Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 31 Mart 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Sarı-Kız sen Erge-Neo-Kon’un neresindensin?

Beş yıl önce Türkiye Demokrasisi’ne yapılan yüzde yüz penaltılık iki pozisyonu yeniden oynatalım: 2003-2004 sezonunda atlattığımız Sarıkız ve Ayışığı kod adlı iki darbe girişimini anlatan günlüklerin Deniz Kuvvetleri eski komutanı Oramiral Özden Örnek’in bilgisayarından çıktığı İstanbul Emniyet’ince ispatlanmış bulunuyor…

Ama hala çıt yok…

“Darbe Günlüğü”nde adları geçen dönemin üst düzey bazı komutanları -günümüzün emekli orgeneralleri- ihtilal planı yaparak suç işlemiş oldukları halde…

Şimdilerde onlar hakkında herhangi bir işlem yapılmıyor:

Savcılarımız nerede?

Derbi maça yabancı hakem…

Pardon, dışarıdan Antonio di Pietro getirecek değiliz, ya!

* * *

“Darbe Günlüğü” Nokta dergisinde yayınlandığı vakit, Emekli Oramiral Özden Örnek “Günlük bana ait değil” demişti…

Sonunda kendisine ait olduğu kanıtlandı: Oramiralimiz ne diyecek, acaba?

Örnek Paşa günlüğünde “Jandarma Genel Komutanı Org. Şener Eruygur’un daima bir ihtilal özlemi içinde olduğunu” vurguluyordu…

Günlüğün bir yerinde Eruygur için “Bana kalırsa adamın niyeti ülke yararı değil, kendi yararı…” cümlesini sarf etmişti…

* * *

Özden Örnek, darbe toplantılarından birinde şöyle konuşmuştu: “Eğer darbe yapılacaksa bunun 2004’ten önce yapılmamasını, AB’nin vereceğe cevaba göre AKP’nin zaten köşeye sıkışacağını, o zaman da halkın desteğini alabileceğimizi söyledim…”

Günlükte detaylı bir biçimde anlatılan 3 Aralık 2003 tarihli YAŞ hazırlık toplantısında, Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Aytaç Yalman şöyle diyordu:

“Zamanı boşuna geçirdik. Benim önerim hemen ve gecikmesiz eylem planına başlamak. Seçimden önce (Mart 2004) muhtıra vermeliyiz!”

O toplantıda muhtıra taleplerini elinin tersiyle iten, neticede askeri müdahale girişimlerini püskürtmüş olan dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’tü…

Darbe günlükleri Nokta’da yayınlandığında, Özkök bir açıklama yapmış ve söz konusu her iki darbe girişimini de yalanlamamıştı!

* * *

Sarıkız kod adlı plandan vazgeçilince, bu defa Org. Eruygur tek başına Ayışığı kod adlı bir başka darbe operasyonuna girişmiş ancak muvaffak olamamıştı…

Şener Erguygur, geçen yıl Çankaya seçimini etkilemek için düzenlenen cumhuriyet mitinglerini organize eden ADD’nin başındaki isimdi…

Eruygur Paşa, Sarıkız ve Ayışığı operasyonlarının varlığını veya günlükte anlatılan hadiseleri bunca zamandır herhangi bir biçimde yalanlayabildi mi? Hayır…

* * *

2003-2004’te “darbe girişimi” yapıldığı kesin olduğuna göre; böyle bir darbe operasyonunun hazırlığını yapmış olan “gayrı nizami harp” usulleriyle çalışmış yasadışı bir örgütlenme olması gerekir!

İşte o örgütlenme Ergenekon’dur…

Ümraniye cephaneliğinde ele geçirilen Ordu malı bombalar Cumhuriyet’e yönelik saldırıda kullanılan bombalarla tek yumurta ikizi:

O bombaları Danıştay tetikçisinin de dahil olduğu takıma verense “Susurluk ekibinden” Emekli Tuğgeneral Veli Küçük…

* * *

Finalde, Cumhuriyet’in ‘Gizli Amerikancı’ patronu İlhan Selçuk’un Ergenekon’u kollayan şu satırlarını okuyalım:

“Ergenekon dosyasını yaymak; yazarları, fikir adamlarını, emekli komutanları, muvazzafları da içine alarak sonuçta laik Ordu’ya ilişkin bir dava harekatına dönüştürmek akıl karı değildir…”

Selçuk “laiklik kisvesi altında” Ergenekon soruşturmasının gerçek amacı ve hedefi hakkında kamuoyunu yanıltmaya tam teşebbüste bulunuyor!

Bakınız, Ulusalcılık kostümüyle ve de “rejime, laikliğe sahip çıkma” numarası çekilmek suretiyle yapılmak istenen…

“Ankara’yı yeniden Washington’a teslim etme” girişimlerinden başka bir şey değildir!

Yeni Şafak, 30.3.2008

Tamer Korkmaz

31.03.2008


 

Çeteciler ve darbeciler demokrasiye karşı

Bütün NATO ülkelerinde gladyo örgütlenmeleri tasfiye edildi ama bizdeki Ergenekon, TSK içinde Özel Harekât birimi hâline getirildi ve bazı yorumcular bu yapılanmayı ‘derin devlet’ olarak adlandırdılar. Devletin bir kısım güvenlik birimlerinin, mafya ile karışık hukuk dışı eylemleri bu çerçevede icra edildi. Aslında bu, devletin ‘derin’ değil, ‘sathî’ ve patolojik yüzüydü.

DARBECİLER DE ÇETELEŞMİŞ UNSURLARDI

Efendim, ‘darbeci’ deyince aklımıza, TSK’nın kendi görevini istismar ederek siyasete müdahale eden illegal unsurları gelir. Aslında, bunlar da Prof. Dr. Mümtazer Türköne’nin ‘Batı Çalışma Grubu’ için kullandığı ‘çete’ nitelendirmesi içindedir. Bonapartist ‘ku de ta’ (coup d’ Ètats) yapan bir ‘cunta’nın ‘çete’den farkı, sadece bir boyut değişikliğinden ibarettir.

27 Mayıs’ta, ‘Millî Birlik Komitesi Çetesi’ vardı. Menşei Silâhlı Kuvvetler idi ama devlete isyan ederek bu vasıftan çıkmış, çeteleşmişlerdi. 22 Şubat’ta ‘Talat Aydemir Çetesi’, darbe teşebbüsünde başarısızlığa uğramıştı.

Şimdiki ‘Ergenekon Çetesi’nin bir ucu ‘Türk gladyosu’na, bir ucu da 12 Mart Muhtırası’na sebep olan ‘Madanoğlu Çetesi’ne dayanıyor. Doğan Avcıoğlu’nun ‘Devrim’ dergisi etrafında toplanan İlhan Selçuk, İlhami Soysal gibi isimler cunta ve darbe destekçiliği yapıyor ve ordudaki sosyalist çeteleşmeyi örgütlüyordu. Aynı kadrodaki Hasan Cemal, ‘Cuntacıydık; bir anda demokrasi kahramanı ilân edildik’ diyor ve 9 Mart’ta nasıl bir sosyalist devrim hazırlandığını anlatıyor.

12 Eylül’ün hazırlanışında da çete operasyonları önemli rol oynamıştır. Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı iken, 11 Eylül 1980 günü Bakanlar Kurulu toplantı salonunun burnunun dibinde nasıl bombalar patlatıldığını dünmüş gibi hatırlıyorum. Bu eylemleri, 12 Eylül gerekçesi oluşturmaya çalışan militer kökenli çetelerden başkası yapmış olamazdı. Öte yandan, 12 Eylül’de özellikle 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı alanında polis ve istihbarat örgütlerinin faaliyetleri henüz ortaya çıkarılmış değildir.

28 Şubat’ta, ‘Batı Çalışma Grubu Çetesi’, TSK içinde etkili olmuş ve postmodern darbeyi uygulamaya koymuştu. Sincan’daki Filistin gecesinden sonra tanklar yürütüldü ve ‘balans ayarı’ yapıldı. Öyle ya, gene lâiklik elden gidiyordu...

ERGENEKON ÇETESİ NE YAPMAK İSTİYOR?

Susurluk Çetesi bir kaza(?) sonucu ortaya çıkınca, zamanın Başbakanı Erbakan, olayı ‘fasafiso’ olarak tavsif etti. Anlaşılan zavallı Hoca, irtica ithamlarından bunalmış, başına bir de çete meselesi çıkarmak istememişti. Halbuki, olayın üzerine gidilebilseydi, belki de 28 Şubat’ı geciktirebilirdi. O zaman ışık açıp kapama eylemi yapanların bir kısmı, şimdi ne yazık ki ‘Ergenekon Çetesi’ni himayeye çalışıyor...

AK Parti iktidarı, siyasallaşan yargının nefesinin yettiği kadar çetelerin üstüne gitmeye başladı. Susurluk Çetesi’nden sonra Küre Çetesi, Sauna Çetesi, VKGB Hareketi, Atabeyler Çetesi ve Ergenekon Çetesi. Aslında bütün bu örgütlenmeler birbirine bağlıydı ve tek amaçları vardı: Türkiye’yi bir askerî müdahale ortamına sürüklemek...

Bir taraftan da TSK’nın içi karıştırılmaya devam ediyordu.

28 Şubat’ın ‘Batı Çalışma Grubu Çetesi’ kalıntısı odaklar henüz dağıtılmamıştı. Zaman zaman ‘Genç Subaylar’ adıyla medyaya akseden ‘Erenler Grubu’, ‘Ay Işığı’ ve ‘Sarı Kız’ kod adlı darbe planları hazırlamaktaydı. Bu odaklar, önce Özkök Paşa’nın, daha sonra da Büyükanıt Paşa’nın demokrasiden yana tavır koymasıyla plânlarını gerçekleştiremediler.

BANA ŞU OLAYLARI YORUMLAR MISINIZ?

Efendim, biliyorum hepiniz ârif insanlarsınız. Yorumsuz olarak aşağıda sıraladığım şu olayları bana okur musunuz lûtfen?

- Danıştay’a yapılan saldırının, takdim edilmek istendiği gibi irtica ve başörtüsüyle ilgili olmadığı ortaya çıktı. Olayı Ergenekon Çetesi düzenlemişti.

- Daha önce işlenen birçok cinayetin de bu çete tarafından düzenlendiği söyleniyor.

- Ergenekon Çetesi ile diğer bağlantılı çetelerin bazı mensuplarının Özel Harekat birimlerinde çalışan muvazzaf ve emekli şahıslarla emniyet görevlilerinden oluştuğu; kullanılan silah ve mühimmatın da resmî kaynaklı olduğu görülüyor.

- Nokta Dergisi’nde yayınlanan, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek’in hatıratının, kendi bilgisayarından çıktığı teknik olarak ispatlandı. Yani,hatıratta anlatılan darbe hazırlıklarının doğruluğu anlaşılıyor.

- Ergenekon Çetesi soruşturmasında gözaltına alınan bazı kişilerin 9 Mart 1971 darbe teşebbüsünün de tahrikçisi olduğu biliniyor.

- Yargıtay’ın krokisi, Ergenekon Çetesi ile ilgili görülen ve lideri tutuklanan İşçi Partisi’nde ele geçirildi. Danıştay suikastına benzer bir hazırlıktan şüphe ediliyor.

- İşçi Partisi’nin 6 bilgisayar diski, savcılığın eline geçmemesi için yakıldı.

- Ulusalcı ‘Türk Solu Dergisi’, yeni bir yapılanmaya gidiyor.

- En ilgi çekici olan da şu: Yargıtay Başsavcısı’nın hazırladığı mâlum iddianamenin, Anayasa Mahkemesi’ne verilmeden, yani henüz dâva açılmadan iki gün önce Aydınlık Dergisi’ne gönderildiği ortaya çıktı.

Sorarım size, bütün bunlar bir ‘Komplo Teorisi’nin uydurmaları mıdır, yoksa millî iradeye karşı hazırlanan gerçek bir komplo mudur?

Radikal, 30.3.2008

Hasan Celal Güzel

31.03.2008


 

Ecevit’i kim öldürdü?

Bugünlerde aklıma takılan soruların başında 17 Mayıs 2006 tarihinde menfur bir saldırıda yaşamını yitiren Emekli Vali, Danıştay 2. Daire üyesi Mustafa Yücel Özbilgin’in ailesinin ve Özbilgin’in cenaze töreninden hemen sonra rahatsızlanarak bir süre sonra vefat eden Bülent Ecevit’in eşi Sayın Rahşan Ecevit’in Ergenekon ön soruşturmasına ilişkin basına yansıyan haberleri nasıl bir ruh haliyle izledikleri.

Artık eskiden olduğu gibi gazete kupür koleksiyonu yapmaya da pek gerek yok, internet ortamından menfur Danıştay saldırısını izleyen günlerde toplumun çeşitli kesimlerinin nasıl tepkiler verdiğine beş saniye içinde ulaşabiliyorsunuz.

Alparslan Arslan hakkında kesinleşmiş bir yargı kararı mevcut ama son günlerde basına yansıyan haberler, öne sürülen iddialar Danıştay saldırısı meselesinin daha farklı boyutlar da içerebileceği güçlü ihtimalini ortaya koyuyor.

Doğrudur, daha henüz ortada Ergenekon meselesinin resmi iddianamesi bile yok, tüm bilgilerimiz internet üzerinden ulaşabildiğimiz basın haberleri ama bunlar bile meselenin arka planının çok farklı olabileceği ihtimalinin güçlülüğüne işaret ediyor.

* * *

Danıştay cinayetini izleyen gün yargı mensupları, Danıştay, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi ve Bölge İdare Mahkemesi üyeleri saat 11.00’de saldırıyı protesto etmek için Anıtkabir’i ziyaret ediyorlar.

Böyle menfur bir cinayet sonrası, cinayetin nedeni ne olursa olsun, maktulün meslektaşlarının protesto eylemi yapmaları kadar doğal, demokratik ve en önemlisi insani başka bir şey olamaz ama söz konusu protestocular yüksek yargı mensupları iseler tepkilerinin hedefinde biraz daha temkinli olmalarında yarar olduğu anlaşılıyor.

Önümüzdeki günlerde ilginç gelişmelere şahit olabilir ve Danıştay cinayetinin arkasında yatan nedenin bambaşka bir neden olduğu konusunda çok güçlü hukuki kanıtlara ulaşabiliriz diye düşünüyorum.

Şayet söz konusu menfur cinayetin laik Cumhuriyet’e yönelik değil de daha farklı bir nedenden işlendiği ortaya çıkarsa aynı yargı mensuplarının bu gelişme karşısında nasıl bir tavır takınacaklarını, mesela ‘Atam, biz fena halde aldatıldık’ yazılı pankartlarla yine Anıtkabir’e cüppeleriyle ziyaret gerçekleştirip gerçekleştirmeyeceklerini gerçekten çok merak ediyorum.

Danıştay saldırısı sonrası üniversite çevrelerinden de haklı olarak çok güçlü bir tepki gelmişti.

Haklı olarak diyorum zira nedeni ne olursa olsun bir yüksek yargı mensubunun öldürülmesi güçlü bir tepki gerektirir ama hedef konusunda, aynen yüksek yargı organları mensupları gibi, üniversite çevrelerinin de biraz daha kuşkucu, temkinli olmalarında şekilde görüldüğü gibi büyük yarar var.

Dönemin YÖK Başkanı Sayın Teziç’i, üniversite rektörlerini ve yaklaşık bin öğretim üyesini de yine cüppeleriyle, cinayetin laik Cumhuriyet’e yönelik bir saldırı olduğu konusunda emin adımlarla Aslanlı Yol’da hatırlıyoruz.

Üniversitelerarası Kurul’da, kuşkuculuktan çok uzak bir yöntemle, şu açıklamayı yapmış idi: ‘Son olarak Danıştay’a yapılan pervasız saldırı sabır sınırlarını aşmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin teminatı olan tüm kaleler tek tek ele geçirilmeye, zorbaca saldırılarla yıldırılmaya çalışılmaktadır’.

Menfur olaydan yaklaşık iki sene sonra gelinen noktanın gündeme taşıdığı ihtimaller yargıçların, rektörlerin, ÜAK üyelerinin vurguladıkları çerçeveden farklı bir gündeme tekabül etmektedir.

Yargıçların, rektörlerin, ÜAK üyelerinin danışıklı dövüş içinde olabilecekleri ihtimalini düşünmek dahi istemiyorum ama bu çok önemli görevlere gelmiş kişilerin analiz düzeylerini biraz daha zorlamalarında büyük kamusal fayda olabilir.

Ergenekon soruşturması sonrası hukuki kanıtlar ortaya başka bir manzara çıkarırsa aynı yargıçları, aynı rektörleri, aynı ÜAK üyelerini yine Aslanlı Yol’da yine cüppeleriyle bu sefer vurguyu laik Cumhuriyet’e değil de hukuk devletine dayalı bir Cumhuriyet’ e yaparken izleyebilecek miyiz acaba?

Rahmetli Bülent Ecevit’in de rahatsızlanarak vefatına giden süreci açan güçler acaba gerçekten kimler idi, bu sorunun cevabını tereddüte yer olmadan alabilmek önümüzdeki ayların temel meselesidir diye düşünüyorum.

Star, 30.3.2008

Eser Karakaş

31.03.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri