—Geçen haftadan devam—
Beşinci Vecih
Hayat-ı içtimaiyece, inat ve tarafgirlik gayet muzır olduğunu beyan eder73.
Eğer denilse: “Hadiste, ‘Ümmetimin ihtilâfı rahmettir.’ denilmiş. İhtilâf ise tarafgirliği iktiza ediyor.
“Hem tarafgirlik marazı, mazlûm avâmı, zalim havassın şerrinden kurtarıyor. Çünkü bir kasabanın ve bir köyün havassı ittifak etseler, mazlûm avâmı ezerler. Tarafgirlik olsa, mazlûm bir tarafa iltica eder, kendisini kurtarır74.
“Hem tesadüm-ü efkârdan ve tehâlüf-ü ukulden hakikat tamamıyla tezahür eder.”
Elcevap:
Birinci suale deriz ki: Hadisteki ihtilâf ise, müsbet ihtilâftır75. Yani, herbiri kendi mesleğinin tamir ve revâcına sa’y eder. Başkasının tahrip ve iptaline değil, belki tekmil ve ıslâhına çalışır76. Amma menfi ihtilâf ise -ki garazkârâne, adâvetkârâne birbirinin tahribine çalışmaktır- hadisin nazarında merduttur. Çünkü birbiriyle boğuşanlar müsbet hareket edemezler77.
İkinci suale deriz ki: Tarafgirlik eğer hak namına olsa, haklılara melce olabilir. Fakat şimdiki gibi garazkârâne, nefis hesabına78 olan tarafgirlik, haksızlara melcedir ki, onlara nokta-i istinad teşkil eder. Çünkü, garazkârâne tarafgirlik eden bir adama şeytan gelse, onun fikrine yardım edip taraftarlık gösterse, o adam o şeytana rahmet okuyacak. Eğer mukabil tarafa melek gibi bir adam gelse, ona -hâşâ- lânet okuyacak derecede bir haksızlık gösterecek79.
Üçüncü suale deriz ki: Hak namına, hakikat hesabına olan tesadüm-ü efkâr ise, maksatta ve esasta ittifakla beraber, vesâilde ihtilâf eder80. Hakikatin her köşesini izhar edip hakka ve hakikate hizmet eder. Fakat tarafgirâne ve garazkârâne, firavunlaşmış nefs-i emmâre hesabına hodfuruşluk, şöhretperverâne bir tarzdaki tesadüm-ü efkârdan81 bârika-i hakikat değil, belki fitne ateşleri çıkıyor. Çünkü, maksatta ittifak lâzım gelirken, öylelerin efkârının küre-i arzda dahi nokta-i telâkîsi bulunmaz. Hak namına olmadığı için, nihayetsiz müfritâne gider, kabil-i iltiyam olmayan inşikaklara sebebiyet verir. Hal-i âlem buna şahittir82.
Elhasıl: “Muhabbet Allah için, buğz Allah için, hüküm de Allah’a aittir” olan desâtir-i âliye düstur-u harekât olmazsa, nifak ve şikak meydan alır. Evet, “Allah için buğzetmek, Allah için hüküm vermek” demezse, o düsturları nazara almazsa, adalet83 etmek isterken zulmeder.
Câ-yı ibret bir hadise84: Bir vakit, İmam-ı Ali Radıyallahü Anh bir kâfiri yere atmış. Kılıcını çekip keseceği zaman o kâfir ona tükürmüş. O, kâfiri bırakmış, kesmemiş. O kâfir ona demiş ki: “Neden beni kesmedin?”
Dedi: “Seni Allah için kesecektim. Fakat bana tükürdün; hiddete geldim. Nefsimin hissesi karıştığı için85 ihlâsım zedelendi86. Onun için seni kesmedim.”
O kâfir ona dedi: “Beni çabuk kesmen için seni hiddete getirmekti. Madem dininiz bu derece sâfi ve hâlistir; o din haktır” dedi.
Hem medar-ı dikkat bir vakıa: Bir zaman bir hâkim bir hırsızın elini kestiği vakit eser-i hiddet gösterdiği için, ona dikkat eden âdil âmiri onu o vazifeden azletmiş. Çünkü şeriat namına, kanun-u İlâhî hesabına kesseydi, nefsi ona acıyacaktı. Ve kalbi hiddet etmeyip, fakat merhamet de etmeyecek bir tarzda kesecekti87. Demek, nefsine o hükümden bir hisse çıkardığı için, adaletle iş görmemiştir.
Câ-yı teessüf bir hâlet-i içtimaiye ve kalb-i İslâmı ağlatacak müthiş bir maraz-ı hayat-ı içtimaî: “Haricî düşmanların zuhur ve tehacümünde dahilî adâvetleri unutmak ve bırakmak” olan bir maslahat-ı içtimaiyeyi en bedevî kavimler dahi takdir edip yaptıkları hâlde, şu cemaat-i İslâmiyeye hizmet dâvâ edenlere88 ne olmuş ki, birbiri arkasında tehacüm vaziyetini alan hadsiz düşmanlar varken, cüz’î adâvetleri unutmayıp düşmanların hücumuna zemin hazır ediyorlar? Şu hâl bir sukuttur, bir vahşettir, hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye bir hıyanettir.
Medar-i ibret bir hikâye: Bedevî aşiretlerinden Hasenan aşiretinin birbirine düşman iki kabilesi varmış. Birbirinden, belki elli adamdan fazla öldürdükleri hâlde, Sipkan veya Hayderan aşireti gibi bir kabile karşılarına çıktığı vakit, o iki düşman taife, eski adâveti unutup, omuz omuza verip, o haricî aşireti def edinceye kadar dahilî adâveti hatırlarına getirmezlerdi.
İşte, ey mü’minler! Ehl-i iman aşiretine89 karşı tecavüz vaziyetini almış ne kadar aşiret hükmünde düşmanlar olduğunu bilir misiniz? Birbiri içindeki daireler gibi yüz daireden fazla vardır. Her birisine karşı tesanüd ederek, el ele verip müdafaa vaziyeti almaya mecburken, onların hücumunu teshil etmek, onların harîm-i İslâma girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan garazkârâne tarafgirlik ve adâvetkârâne inat, hiçbir cihetle ehl-i imana yakışır mı? O düşman daireler, ehl-i dalâlet ve ilhaddan tut, tâ ehl-i küfrün âlemine, tâ dünyanın ehvâl ve mesâibine kadar, birbiri içinde size karşı zararlı bir vaziyet alan, birbiri arkasında size hiddet ve hırsla bakan, belki yetmiş nev'î düşmanlar var. Bütün bunlara karşı kuvvetli silâhın ve siperin ve kalen, uhuvvet-i İslâmiyedir. Bu kale-i İslâmiyeyi küçük adâvetlerle ve bahanelerle sarsmak, ne kadar hilâf-ı vicdan ve ne kadar hilâf-ı maslahat-ı İslâmiye olduğunu bil, ayıl.
Ehâdis-i şerifede gelmiş ki: “Âhirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek eşhâs-ı müdhişe-i muzırraları, İslâm’ın ve beşerin hırs ve şikakından90 istifade ederek, az bir kuvvetle nev-î beşeri hercümerc eder ve koca âlem-i İslâm’ı esaret altına alır.91”
Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız. İhtilâfınızdan istifade eden zalimlere karşı “Mü’minler ancak kardeştirler.” kale-i kudsiyesi içine giriniz, tahassun ediniz. Yoksa, ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz92.
Malûmdur ki, iki kahraman birbiriyle boğuşurken, bir çocuk ikisini de dövebilir93. Bir mizanda iki dağ birbirine karşı muvazenede bulunsa, bir küçük taş, muvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir. İşte, ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husûmetkârâne tarafgirliklerinizden, kuvvetiniz hiçe iner94; az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Hayat-ı içtimaiyenizle alâkanız varsa, “Mü’minin mü’mine bağlılığı, parçaları birbirini tutan binâ gibidir.” düstur-u âliyeyi düstur-u hayat95 yapınız, sefalet-i dünyevîden ve şekavet-i uhreviyeden kurtulunuz.
Altıncı Vecih
Hayat-ı mâneviye ve sıhhat-i ubudiyet, adâvet ve inatla sarsılır96. Çünkü, vasıta-i hâlâs ve vesile-i necat olan ihlâs zayi olur97. Zira, tarafgir bir muannid, kendi a’mâl-i hayriyesinde hasmına tefevvuk ister. Hâlisen liveçhillâh amele pek de muvaffak olamaz. Hem hüküm ve muamelâtında tarafgirini tercih eder, adalet edemez. İşte, ef’âl ve a’mâl-i hayriyenin esasları olan ihlâs ve adalet, husûmet ve adâvetle kaybolur. Şu Altıncı Vecih uzundur. Fakat kabiliyet-i makam kısa olduğundan, kısa kesiyoruz.
—SON—
DİPNOTLAR:
73- Devamındaki üç cümle üç ayrı farazi soru şeklinde olup devamında üçü için ayrı ayrı cevap verilmiştir. Başta inat ve tarafgirliğin zararlı olduğu varsayıldıktan sonra ardından taraf tutmanın faydalı olabileceği hallerin de bulunabileceği ve Hadisin de buna işaret ettiği açıklanmıştır. İnat ve tarafgirliğin sosyal hayatta bazı şartlarla faydalı ve gerekli de olabileceği kabul edilmiş ve bunun prensipleri ele alınmıştır.
74- Bu soru kuvvet sahiplerinin birleşmesiyle ortaya çıkan kuvvetin denetimsiz ve kontrolsüz bir güce dönüşebileceğini göstermektedir. Kuvvetin bölünmesi bir denetim ve dolayısıyla denge ve adalet getirebilir. Buradan, modern demokrasilerdeki “kuvvetler ayrılığı prensibi”ne de işaret bulunabilir.
75- Bediüzzaman başka bir çok kavram gibi ihtilâf kavramını da toptancı bir bakışla kabul ya da red etmemekte, müsbet ve menfi olarak tasnif etmektedir. “Üç büyük düşmanımız var: Cehalet, zaruret, ihtilâf” diyen ve bunlardan ihtilâf düşmanına karşı ittifak silâhıyla cihad etmek gerektiğini bildiren Bediüzzaman, ittihad-ı İslâmı da hayatının en önemli gayelerinden biri olarak ifade etmektedir.
76- Bir cemaat mensubu, başka cemaatlerle ilgili olarak yapacağı değerlendirme ve yorumlarla ancak o cemaatin tekmil ve ıslâhına çalışabilir. Aksi halde cemaat hakkında gıybet etmek denilen durum söz konusu olmuş olur. Bu faaliyet dördüncü vecihteki birinci düstur ile birlikte düşünülmelidir.
77- Risâlelerdeki en temel kavramlardan biri olan müsbet hareketin bir anlamı bu cümle ile ortaya çıkmaktadır. Müsbet hareket etmek, bir açıdan, birbiriyle ve başkalarıyla boğuşmamak demektir. Bu hususta özellikle Emirdağ Lâhikası’ndaki son mektuba bakılmalıdır.
78- Nefis hesabına olan tarafgirliğin “bencil”ce ya da “bizcil”ce olmasına karşılık hak namına olan tarafgirlik fedâkârcadır.
79- Bu tür tarafgirliğin tipik örnekleri siyasî partiler, sendikalar ve hatta çeşitli dernekler üzerinde görülebilir.
80- Dinsiz felsefelerle dinler arasındaki anlaşmazlık burada da işaret edilen maksat farkından kaynaklanır. Zira dinsiz felsefe insanın sadece bu dünyadaki mutluluğunu ya da toplumun düzenini hedefler. Oysa dinler sadece dünya düzenini hedeflemez, ahireti de hesaba katar ve nihaî olarak Allah’ın rızasını hedefler.
81- “Benim dediğim mutlaka doğrudur” yargısıyla bir fikir tartışmasına (müzakere, mübahase ya da münâzaraya) başlayan taraf bu tartışmadan hiçbir şey kazanamaz. Aksine sadece bildiklerini ve inandıklarını tekrar eder.
82- Dünyanın geçirmekte olduğu manevî buhranın en önemli sebebi, hedef ve itikat birliğine sahip olmayan ve hiçbir biçimde başkalarını düşünemeyecek kadar bencil hale gelen insanların, hazcı hayat anlayışı ile hareket ederek başkalarının ve bilhassa Allah’ın hakkını ihlâl etmeleridir.
Bu durum, İslâm dünyasında da benzeri biçimde görülmektedir. Müstebid yöneticiler kendi iktidarlarını devam ettirebilmek uğruna rakiplerinin ve kendi ülkelerindeki halkın haklarını ve hatta komşu ülkelerin halklarının haklarını ihlâl etmekte ve bu da var olan ihtilâfı sürdürmektedir.
83- Adaletin bir gereği hükmetmektir. Diğer bir niteliği ise haksızlık edene buğzetmektir. Ancak Adl isminin tecellisi olan gerçek adalet, hükmü Allah için (Onun namına) vermeyi gerektirdiği gibi buğzetmeyi de Allah için (Onun namına) yapmayı gerektirir.
84- Bediüzaman’ın, Uhuvvet Risâlesinde, herhangi bir konuyu cihad meydanından örnek vererek açıklaması, özellikle cihad kavramına yüklediği mânâ hakkında ipucu vermekte ve bakış açısındaki farkı göstermektedir.
85- Bu ifadelerdeki “hiddete gelmek” ile bu hiddetle yapılacak işe “nefsin de hissesinin karışması” arasındaki bağ önemlidir. Bütün ilişkilerde ve bilhassa aile ilişkilerinde geçerlidir.
86- Böylece anlaşılmaktadır ki “öfkeyle kalkan zararla oturur” özdeyişindeki zararın en büyüğü ihlâsı kaybetmek yani Allah için olmaktan mahrum kalmaktır.
87- Devletin, adaleti tatbik ederken, şefkat ve merhametle ya da hiddetle değil, tarafsız ve sadece adaletle hareket etmesi gerekir. (Hükmetmek ve hükmü infaz etmek ve ayrıca buğz etmek ise yukarıda da açıklandığı üzere adaletin bir gereğidir.) Bu davranış suçluyu da vicdanında mahkûm eder ve ıslâh eder. Hutbe-i Şamiye’de yer alan ve cezanın caydırıcı etkisini gösterebilmesi için akıl, kalp ve vicdanı harekete geçirebilmesi gerektiğini açıklayan şu ifadeler de burada açıklayıcı olabilir:
[“Bizde bir hırsız elini başkasının malına uzattığı dakikada hadd-i şer’înin icrasını tahattur eder. Arş-ı İlâhîden nâzil olan emir hatırına gelir. İmânın hassasıyla, kalbin kulağıyla, kelâm-ı ezelîden gelen ve hırsız elinin idamına hükmeden “Hırsız erkeğin ve hırsız kadının da elini kesin.” (Mâide Sûresi, 5: 38.) âyetini hissedip işitir gibi iman ve itikadı heyecana ve hissiyat-ı ulviyesi harekete gelir. Ruhun etrafından, vicdanın derin yerlerinden, o sirkat meyelânına hücum gibi bir hâlet-i ruhiye hâsıl olur. Nefis ve hevesten gelen meyelân parçalanır, çekilir. Git gide, o meyelân bütün bütün kesilir. Çünkü, yalnız vehim ve fikir değil, belki mânevî kuvveleri (akıl, kalb ve vicdan) birden o hisse, o hevese, hücum eder.]
88- İslâm’a hizmet iddiasında olan cemaatlerin ve grupların birbirleri ile ilişkileri konusunda ayrıntılı bilgi için 20. Lem’a’ya bakılmalıdır.
89- Ehl-i imanın çok sayıda kabilelerden oluşan bir aşirete benzetilmesinden de anlaşılmaktadır ki mü’minler arasındaki kardeşlik bağı aslında fıtridir.
90- Burada da şikak ile birlikte hırstan söz edilmesi, hırsın adavet ve ihtilâfla ilişkisine dikkat çekmektedir.
91- Bu hadis-i şerifte, hem Müslümanlar ve hem de genel olarak insanlık için ihtilâfın zararına işaret edilmiş ve bunun kıyameti koparacak bir çöküşü başlatacağı açıklanmıştır.
92- Uhuvvet prensiplerine uymamak, yukarıda Birinci ve İkinci Vecihte anlatıldığı üzere hem bizzat adaletsizlik ve zulümdür ve hem de zalimlerin zulümlerine kapı açtığı için zulümdür.
93- Bu sonuç bu kahramanların gerçek bir kahraman olmadığını gösteriyor da olabilir.
94- Hırsın diğer neticeleri için İkinci Mebhas’a bakılabilir.
95- Bir binanın birbirini ayakta tutan tuğlaları olduğumuzu varsayarak kardeşçe yaşayabilmek, esasen “ben”den “biz”e geçebilmekle ilgilidir.
96- İbadetlerin sıhhati ve makbuliyeti de Allah’a yönelen kalbin uhuvvetle dolu olmasına bağlıdır. Nitekim Yunus Emre de şiirinde “Bir kez gönül yıktın ise / Bu kıldığın namaz değil / Yetmiş iki millet dahi / Elin yüzün yumaz değil” derken bu şarta işaret etmiştir.
97- İhlâs ile uhuvvet arsındaki mühim bağ dolayısıyla Uhuvvet Risâlesi bir yönden İhlâs Risâleleri olan 20. ve 21. Lem’aların devamı gibidir.
|