14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan Türkiye’nin ilk demokratik seçiminde sonuç CHP açısından gerçekten tam bir şoktu. DP oyların yüzde 53.3’ünü, CHP ise yüzde 39.9’unu aldı. DP 408, CHP ise ancak 66 milletvekili çıkarabildi.
1939 yılında başlayan ve 1945’e kadar süren İkinci Dünya Savaşı, Almanya, İtalya ve Japonya’daki totaliter rejimlerin yenilgisiyle sonuçlandı. Batı âleminde ABD’nin öncülüğünde bir demokrasi rüzgârı esmeye başladı. Bu rüzgâr, savaş sırasında bazen İngiltere’ye, bazen de Almanya’ya yakın durmaya çalışan Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyordu. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren yönetime hakim olan CHP’li elitler, toplumu kendi istedikleri tarzda şekillendirebilmek için, insanların hürriyet alanını önemli ölçüde daraltmışlardı. Ayrıca, bu amaçlarını gerçekleştirebilmek için, toplumsal ve siyasal muhalefete de uzun süre izin vermediler. Cumhuriyetin ilk on yılında kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Fırka zaman içerisinde toplumsal muhalefeti temsil eden bir nitelik kazanınca kapatıldı. Bu denemelerden sonra Türkiye, tek partinin Kemalist projelerinin uygulandığı uzun bir sürece girdi.
24 Nisan 1945 günü ABD’nin San Francisco şehrinde dünyayı yeniden şekillendirmek için bir kongre toplandı. Kongre aslında galip devletleri dünyayı silbaştan kendi arzuları doğrulsunda şekillendirme gayesi ile toplandı. Dışarıya yansıtılan görüntü ise “demokrasiyi geliştirmek” ve işlevini yitiren “Cemiyet-i Akvam”ın yerine “Birleşmiş Milletler” Teşkilâtını kurmak şeklindeydi. 51 devletin yer aldığı bu ülkeler arasında Türkiye de vardı. Türkiye’nin yeni kurulacak Birleşmiş Milletler (BM) Teşkilâtına üye olabilmesi için çok partili rejime geçmesi şartı masaya konuldu. Türkiye, kendisinden toprak talebinde bulunan Rusya’ya karşı güvence arayışı içindeydi. Rusya Türkiye’den Kars-Ardahan gibi doğu vilayetlerini ve İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının yönetiminin kendisine verilmesini istiyordu. Bu şartlar altında 27 yıldır tek başına Türkiye’yi idare eden Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) San Francisco Konferansında teklif edilen “çok partili rejime geç, BM’ye üye ol. Kendini güvenceye al” teklifine karşı yapabileceği pek bir şey yoktu. Yani CHP istemeye istemeye bu teklife “Evet” demek zorunda kaldı.
Yaklaşık 1.5 ay sonra CHP’nin dört milletvekili (Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan) 7 Haziran 1945’te Meclis Grubu Başkanlığı’na “Dörtlü Takrir” olarak tarihe geçen bir talep listesi sundular. Önergede özetle şöyle deniyordu: “Anayasamızda zaten varolan demokratik ruh, siyasî hayatımızda ve partimizin teşkilâtında yoktur. Artık bu ruhu hayata geçirmeliyiz.” CHP Meclis Grubu bu önergeyi reddetti. Bununla da kalınmadı; Menderes, Köprülü ve Koraltan partiden ihraç edildi. Bayar ise daha sonra istifa etti. Dört arkadaş birlikte 7 Ocak 1946’da Demokrat Parti’yi (DP) kurdu. Bayar, partinin programını kamuoyuna açıklamadan önce Cumhurbaşkanı İnönü’ye sunarak onayını aldı.
Bediüzzaman Demokrat Parti’yi nasıl karşıladı?
Üstad Bediüzzaman Said Nursî, Demokratlardan hürriyetçi bir rejimin tesis edilmesini istemiştir. Eski Said dönemindeki “Ahrarlar” gibi, bu dönemde de “Demokrat”lar, “istibdat-ı mutlakı kaldırıp tam bir hürriyet-i şer’iyeye vesile olacaklar” diyerek DP’ye hürriyetçi bir parti olarak bakmıştır. Bediüzzaman yazdığı mektuplardaki ikazları, DP hükümetinin insanların zararına olabilecek uygulamalardan kaçınması için yapmış ve bu partinin idarecilerine hüsn-ü zanla bakmıştır. Bediüzzaman Said Nursî, DP’yi bu hürriyetçi tutumundun dolayı destekledi. Hatta CHP’nin iktidara gelmemesi için “Demokrat Partiyi, Kur’ân, vatan ve İslâmiyet namına muhafazaya çalışıyorum” diyordu. Ayrıca DP’nin yanlış icraatlarını da yapıcı ikazlarla eleştiriyor, demokratik bir partinin taşıması gereken özelliklere dikkat çekiyordu. Nur Talebeleri, Bediüzzaman’ın vefâtından sonra aynı ilkelere sahip çıkarak, DP’nin devamı niteliğindeki AP ve DYP’yi destekledi. 1950’li yıllarda Said Nursî’nin DP için yaptığı ikazların birçoğu, günümüzün partileri için de hâlâ geçerliliğini sürdürmektedir.
Ayrıca DP’nin yanlış icraatlarını da yapıcı ikazlarla eleştiriyor, demokratik bir partinin taşıması gereken özelliklere dikkat çekiyordu. “Demokrat dindar milletvekillerine bir hakikatı ihtar” başlığıyla bir mektup neşreden Bediüzzaman, demokratlara tavsiyelerde bulunmuştur.
DP’lilere Üstad’ın yaptığı uyarılar şöyle özetlenebilir: “Ezan-ı Muhammedinin neşri gibi, şeair-i İslâmiyeyi ihya yolunda yapılan çalışmaları takdir toplamıştır. Bu yoldaki çalışmaların devam ettirilmesi DP’yi millet ve âlem-i İslâm nazarında daha değerli kılacaktır. ‘Birisinin hatası ile başkası mes’ul olamaz’ hakikati gereğince suçun şahsiliği prensibine uyulmalı. Milliyetçi yaklaşımlarla ayrımcılık yapılmaması ve ‘Bütün mü’minler kardeştir’ hakikatının hayata geçirilmesi. Ayasofya’nın açılması. Risâle-i Nurların serbestliğine karar verilmesi ve ilân edilmesi. Memuriyet millete hizmetkârlıktır.”
1960’ta Demokrat Parti kapatılınca yerine kurulan Adalet Partisi onun misyonunu 1980’e kadar taşıdı. 12 Eylül 1980 darbesi sonrası Adalet Partisi kapatılınca aynı siyasî akımdan beslenen iki parti doğdu. Aynı kaynaktan beslenen ve siyaset sahnesinde çeyrek asırdır mücadele eden DYP ve ANAVATAN’ın DP’nin çatısı altında birleşmesi tekrar gözleri Demokrat Parti’ye çevirdi. Yeniden siyaset sahnesine çıkan DP’den 22 Temmuz’da yeni bir “Beyaz İhtilâl” çıkar mı? Bekleyip hep birlikte göreceğiz.
DP’NİN ‘BEYAZ İHTİLAL’İ NASIL OLDU?
DP’nin Ali Fuat Cebesoy, Fahri Belen, Refet Bele gibi Millî Mücadele komutanlarını saflarına katarak gövde gösterisiyle girdiği 1950 seçimleri 14 Mayıs günü yapıldı. Türkiye’nin ilk demokratik seçiminde sonuç CHP açısından gerçekten tam bir şoktu. DP oyların yüzde 53.3’ünü, CHP ise yüzde 39.9’unu aldı. Çoğunluk sistemi yüzünden DP 408, CHP ise 66 milletvekili çıkardı. Millet Partisi yüzde 3.1 oyla bir milletvekili kazandı. Bu demokratik seçimde Meclis’e 9’da bağımsız milletvekili girmeyi başardı. 27 yıldır işbaşında olan CHP’den iktidarın alınmasını DP’liler “Beyaz İhtilâl” olarak tarihe geçirdiler.
Halk hiç kan dökmeden ihtilâlini yapmış ve 27 yıllık tek parti iktidarını al aşağı etmiştir. Bugün, Türk demokrasi tarihi bakımından önemli bir olayın 57. yıldönümü. 14 Mayıs 1950 Türkiye’de iktidarın ilk defa seçimle el değiştirdiği tarihtir.
Demokrat Parti, iktidara gelince devletin toplum üzerindeki baskısı yavaş yavaş azalmaya başladı. Partinin hürriyetçi politikaları geniş toplum kesimlerinin özellikle de dini hayatında hissedilir ölçüde bir rahatlama getirdi. Ezan-ı Muhammedi, aslına uygun okunmaya başlandı. 2002 yılında görüştüğümüz eski Adalet Partisi Milletvekili İhsan Toksarı, ezan yasağının kalkışını şöyle anlatmıştı: “1950’de İstanbul’da talebeydim. Beyazıt Meydanı’nda ikindi vakti minarelerden ezan aslî şekliyle okununca millet minarelere doğru bakıp sevincinden ağlıyordu. Ben buna şahit oldum.”
Demokrat Parti, iktidarı devralınca bir taraftan bu ülkenin kalkınması için seferberlik başlatıldı. Yollar, köprüler, barajlar, elektrik, su, okullar vs. milletin ayağına götürüldü. Yapılan büyük yatırımlarla Türkiye’nin her tarafı şantiye haline döndü. Diğer yandan DP, toplumun sosyal ihtiyaçlarını karşılayacak icraatları ile de milletin gönlünde taht kurmuştu.
Türkiye bu dönemde hür dünyanın önde gelen ülkesi Amerika’ya yaklaştı. Kore Savaşı’na katıldı. NATO’ya üye oldu. Bağdat Paktı gibi önemli bir girişime öncülük etti. Kıbrıs’ta Garantör Devlet hakkını elde etti. Avrupa Topluluğu’na üyelik için ilk başvuru yapıldı. Amerikan yardımlarıyla özellikle tarımsal üretimde büyük verimlilik gerçekleştirildi. Tarımda makinalaşmayla birlikte tarımsal üretim arttı.
10 yıllık iktidar boyunca CHP ve DP arasında soğuk rüzgârlar esti. DP; 1957’den sonraki döneminde, iç bünyedeki çatışmaların önünü alamamış, bu çatışma ortamı 1960 darbesine kadar devam etmiştir.
İNÖNÜ-BAYAR NE KONUŞTU?
İnönü ve Bayar arasında geçen konuşmaların şu minval üzerine olduğu rivayet edilir.
İnönü: Terakkiperver’de olduğu gibi “dinî inanışlara riayetkârız (uyarız)” diye bir madde var mı?
Bayar: Hayır Paşam; laikliğin dinsizlik olmadığı var...
İnönü: Ziyanı yok. Köy Enstitüleriyle, ilkokul seferberliğiyle uğraşacak mısınız?
Bayar: Hayır...
İnönü: Dış politikada ayrılık var mı?..
Bayar: Yok...
İnönü: O halde tamam.
Bu konuşmalar üzerine 7 Ocak 1946’da DP’nin kuruluşuna izin verildi. Bu arada başka muhalefet partileri de kuruldu. Ancak kurucu kadronun CHP içinden çıkan tecrübeli isimler olması muhalefet arasında DP’yi öne çıkardı.
Milli Şef İnönü, CHP’yi baskın bir seçimle iktidara taşımak hesabıyla seçimleri erkene çekti. Aslında 1946’da yaşananlarla bugünkü hadiseler arasında tam bir paralellik olmasa da paralellik kurulabilecek noktalar da var. Başbakan Erdoğan “Seçimler zamanında yapılacak, bu meclis cumhurbaşkanı seçecek” demesine rağmen; seçimler öne alındı. Seçim tarihi de ilginç bir tevafuk olarak 22 Temmuz.
Tekrar 1946’ya dönersek genel seçimler muhalefet ve iktidar arasındaki itiş kakış içinde 21 Temmuz 1946’da yapıldı. DP 16 ilde seçime katılamamış, 465 yerine ancak 273 aday gösterebilmişti. Bundan daha da kötüsü demokrasinin ruhuna aykırı olarak bu seçimlerde, “oylar açık, sayım ise gizli”ydi. Bu seçim tam anlamıyla şaibeli bir seçimdi. Nisbî temsil değil, çoğunluk sistemi uygulanmıştı. Kaymakamlar, valiler halka DP’ye oy vermemeleri için baskı yapmıştı. DP’ye oy verenlerin çok olduğu yerlerde sandıklar çalınmıştı.
1946’da yeni partilerin kurulmasına izin verilince gençlik de örgütlenmeye, kurulan partilere katılmaya başlamıştır. Bu yıllarda bıyıkları yeni terleyen bir genç olan rahmetli Sadık Serbest, 2002’de yaptığımız görüşmede 1946 Temmuz’undaki seçimlerde verdikleri demokrasi mücadelesine örnek verirken, “Hastaları ve yaşlıları oy kullanmaları için sırtımızda taşıdık. Jandarma oy sandıklarının başında bekliyordu. O zaman açık oy veriliyordu. DP’ye oyunu verenleri tehdit ediyorlardı” diye özetlemişti. Yani bu dönemde gençlik büyük cesaret göstererek hakim güce karşı politik bir mücadele verdi. Bu mücadele 1950’de iktidarı değiştiren yani “Beyaz İhtilâl”i gerçekleştiren mücadeledir.
CHP’nin 395 milletvekiline karşı DP, 66 milletvekili kazanabilmişti. 1946’dan 1950 seçimlerine kadar geçen süreç son derece sancılı geçti. Meclis’teki küçük DP Grubu, yaptığı muhalefetle CHP’yi hırpalamaya başlamıştı. Taraflar birbirlerini suçlayıp duruyordu. DP’nin yaptığı demokrasi mücadelesi, CHP’yi demokratlaştırıyordu: Adayların sadece parti merkezince değil, yüzde 70 oranında yerel teşkilâtlarca belirlenmesine karar verilmişti. Valiler artık aynı zamanda parti il başkanı olamayacaktı. 16 Şubat 1950’de yeni Seçim Kanunu kabul edildi. Buna göre “oylama gizli, sayım açık” yapılacaktı. Partiler sandık başlarında temsilci bulundurabileceklerdi. Bunlar hep muhalefetin talepleriydi. Ancak nisbî temsil yerine çoğunluk sistemine devam ediliyordu ve bu sistem CHP’ye pahalıya mal oldu. Yani CHP kendi kazdığı kuyuya düştü.
|