve dolayısıyla Ergenekon’un ne olduğunu tam anlamıyla anlayabileceğiz. Şimdiyse, bir kanadını feda etmek zorunda kalan “öz devletin” mevzi kazanıp kendini korumaya alması söz konusu olacaktır. Zaten medya, hukuk, siyasi ve sosyal yapı, yarım yüzyıldır bunun için kurgulanmış. Gelecek yıllar, kırılmaya başlayan kabuk ve kırılmaya dirençli yapısı arasındaki yeni uzlaşma ve çatışmalarla geçeceğe benziyor. Şimdi, Ergenekon’u üreten ve ona göz yuman/kullanan sistemin, hatta belki Ergenekon’un kendisinin, kendini korumak için bazı neferlerini, mühimmat ve uzantılarını feda etmek zorunda kalmasına tanık oluyoruz.

Önümüzdeki bir uzun mesafe koşusu.

Taraf, 19.2009

Sezin Öney

20.01.2009


Başbakan açıklasın

Türkiye’nin İsrail’le ilişkisi Katolik nikâhı gibi bir şey mi?

Bu “karı”yı boşamak imkânsız mı?

İsrail’le ilişkilerin kesilmesini isteyenlere “Bekâra karı boşamak kolaydır” diyor Başbakan Erdoğan…

Daha önce de “Bakkal dükkânı yönetmiyoruz, Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetiyoruz” demişti…

Bunlar ne anlama geliyor?

“Elimiz-kolumuz bağlı” mı demek istiyor Başbakan?

“Türkiye Cumhuriyeti İsrail’e damardan bağlıdır, İsrail’siz yapamayız” mı demek istiyor?

Yoksa Türk Silahlı Kuvvetleri’nin İsrail konusundaki ısrarlarına boyun eğmek zorunda kaldıklarını mı ima ediyor?

İsrail’le “bütün ilişkilerin hemen kesilmesi” imkânsız diyelim…

Siyonist katillere verilen ihalelerden birinin iptal edilmesi de mi imkânsız?

Diplomatik ilişkilerin kesilmesini filan geçtik; “İsrail Hava Kuvvetleri bundan böyle Konya’yı üs olarak kullanamayacak” demek de mi imkânsız?

En ufak bir somut yaptırım da mı uygulanamaz İsrail’e?

Hiçbir şey mi yapılamaz?

Öyleyse “İsrail Birleşmiş Milletler’in kapısından içeriye nasıl giriyor?” söylemi neyin nesidir?

İsrail’in uluslar arası topluluktan dışlanması gerektiğini ima edeceksiniz, ama bu terör rejimine yaptırım uygulamanız istendiğinde “biz bakkal dükkânı yönetmiyoruz”, “bekâra karı boşamak kolaydır” deyip geçeceksiniz…

Bunu gören İsrail, “Endişeye mahal yok. Katliamda ne kadar ileri gidersek gidelim, Türk hükümeti bize yaptırımın ‘y’sini uygulamayacaktır. Gazze’nin canına okumaya devam!” demez mi?

* * *

Başbakan’ın İsrail aleyhindeki sert konuşmaları Türkiye’yi İslam dünyasının yıldızı yaptı ve İsrail’in yüreğine korku saldı.

İsrail, “Erdoğan’ın böyle sert konuşması somut yaptırımların habercisi olabilir” diye korkuyordu.

Bu korkuyu “bekâra karı boşamak kolaydır” gibi çıkışlarla silmenin ne âlemi var?

İsrail’i rahatlatmanın ve İslam dünyasını hayal kırıklığına uğratmanın ne alemi var?

“Hiçbir şey yapılmayacak olsa bile bir şeylerin yapılabileceği izlenimi uyandırılarak İsrail’e psikolojik baskı uygulanmalıdır” diyeceğim ama hiçbir şeyin yapılamayacağı fikrini kabul etmem mümkün değil.

Hani Türkiye büyümüş, güçlenmiş, bölgesel süper güç olmuştu?

Kardeşlerimizi göz göre göre soykırımdan geçiren İsrail’in karşısında kılını bile kıpırdatamayacak kadar aciz olan Türkiye’nin “bölgesel süper güç”lüğünü ne yapalım?

Alıp da başımıza mı çalalım?

İsrail’e demediğini bırakmayan, ama iş somut adım atmaya gelince ‘Orada durun!’ diyen Başbakan’ın millete bir açıklama borcu var.

Orada niye durmak gerekiyor?

İsrail’e dokunan çarpılır mı?

Askeri darbe filan mı olur?

Bildiği neyse söylesin, biz de bilelim.

Bilelim ve “Geçiniz!” diyelim.

Allah, bütün risklerden büyüktür.

* * *

“Bekâra karı boşamak kolay”, evet.

Kolay olanı herkes yapar.

Yüzde 47’lik muazzam bir halk desteğiyle iktidara gelen AK Parti’den zor olanı yapmasını beklemek hakkımız değil mi?

* * *

NOT: İsrail’in ilan ettiği “tek taraflı ateşkes”e güvenip de rehavete kapılmayalım. İşgal ordusu Gazze’den çıkmaya yanaşmıyor ve HAMAS direnişe devam edeceğini söylüyor. Savaş bitmedi. İsrail’e lanet / Filistin’e destek eylemlerine devam!

Yeni Şafak, 19.1.2009

Hakan Albayrak

20.01.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır