Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 09 Mayıs 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Küresel ikiyüzlülük ve suç ortaklığı

“Küresel ısınma”nın çılgın kasırgasına binlerce kurban vermese, Myanmar kimin umurunda, Burma kimin. (İkisi de aynı!)

Aklımızda kalan, orada binlerce ölü ile yıllarca hüküm süren bir askeri cunta olduğu.

Yardım yapmak isteyen “küresel hayırseverlik”i, Konsey (Devlet) Başkanı da, başbakanı da general olan cuntanın engellediği.

Bir “paralel tarih” hikayesi:

Sene 1996.

ABD’nin dev petrol şirketlerinden Unocal Afganistan’da bir ofis açar.

Afganistan bir süre önce Taliban egemenliğine girmiştir.

Unocal ofisinin amacı Orta Asya’dan başlayıp Afganistan’ı kat ederek Hint Okyanusu’na uzanan bir boru hattı inşa edebilmektir.

Ofis, Bin Ladin’e ait bir merkez ile hem kendi hesabına, hem ABD hesabına iş çeviren Pakistan gizli servisine komşudur.

Afganistan’da Sovyet işgaline karşı savaşırken ön plana çıkan, ancak Taliban’ın hakimiyetiyle “yönetim karşıtı” haline gelen liderlerden Ahmed Şah Mesud’ un iddiasına göre, Taliban’ı besleyenler arasında bizzat Unocal da vardır.

Sene yine 1996.

Askeri cuntanın Myanmar adını taktığı, Batı’nın Burma’da ısrarlı olduğu, İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar İngiliz sömürgesi, 50 küsur milyonluk, yoksul ama petrol ve doğalgaz yataklarına sahip ülkedir.

Unocal orada epeydir faaliyettedir.

Fransız Total ile birlikte Yadana Boru Hattı’nı işletmektedir. Şimdi ABD Başkan Yardımcısı Cheney’nin yönettiği (Irak’ta da büyük işler kapan) Halliburton firması da oradadır.

En büyük destek ve teşvik ise, 1962’den sonra “sosyalizm bayraklı” bir darbeyle, 1989’dan itibaren de “daha çıplak darbe” ile yöneten askeri cuntadan gelmektedir.

Nitekim; başta Unocal, Batılı büyük şirketlerin rahatı için, ordu ve kontrolündeki çetelerce köylülerin yerinden edildiği, zorla angarya ve köle emeğine başvurulduğu, tecavüz, cinayet, işkence ve yer yer soykırım uygulamalarının azdığına dair bilgi ve belgeler çoğalmıştır.

Hatta, bunun için Unocal tarafından özel ödemeler yapıldığı da. Ve ABD’de, bazı Burmalı köylülerin de vekaletiyle, 1996’da Los Angeles’ta Unocal aleyhine dava açılır.

Dava, 1789 tarihli bir yasa olan “Alien Tort Claims Act”, yani ABD vatandaşı kişiler ile kurumların (hatta ABD’de faal yabancıların) başka ülkelerde katıldıkları işkencelerden yargılanabilmesi çerçevesindedir.

2001’e geliriz.

Unocal’ın organizasyonuyla ABD’ye bir Taliban heyeti bile gitmiştir.

Ama boru hattı işi yatmaktadır.

O ara 11 Eylül saldırıları olur.

Suudi Arabistanlı Bin Ladin Afganistan’da bulunuyor diye, ABD ve müttefiklerinin Afganistan işgali başlar.

Kuzey İttifakı lideri Şah Mesud, 11 Eylül saldırılarından tam iki gün önce öldür(t)ülmüştür.

Taliban gider. Afganistan’ın devlet başkanı Unocal’ın maaşlı adamı Karzai olur.

Yeni ABD Büyükelçisi ise Unocal danışmanı Halilzad’dır. (Irak işgalinden sonra da Bağdat’ta o görevi alır.)

Yeni yönetimin ilk işlerinden biri, 3.2 milyar dolarlık boru hattı anlaşmasının imzasıdır.

Unocal o sırada ABD’de sanık olsa bile, Burma’da da yine kraldır.

2005’te Unocal suçlamaları kabul ederek ABD’de mahkemede uzlaşmaya gider.

Aynı günlerde de bir başka petrol devi Chevron tarafından satın alınır ve kirli elleri sözde temizlenir. Ama, zaten boru hattı yapılmış askeri kırım ve kıyım ülkesi Myanmar değil, boru hattı da yapılabilsin diye, “terörist yatağı” Afganistan çoktan işgal edilmiştir!

Büyük abi.

Myanmar ya da Burma her gün yeni insan hakları ihlalleriyle suçlanır, rahip katliamıyla gündeme gelirken, “küresel kapitalizm” ikiyüzlü oyununu sürdürür.

Hem boru döşer, hem de ABD Dışişleri ağzıyla “Orada halk daha iyisini hak ediyor. Baskıcı bir toplumda halkın görüşlerini ifadede çektiği zorlukları teslim ediyoruz” filan der; BM’de kınama taslakları hazırlanır.

Ve bu oyunda Myanmar’ın hamisi, BM’de koruması kim olur?

“Küresel kapitalizm”in, “ABD emperyalizmi”nin en büyük finans, ucuz işçilik, ucuz tüketim malı kaynağı, “yöresel sosyalist” Çin.

Adı sözde “sosyalist” diye 1960’larda Burma’da askeri darbe zulmüne destek çıkan bir tür “sosyalist kültür”, bu kez “kapitalistin daniskası sosyalist Çin” vasıtasıyla, petrolünü, gazını emdiği ülkede adı sosyalist dahi olmayan cunta kıyımının büyük abisidir.

Kasırga gelir, bunca ikiyüzlülüğün, bunca acının, bunca zulmün üstüne biner!

Sabah, 8.5.2008

Umur TALU

09.05.2008


 

Cuntacılık haydutluktur

Okurun. Okurların. Bizim okurlarımızın ilgilenmediği haberler var. İlgilenmediği diyorum, en azından star’ın web sayfasına girenlerin dikkatlerini ta başlangıcından beri dün de dahil çekmeyen bir büyük felaket yaşanıyor.

Nerde? En önceki adı ile Burma’da... Yakın zamana kadarki adıyla Birmanya’da, bugünkü adıyla Myanmar’da.

Ülkeyi kan kusturarak yöneten 46 yıllık askeri cunta, dünyadaki antipatiyi azaltmanın yolunu sürekli olarak ad değiştirmede bulmuş gibi...

* * *

Dün...

Üşenmedim...

Birmanya ile ilgili son bir iki yılın haberlerini taradım.

Pek de ilgilenmediğimiz bu ülkenin sistemini, rejimini, yeryüzündeki imajını daha derinlemesine algılayabilmek için bunları tarih sırasına göre sıralıyorum.

* * *

‘BİRMANYA’DA

GÖZALTILAR SÜRÜYOR’

Birmanya’da askeri yönetim tarafından yapılan açıklamada, güvenlik güçlerinin geçen ayki demokrasi yanlısı eylemlere katılan göstericileri hálá aramaya ve gözaltına almaya devam ettiği bildirildi.’ 17/10/2007

‘BİRMANYA’YA BASKI ARTIYOR’

Japonya, geçen ay bir Japon gazetecinin öldürülmesini kınamak amacıyla Birmanya’ya yaptığı yaklaşık beş milyon dolarlık yardımı iptal ettiğini açıkladı. Nagai’nin öldürülmesi büyük tepki toplamıştı.’ 16/10/2007

‘BM’DEN BİRMANYA’YA KINAMA

BM Güvenlik Konseyi, Birmanya’da Budist rahipler öncülüğündeki gösterilerin güç kullanılarak bastırılmasını bir başkanlık açıklamasıyla kınadı. Karar, Çin itirazını geri çekince mümkün oldu.’ 12/10/2007

‘MUHALİF LİDER İÇİN

İRTİBAT FORMÜLÜ

Birmanya devlet televizyonu, askeri makamların gözaltındaki muhalif lider Aung San Su Kyi ile irtibat kurmak üzere bir bakan atadığını duyurdu. Bu, Birleşmiş Milletler’in önerileri arasındaydı.’ 08/10/2007

‘JAPON GAZETECİNİN

NAAŞI ÜLKESİNDE

Geçen hafta Birmanya’daki gösterilerin bastırılması sırasında öldürülen Japon gazetecinin cenazesi ülkesine gönderildi. Birmanya sokaklarında korkunun hüküm sürdüğü söyleniyor. ‘04/10/2007

‘YENİ AB YAPTIRIMLARI YOLDA

Avrupa Birliği üyesi ülkelerin büyükelçileri, demokrasi talebiyle düzenlenen gösterileri güç kullanarak bastıran Birmanya’nın askeri yönetimine karşı yaptırımların artırılmasında anlaştı.’03/10/2007

‘MANASTIRLAR ABLUKADA

Ordunun cunta karşıtı gösterileri bastırdığı Birmanya’da protestolara öncülük eden beş manastıra giriş-çıkışlar engelleniyor. Yasağa rağmen toplanan pekçok kişiye müdahale edildi.’ 28/09/2007

‘BİRMANYA’DA

GÖSTERİYE ATEŞ: 9 ÖLÜ

Cuntanın devrilmesi talebiyle eski başkent Rangun’da yapılan gösterilere müdahale eden askerler kalabalığa ateş açtı. Devlet medyasına göre olaylarda sekiz protestocu ve bir Japon vatandaşı öldürüldü.’ 27/09/2007

‘13 BİRMANYALI

MUHALİF TUTUKLANDI

Birmanya’da artan petrol fiyatlarını protesto etmek için düzenlenen bir gösterinin ardından, en az 13 eylemci tutuklandı. Tutuklananlar arasında ülkenin en önde gelen muhalifleri de var.’ 22/08/2007

‘BİRMANYALI SİVİLLERİN

SÜRGÜN ÇİLESİ

Birmanya’da binlerce köylü, ordunun saldırıları nedeniyle ormanlarda saklanıyor. BBC muhabiri Andrew Harding, Birmanya’ya gitti, evlerini terk etmeye zorlanan köylülerin çileli yolculuklarını izledi.’ 17/04/2006

* * *

Yazıyı yazmaya başladığımda kendi halkını 46 yıldır perişan eden askeri cunta yönetimindeki Myanmar’da, Nargis kasırgasından dolayı 1 milyon kişinin evsiz kaldığını ve 22 bini aşkın kişinin de öldüğünü gördüm...

Kaybolanların sayısı, ölenlerin de çok fevkindeydi... Aynı şiddet ve türdeki bir felaket ABD’nin güneyinde özellikle Lousiana ve Mississippi’de 1500 kişinin ölümüne yol açarken, Birmanya’da bir kent nüfusu kadar insan hayatına mal olabiliyor...

Acaba neden?

Nedeni açık...

Cuntacılık, devletlerin ve toplumların zenginleşip özgürleşmesine silah çekmiş bir haydutluktur.

Devlet haydutlaşınca, halkına eziyet etmekte mahirleşir ama doğaya karşı da biraz daha güçsüzleşir.

Demokratik ülkeler, felaketlerle kendini hissettiren ‘doğanın cuntaları’na karşı insan odaklı bir sistemi geliştirerek dayanıklı dururken, askeri cuntalar altında zulüm gören yığınlar bir de doğanın avı haline gelirler. Aynı kasırga Lousiana ve Mississippi’de kabarık iştahına yeterli yem bulamazken, Birmanya’yı paramparça ediyor...

Askeri cunta sayesinde...

Star, 8.5.2008

Mehmet ALTAN

09.05.2008


 

Niçin AB?

Danimarka’da Filistin asıllı Esmâ Abdülhamid’in Meclis’e başörtüsüyle girmesine onay çıktı. Bu olay üzerine birkaç satır yazmak gerekiyor. Önce “Niçin AB” sorusuna bir daha cevap arayalım.

Avrupa Ekonomik Topluluğu Avrupa Birliğine doğru yol almaya başlayınca baştan beri tereddüt içinde olan dindar Müslümanlar bu birliğe üye olmanın karşısında yer aldılar. O tarihlerde, başta İslam ülkeleri olmak üzere başka birlikler ile işbirliği yaparak ve bu sayede öz değerlerini koruyarak yaşamanın ve ilerlemenin mümkün olduğuna inananların sayısı daha çoktu. Zaman içinde dünyanın güç dengeleri ve İslam ülkelerinin durumlarının böyle birlikler kurmaya çok da elverişli olmadığı görüldü. Öte yandan ülkemizin kendi imkanlarıyla tam demokrasiye geçme, insan hak ve özgürlüklerinden gelişmiş ülke hakları ölçüsünde yararlanma amacını gerçekleştirmesinin zor olduğu da görüldü. Bu zorluk, ülkemizde yüzde otuz civarında bulunan bir halk kitlesinin, “farklılık içinde beraberlik” kültüründen mahrum, farklı olanlara karşı güvensiz ve tahammülsüz olmalarından ve bunların içinden önemli bir kitlenin de iktidar ve menfaat mücadelesine bazı şeyleri (kemalizm, laiklik, irtica, korku…) alet etmelerinden ileri geliyordu.

Başta AB’ne karşı olan dindar Müslümanlar, AİHM’nin taraflı kararları ve AB’ne üye bazı ülkelerin olumsuz tutumları ile AB’nin çifte standardı yüzünden şüpheye düşseler bile bu üyeliğin, daha kötüye nisbetle iyi olabileceği ümidini yitirmediler.

Cumhuriyet projesi Batı uygarlığına intisabı (onu geçme hayali de var, ama yine Batı standartları söz konusu) amaç edindiği halde AB’ne üye olma konusunda bu yüzde otuzun giderek daha isteksiz hale geldikleri görülüyor. Gerçi onlar gerekçe olarak “Bu üyelik şeriat düzeni getirecek” kabilinden cevherler imal ediyorlarsa da asıl sebebin, haksız imtiyazları yok edecek olan demokrasi ve hukuk devletini istememek olduğu anlaşılıyor. Her şeye rağmen Avrupa demokrasisinin, bizdeki sözde demokrasiden daha iyi olduğu (veya daha az kötü olduğu) inancını teyit eden bir olay, işte bu yazının başında sözünü ettiğim Esmâ Abdulhamîd olayıdır.

Yeni Şafak, 8.5.208

Hayreddin KARAMAN

09.05.2008


 

Sessizlik ürkütücü

İktidardaki Ak Parti’nin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın hazırladığı iddianameyle Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılma cezasına çarptırılma ihtimalini Türkiye’yi az tanıyan okumuş-yazmış bir yabancıya anlatmayı hiç denediniz mi? Hiç tavsiye etmem; olağanüstü komik sorulara müthiş saçma cevaplar biçiminde gelişiyor konuşmanız ve sonuçta iki taraf da birbirini asla anlayamayacağını fark ediyor.

CHP yöneticileriyle CHP’li yazarları hiddetlendiren, yabancıların parti kapatma konusundaki açıklamalarının temelinde bu gerçek yatıyor işte: Bir yabancının, özellikle Avrupalı ve demokratsa, Ak Parti aleyhine açılmış kapatma davasını anlaması asla mümkün değildir. Türkiye’yi ve şartlarını bilmeyen hiçbir şey anlamıyor olan-bitenden; Jose Mario Barroso’dan Joost Lagendjk’a Türkiye’yi tanıyan Avrupalılar ise, olan-biteni kabulde zorlanıyorlar.

Aslında CHP’liler ile CHP’li kalemlerin söyledikleri ve yazdıklarını her gün birden fazla dile çevirerek Avrupalıların dikkatine sunmakta yarar var. Bu yazının yazılma sebebi de bu zaten: Aleyhinde açılmış kapatma davasına karşı savunmasını yaparken, Ak Parti, Türkiye içerisindeki tartışmaları ne kadar başkalarına yansıtıyor acaba? Davayla ilgili iddianameyi veya partili hukukçuların hazırladığı savunmayı başka dillere çevirmek çok yararlı elbette, ancak esas yapılması gereken, Avrupa Birliği (AB) üyesi olmak isteyen Türkiye’de, 2008 yılında, demokrasiye müdahaleyi doğal karşılayan, parti kapatmayı alkışlayan, ifade edilen görüşleri tehlikeli bulan bir zihniyetin varlığını gözler önüne sermektir.

Çağdaşlaşma yolunda atılan bunca adımdan sonra, Türkiye’yi demokrasisi özürlü olarak tutmak isteyen ‘çağdaş görünümlü gericiler’ bulunduğunu ve bunların halkın büyük desteğini kazanmış, her iki seçmenden birinin oyunu almış bir iktidarı yerinden etmek için harekete geçtiklerini, yapılanı alkışladıklarını dünyada duymayan kalmamalı.

Ak Parti yönetiminin mahkeme sonuçlanana kadar sessiz kalma taktiği bir noktaya kadar doğal karşılanabilir. Sesini çıkarsa ne olacak, o sesi bastırmaya hazır, söyleneni çarpıtmaktan çekinmeyecek denli gözü dönmüş, her yapılanı tersine çevirmede mahir kişiler hazır bekliyorlar nasıl olsa... Ancak gelişmeleri bütün dünya ile paylaşmak Ak Parti’nin kendisi için değil, daha çok ülke için yararlı.

Yararı şurada: Türkiye’de parti kapatmayı alkışlayacak çapta demokrasiye zıt bir anlayışa sahip olan çevreler, bu davranışlarını, 11 Eylül sonrasında ‘güvenlik eksenli’ hale gelmiş dünyanın anlayacağı biçimde anlatıp kendilerini mazur gösterme çabasındalar. Oysa Türkiye’de olan-bitenin onların altını çizdiği ‘korkular’ ile zerre kadar ilgisi yok. Türkiye’yi yakından tanıyan Avrupalılar, siyaset bilimi terminolojisine çevirerek pek güzel anlıyorlar yapılmak isteneni: Statükonun intikamı... Demokrasiye ihanet... Sınıfsal çıkarlar... Egemen çevrelerin halkı cendereye alması... Bunlar, kapatılma davası açıldığı günden beri çeşitli Batılı ağızlar ve kalemlerin konuyu anlatmada kullandıkları kalıplar...

Ak Parti altı yıla yakın süredir iktidarda, ancak kendini ve yapmak istediklerini Türkiye ile ilgilenen yabancılara anlatmanın yolunu henüz bulmuş değil. Bulmalı ve anlatmalı. Kendisine karşı yapılmak isteneni de... Sonucu değiştirmese bile, bu yoldaki çabalar, ülkenin geleceği üzerinde olumlu bir rol oynayacaktır. Bugün anlatılanlar yarın verilecek kararın daha iyi anlaşılmasına hizmet etse, bu bile önemli bir kazanımdır. Sessizlik ürkütücü. Oysa Myanmar’da onbinlerce insanın canını alan doğal felâketle Türkiye gibi bir ülkede meydana gelen demokrasi sarsıntısı eş değerde; bu sebeple daha büyük bir ilgiyi fazlasıyla hak ediyor.

Yeni Şafak, 8.5.2008

Fehmi KORU

09.05.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler