İnsanın en birinci üstadı, validesidir
Evet, dünyada en yüksek hakikat, peder ve validelerin evlâtlarına karşı şefkatleridir. Ve en âlî hukuk dahi, onların o şefkatlerine mukabil hürmet haklarıdır. Çünkü onlar, hayatlarını, kemâl-i lezzetle evlâtlarının hayatı için feda edip sarf ediyorlar. Öyleyse, insaniyeti sukut etmemiş ve canavara inkılâb etmemiş herbir veled, o muhterem, sadık, fedakâr dostlara hâlisâne hürmet ve samimâne hizmet ve rızalarını tahsil ve kalblerini hoşnut etmektir. Amca ve hala, peder hükmündedir; teyze ve dayı, ana hükmündedir.
Mektubat, s. 250
***
“Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişecek olursa, sakın onlara ‘Öf’ bile deme” (İsrâ Sûresi, 17:23) âyeti, beş mertebe hürmet ve şefkate evlâdı davet etmesi, Kur’ân’ın nazarında valideynin hukukları ne kadar kıymetli ve ukukları ne derece çirkin olduğunu gösterir. Madem peder kimseyi değil, yalnız veledinin kendinden daha ziyade iyi olmasını ister. Ona mukabil, veled dahi pedere karşı hak dâvâ edemez. Demek, valideyn ve veled ortasında fıtraten sebeb-i münakaşa yok. Zira, münakaşa ya gıpta ve hasetten gelir. Pederde oğluna karşı o yok. Veya münakaşa, haksızlıktan gelir. Veledin hakkı yoktur ki, pederine karşı hak dâvâ etsin. Pederini haksız görse de, ona isyan edemez. Demek pederine isyan eden ve onu rencide eden, insan bozması bir canavardır.
Sözler, s. 583
***
Evet, insanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun validesidir.
Lem’alar, 24. Lem’a, 1. Nükte
***
Evet, rahmet-i Rabbâniyenin en hürmetli, en halâvetli, en lâtif ve en şirin bir cilvesi olan şefkat-i valide, hakaik-i kâinat içinde en muhterem, en mükerrem bir hakikattir. Ve valide, en kerîm, en rahîm, öyle fedakâr bir dosttur ki, o şefkat saikasıyla, bir valide, bütün dünyasını ve hayatını ve rahatını, veledi için feda eder. Hattâ, valideliğin en basit ve en ednâ derecesinde olan korkak tavuk, o şefkatin küçücük bir lem’asıyla, yavrusunu müdafaa için ite atılır, arslana saldırır.
Mektubat, s. 45
***
Birinci suâl: Neden fedakâr, yüksek bir şefkati taşıyan valide, bu zamanda, veledinin malından irsiyet almasından mahrum edildi, kader müsaade eyledi?
Gelen cevap şu: Valideler bu asırda, bir aşılama suretinde şefkatlerini yanlış bir tarzda sarf etmeleridir ki, “Evlâdım şan ve şeref rütbesinde memuriyet kazansın” diye, bütün kuvvetleriyle, evlâtlarını dünyaya, mekteplere sevk ediyorlar. Hattâ, mütedeyyin de olsa, Kur’ânî ilimlerin okunmasından çekip dünyayla bağlarlar. İşte bu şefkatin bu yanlışından, kader bu mahrumiyete mahkûm etti.
Kastamonu Lâhikası, s. 205
âlî: Yüksek.
kemâl-i lezzet: Tam bir lezzet.
sukut: Alçalma.
inkılâb: Değişme, dönüşme.
veled: Çocuk.
hâlisâne: İhlasla, samimiyetle, içtenlikle.
valideyn: Anne ve baba.
ukuk: İtaatsizlik, saygısızlık, tanımamazlık.
sebeb-i münakaşa: Münakaşa, tartışma sebebi.
haset: Kıskançlık, çekememezlik.
muallim: Öğretmen.
halâvet: Tatlılık, şirinlik.
lâtif: Hoş.
şefkat-i valide: Anne şefkati.
hakaik-i kâinat: Kâinat gerçekleri, hakikatleri.
mükerrem: Hürmet ve tazim olunan, ikram olunmuş.
kerîm: İkramı seven, cömert.
rahîm: Şefkatli, merhametli.
saika: Sevkeden, sürükleyen sebep.
ednâ: En adi, en basit, en küçük.
|